Büyük Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni Kurarken İzlediği Temel İlkeler Ve Yenİ Anayasa Yapma Girişimi

BÜYÜK ATATÜRK’ÜN TÜRKİYE CUMHURİYETİ'Nİ KURARKEN İZLEDİĞİ TEMEL İLKELER VE YENİ ANAYASA YAPMA GİRİŞİMİ

 

                                                     Görmek istemeyenlerden daha kör kişi olur mu ?

                                                                                                   Mahatma Gandhi

 

Günümüzdeki Anayasamızın temeli olan  1961 Anayasa'sının değiştirilmesi zaruretinin iki noktaya dayandırıldığı görülmektedir. Birincisi 1961 Anayasasının "askeri anayasa" olması tezi ikincisi ise aşağıda saydığımız Prof.Dr. Özbudun’un ifade ettiği çeşitli nedenlerdir.

1961 Anayasa  tasarısı  meclise gelmeden önce bu tasarıyı ilk hazırlayanlar Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk fakültelerinde “İmparator” unvanı ile anılan Prof. Sıddık Sami Onar  ekibi olmuştur. Ama ne var ki bu ekibin temel özelliği olan ve İstanbul Üniversitesi  Hukuk Fakültesi’nin dünya çapında saygınlığını tescil eden hukuk felsefesine dayalı hukuk yaklaşımı ayrıntılarının esas alınmasından ötürü başarılamamıştır. Onun yerine pratik hayatta yer alan Mülkiyenin (A.Ü-S.B.F.) Anayasa hukukçuları Prof.Dr. Muammer Aksoy ile Prof. Dr. Bahri Savcı’nın yönlendirdikleri ekip tasarıyı tamamlamıştır.

Mustafa Kemal Atatürk'ün izinde ve onun getirdiği "Türkiye  Rönesansı" olarak nitelendirebileceğimiz anlayış ile  Misak-ı Milli temelleri üzerine, kadın erkek eşitliği kuralına bağlı, insanların İslami şeriat kurallarına dayalı ulema ve din adamlarının fetvaları yerine insanların  akıl ve bilim kural ve kaidelerine uygun yaşamalarını öngören “Türk Vatanı”nın esaslarını kuran bir tasarı olarak  tamamlanmıştır. 

ABD anayasasının temeli olan “Declaration of Indeprendence”  ile Fransız  kralı XIV. Louis’in “Le etat c’est moi” anlayışını yıkan 1789 Fransız İhtilali’nin yarattığı uygarlık düzeninin unsurlarını  ihtiva  eden bu  tasarının olağanüstü bir özelliği de Osmanlı İmparatorluğu’nun 1299’da kuruluşundan  beri İnsan Hakları ve Özgürlüklerinin garanti altına alınmadığı bir yapı yerine ilk kez Türklerin tarihinde Anayasa Mahkemesi kurularak "Kuvvetler Ayrımı" ilkesinin sağlam temeller üzerine oturtulmuş olmasıdır.  
Demokrasinin temeli olan Anayasa Mahkemesi’nin Türk hukuk sistemine anayasal bir merci olarak alınmasında emeği geçenler yalnız Mülkiyeli Profesörler değil aynı zamanda uygarlık tarihinde yerini almış Anayasa Mahkemesi kavramını   ülkemize  getirilmesi için büyük gayretler sarf eden Batı Uygarlığının bilincinde olan değerli aydınlarımızın katkıları olduğu bilinmektedir.. Bu katkıyı yaratan itici güç, Mustafa Kemal Atatürk'ün yarattığı Laik üniversitelerin  akademisyenlerinin  de toplumda hak ettikleri yerlerini almış olmalarıdır. Medreselerden yetişen Müderrisler yerine Üniversitelerden yetişen Batı hukuk sistemini alan aydınların katkılarıyla  Anayasa mahkemesine sahip yeni çağdaş bir Türk hukuk düzeni tesis edilmiştir.

XXX 

Böylelikle demokrasinin can damarı olan Anayasa Mahkemesi’nin kurulması temin edilerek Kemalizm’in temel amacı olan mutlak egemenliğin kişi veya zümrelere verilmesinin engellenmesiyle  "Power corrupts, absolute power corrupts absolutely" olgusunun Türkiye Cumhuriyeti’ne zarar vermesini engelleyecek Anayasa Mahkemesi’ne malik bir sistem getirilmiştir.  Bu özelliği yaratan hukuk profesörlerinin üniversitelerde öğretim üyeliği yaptığı 1955-1960 döneminde Mülkiye’nin komşusu Ankara Hukuk Fakültesi’nde öğrenci olan ve 1959’da mezun olarak günümüzde hukuk profesörlüğüne gelmiş  Prof.Dr. Ergun Özbudun AKP’nin  “Yeni Anayasa”  yapılması  için kurulan  komite başkanlığına atanmış idi.

Bu komitenin liderliğini yapan ve günümüzün siyasal iktidar sahiplerinin derinden arzu ettikleri sistem anlayışı için 1961 Anayasasının “sivil” Anayasa etiketiyle dönüşmesini sağlamayı komite başkanı olarak  kurgulayan Prof. Dr. Özbudun’un mevcut durumu değiştirme arzusunun unsurları kendi anlatımıyla  25 Mart 2013’te verdiği bir röportajda belirtilmiştir.

Prof.Dr. Özbudun aşağıda belirtilen noktaları savunmuş ve bunlara dayanan bir anayasa yapılması gerekliliğini salık vermiştir. Ancak sivil anayasayı yapma arzusunun temel ‘saik’ inin ne olduğu hususunu sessizce geçmiştir. Bu temel ‘saik’ in ayrıntılı bir analizini daha önceki bir makalemizde vurgulamıştık.(1)  

Özbudun’un yeni Anayasada izlenecek hukuk anlayışıyla gerçekleşmesini istediği düşünceleri aşağıdaki gibidir :

1) 1930 ideolojilerine takılı kalmak doğru bir şey değildir… Değişen şartlara göre fikirlerin yenilenmesi değiştirilmesi bir erdemdir.

2) Demokratik ve siyasal kültür içerisinde tabu konu olmamalı, buna Kemalizm’de dahildir. 

3) 1961 Anayasası’nın iki yüzü vardır… İlk bakışta gördüğünüz hürriyetçi yüzü… İçine nüfuz ettiğinizde ise devlet elitlerinin vesayetini kurumsallaştırıldığını görürsünüz…

4) Çıkış yolu serbest piyasa ekonomisidir… Devletçilikle bir yere ulaşılamayacağı aşikardır…  

5) Felsefi prensip olarak anayasalarda değişmez maddelerin olmaması gerekir. Çünkü bir kuşak kendisinden sonra gelecek kuşakların ebediyen bağlamak konusunda hakka sahip değildir…

6) Benim itirazım felsefi temelli bir itirazdır, anayasanın değişmez hükümleri bir kutsallık ifade ediyor…

7) Din ve devletin ayrılığı anlamındaki laikliğe çok marjinal gruplar karşı çıkmaktadır…

8) Türkiye’de ki laiklik pasif konuma geçme yönüne doğru gidiyor…

9) Anayasa mahkemesinin AK Parti’nin laikliğe aykırı odağı olmasının kararı skandaldır, dayandığı hiçbir sağlam temel yoktur.

10) AK Parti’yi daha farklı bir fenomen olarak görüyorum… Ben AKP ‘nin politikasını – laiklikle bağdaşmaz veya bu din devletine gidiş demektir – olarak nitelendirilebilecek bir politika olarak görmüyorum…

11) Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlanan herkes Türk’tür ifadesini Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı olarak önerdik , bu alternatif aynı zamanda Ak Parti’nin sunduğu alternatifin aynısıdır…

12) Bugünkü anayasada Türkçe’nin anadil  olarak okutulması hükmünü Türkçe’den başka dillerde de eğitim düzenlenmesi olarak bir kapı açtık…

13) Milliyetçiliğin anayasada bir prensip olarak yer almasına karşıyım…

14) Anayasaya milliyetçiliği koyarsanız milliyetçiliğe taraf olmayan insanları dışlamış olursunuz… Anayasa ideolojik bir renk taşımamalı… (2)

XXX

Bu tezlerin genel bir cevaplamasını  17’nci Türk Devleti’nin (3) yani Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu olan Büyük Atatürk’ün  29 Ocak 1923’te Amerikalı bir gazeteciye verdiği  yanıtlara bakarak Özbudun’un düşüncelerinin Kemalizm ile  ne derecede uyumlu olduğunu saptamamız faydadan ari olmayacaktır.

Mustafa Kemal Atatürk kendi ülkesinin dayanacağı düşünceleri emperyalist İngilizlerin  işgali İstanbul’da  devam ederken ve 1920 Sevr Antlaşması’nın temel hükümlerinin mürekkebi  daha kurumadan  yani daha Lozan Antlaşması imzalanmadan önce 

Amerikalı gazeteciye  şöyle söylemektedir:(4)

…Büyük Millet Meclisinin 1920 Ocağında ilân ettiği Millî Misakımız, sizin Bağımsızlık Beyannamenize çok benzer. O, sadece, Türk ülkesinin istilâdan kurtulmasını ve kendi kaderimize hâkim olmamızı ister.

Bağımsızlık, hepsi bu. O, halkımızın misakı, anayasasıdır ve ne pahasına olursa olsun, bu misakı korumaya kararlıyız.

…Türkiye de, Amerika da, demokratik rejimlerdir. Gerçekten, şu andaki Türk Hükümeti, dünyadaki en demokratik hükümettir. Halkın mutlak egemenliğine dayanır ve onun temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi, yargı, yasama ve yürütme organıdır. Kardeş demokrasiler olarak, Türkiye ile Amerika arasında en sıkı ilişkiler olmalıdır.

…Hayatım boyunca, Washington ve Lincoln’ün hayat ve eserlerinden ilham aldım. İlk on üç devletle yeni Türkiye arasında ilginç bir benzerlik vardır. Sizin atalarınız, İngiliz boyunduruğunu kaldırıp attı. Türkiye de, üzerindeki bütün rüşvet ve yiyicilikle birlikte taşıdığı eski imparatorluk boyunduruğunu, daha da kötüsü başka milletlerin bencil müdahalelerini kaldırıp attı. Biz şimdi, yeni bir milletin doğuşuna şahit olan bir doğum sürecinin içindeyiz. 

… George Washington ve Lincoln niçin beni daima etkilemişlerdir? Söyleyeyim size. Onlar, sadece Birleşik Devletlerin şerefi ve kurtuluşu için çalıştılar; oysa, öbür başkanların çoğu, öyle görünüyor ki, kendilerini tanrılaştırmaya çabaladılar. Kamu hizmetinin en yüksek şekli, bencil olmayan çabadır.

Gazetecinin sorduğu “Sizin için devlet yönetiminde ideal nedir? Başka bir deyişle, Pan-İslâmizm ve Pan-Turanizm fikirlerine hâlâ inanıyor musunuz?” sorusuna Atatürk şu cevabı vermiştir:

…Kısaca söyleyeyim…. “Pan-İslâmizm, din ortaklığına dayanan bir federasyon demekti. Pan-Turanizm ise, ırka dayanan aynı çeşit bir çaba ve ihtiras ortaklığını temsil ediyordu. Her ikisi de yanlıştı. Pan-İslâmizm fikri, asırlar önce Viyana kapılarında, Türklerin Avrupa’da ulaştıkları en kuzey noktada öldü. Pan-Turanizm de, Doğu ovalarında mahvolup gitti. …Bu hareketlerin her ikisi de yanlıştı; çünkü kuvvet ve emperyalizm anlamına gelen fetih fikrine dayanıyorlardı. Uzun yıllar emperyalizm, Avrupa’ya hâkim oldu. Ancak emperyalizm ölüme mahkûmdur. Bunun cevabını, Almanya’nın Avusturya’nın, Rusya’nın ve geçmişteki Türkiye’nin yıkılışında bulursunuz. Demokrasi, insan ırkının ümididir.

 

…Türkün ve savaş için yetişmiş benim gibi bir askerin böyle konuşması size garip gelebilir. Oysa yeni Türkiye’nin temelindeki fikir aynen budur. Biz, zor kullanma, fetih istemiyoruz. Yalnız bırakılmamızı ve kendi ekonomik ve siyasal kaderimizi kendimizin tayin etmesine müsaade edilmesini istiyoruz. Yeni Türk demokrasisinin tüm yapısı, bunun üzerine kuruludur; şunu da ilâve edeyim ki, bu demokrasi, Amerikan düşüncesini temsil eder; şu farkla ki, siz kırk sekiz devletsiniz, biz bir tek büyük devletiz...

Yüzlerce yıl boyunca Türk İmparatorluğu, Türklerin azınlıkta olduğu karmaşık bir insan yığınıydı. Daha başka sözde azınlıklarımız da vardı ve bunlar, sıkıntılarımızın büyük kısmının kaynağı olmuşlardı. Bu ve eski fetih düşüncesi… Türkiye’nin gerilemesinin bir sebebi, bu güç yönetim işi yüzünden kendisini tüketmiş olmasıydı. Eski İmparatorluk çok büyüktü ve her an kendisini problemlere açık buluyordu.

… Biz şimdi Türk’üz, yalnızca Türk. İşte bunun içindir ki, Woodrow Wilson’un gayet iyi ifade ettiği self-determinasyon idealine dayanan, Türklere ait bir Türkiye istiyoruz. Bu, milliyetçilik demektir ama Avrupa’nın pek çok yerlerinde self-determinasyon’u engelleyen bencil türden bir milliyetçilik değil. Ne de keyfî gümrük duvarları ve sınırlar demek. Bizim milliyetçiliğimiz, ticarette açık kapıyı, ekonominin yeniden canlandırılmasını, bir vatanda beliren gerçek anlamda ülkesel bir vatanseverliği ifade eder. Kan ve fetihle dolu bunca yıldan sonra nihayet Türkler, bir anavatana kavuşmuşlardır. Bunun sınırları belirlenmiş, dert kaynağı olan azınlıklar dağıtılmıştır; işte bu sınırların içinde mevkiimizi korumak ve kendi kurtuluşumuz için çalışmak istiyoruz. Kendi evimizin efendileri olmak istiyoruz.”…

“Biliyor musunuz, Avrupa’da barışı ve yeniden inşayı engellemiş olan şey nedir? Sadece şu: Bir milletin diğerine müdahalesi. Daha önce bahsettiğim, haris, bencil milliyetçiliğin bir parçası. Bu, ekonominin yerine siyasetin geçmesi sonucunu doğurmuştur. Alman tamirat tazminatı kördüğümü, bunun yalnızca bir örneğidir. Küçük çaplı siyaset, dünyanın baş belasıdır.

Bizim güçlükle kazandığımız Türk bağımsızlığını engellemeye çalışan, milliyetçiliğimizi kötüleyen, bunun doğu komşularımızı fethetme arzusunu maskeleyen bir kamuflajdan ibaret olduğunu söyleyen, ekonomiyi yönetecek yetenekte olmadığımızı ileri süren milletler var. Bakalım, göreceğiz.

Yeni Türkiye’nin ilk ve en önemli düşüncesi, siyasal değil, ekonomiktir. Biz, dünya üretiminin de, tüketiminin de bir parçası olmak istiyoruz.”…yeni Türkiye için hayatî önem taşıyan başka bir soruna da değineyim. Geçmişte Türkiye’nin trajedisi, büyük Avrupa devletlerinin, onun ticarî gelişmesi konusunda birbirlerine karşı olan bencil tutumlarıydı. Bu, büyük imtiyazlar koparma oyununun kaçınılmaz sonucuydu. Devletler, ahır yemliğindeki köpekler gibiydiler; kendi istediklerine ulaşamadıkları zaman, rakiplerini de bundan uzak tutmaya çalışıyorlardı. Yıllardır Çin’de olup bitenler de aynen böyledir; ancak onlar, Türkiye’yi Çin’e çeviremeyeceklerdir. John Hay tarafından ortaya atılmış bulunan, herkese açık kapı ve herkes için fırsat eşitliği üzerinde ısrar edeceğiz. Eğer Avrupa devletleri bu usulden hoşlanmazlarsa, bunun dışında kalabilirler”.  

“Kadınlarımız, eğitimde ve çalışmada erkeklere eşit olmalı. İslamiyet’in en eski günlerinden beri, kadın bilginler, yazarlar, hatipler ve bunun gibi okul açıp ders veren kadınlar olmuştur. Hatta İslam Dini, kadınlara, kendilerini erkeklerle aynı derecede eğitmelerini emreder. Yunanlılarla olan savaşta Türk kadınları, cephedeki erkeklerin yerine geçerek evlerinde her türlü işi yapmış, hattâ ordunun ikmal ve mühimmat taşınması işini üstlenmişlerdir. Bu, gerçek bir sosyolojik prensibin, yani toplumu daha iyi ve daha güçlü kılmak için kadınların erkeklerle işbirliği etmesi gerektiği prensibinin bir sonucu olmuştur. 

Türkiye’de kadınların hayatlarını tembellik ve aylaklık içinde geçirdikleri sanılmaktadır. Bu bir iftiradır. Büyük şehirler hariç, Türkiye’nin tümünde kadınlar, erkeklerle yanyana tarlalarda çalışmakta ve genel olarak millî çalışmaya katılmaktadırlar. Sadece büyük şehirlerde Türk kadınları kocalarınca kapatılmaktadır. Bu da, kadınlarımızın, dinin emrettiğinden daha fazla örtünüp kapanmalarından ileri gelmektedir. Gelenek, bu noktada fazla ileri gitmiştir.”

XXX

 AKP’nin Yeni Anayasa yapılması için  tıpkı  1961 Anayasası’nın  hazırlanması için kurulan Prof.Dr. Muammer Aksoy ekibine benzer bir komisyonun  başkanlığını ifa eden Prof.Dr.Özbudun’un söylediği görüşlere en iyi cevabı yukarıda Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 yılında söylediği cümlelerde buluyoruz. 

Büyük önderin bu cevaplarının algılanmasını sağlayacak bilgi birikimi olan her düşünürün Özbudun’un Kemalizm’i karşısına alırken öne sürdüğü anlayışın hatalı olduğunu idrak edeceği kuşkusuzdur.  Burada iki husus daha açıklanma istemektedir. Bunlar da Kemalizm’deki Devletçilik ve Laiklik ilkeleridir.  

Özbudun  “çıkış yolu serbest piyasa ekonomisidir, Devletçilik ile bir yere ulaşılamaz  “ fikrini vurgulamaktadır. Yeni Anayasada eğer amaç o ise ortada yanlış sloganlaşmış bir anlayış görüyoruz demektir. Zira Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşları, 1923-2013  yılları arasında  hiçbir zaman “her şey devlete aittir” manasında devletçilik  güdülen  bir ekonomi politikası   altında  kalmamıştır. O günden bu güne uygulanan sistem “Karma Ekonomi” sistemidir, zira  Cumhuriyet kurulduğundan beri  piyasadaki kıtlıkları ya da bollukları tayin eden faktör  serbest piyasada teşekkül eden fiyatlardır. Yani , kıtlıkları ya da bollukları  saptayan intrinsic (iç özellik)  olgunun  geçerli olduğu bir ekonomik sistem temelde  karma ekonomi sistemidir.(5)  Aslında bu sistem günümüzde de  halen uygulanmaktadır. Herhalde hukuk anlayışının yarattığı geleneksellik ve genelleme alışkanlığından dolayı ekonomi biliminin temellerinin algılanmasındaki karmaşıklıktan doğmuş olan bir önermedir. Bu önerme Karma Ekonomi Sistemi’nin “Her şey devlete aittir” önermesi ile karıştırılması sonucu ortaya çıkan bir algı yanlışlığını göstermektedir. 

 Sayın Özbudun’un diğer bir önemli görüşü de “Türkiye’deki laiklik pasif konuma geçme yoluna doğru gidiyor” düşüncesidir. Aslında Batı dünyasında aydınlanma dönemi insanlığın edict (fetva) ile yönetilmesinin etkisizleştirildiği bir dönemdir.  Bu dönemde din ve dinsel kurallar insanların kişiye özel özelliği olarak kabul edilmesiyle laiklik ilkesi tesis edilmiş ve şeriat kanunları yerine devletler hala Roma hukukunun temelleriyle yönetme zorunluluğunu uygulamaktadırlar.

Dünyada Batı uygarlığının hüküm sürdüğü ulusal topluluklarda devlet yönetim erkinin dini kurallara göre ve bu kuralları kendilerine göre yorumlama yetkisine sahip olduğunu zannederek icra eden din adamlarının ister Papa  ister diğer din insanları olsun  güçleri kalmamıştır.

Bu gücün devlet yönetimlerinde devam edememesinin en son örneği Papa Benedict XIV.  nın 28 Şubat 2013 tarihindeki istifasıyla yani İkinci Rönesans’ın doğumuyla görülmektedir. İnsan aklının kök hücre araştırmalarını men eden, tüp bebek ve taşıyıcı anne kavramının uygulanmasını ve sair bir çok gelişimi men eden Papalık makamını işgal eden Papa bile artık  dünyadaki gelişmelerin dindeki  inanışlarımı derinden etkilemesi karşısında yetersiz kaldığım için istifa ediyorum”(6) diyerek  insan aklının gelişiminin  kösteklenemez olduğunun idrakine varmıştır. İstifasını ilan eden Papa akıl karşısında dini fermanların geçersiz olduğunu ispat etmiş durumdadır. 

Şu anda Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik ilkesi bütün ihtişamı ile dimdik ayakta durduğundan Özbudun’un “laiklik ilkesi pasifleşmiştir” tezi de geçersizdir.

Aslında sorun halkın şeriatla değil bilim ve akıl ile yönetilmesinin “usul demokrasi” (7)   yolu kullanılarak durdurulmasının gerçekleştirilip gerçekleştirilmeyeceği sorunudur.

 

 

COŞKUN ÜRÜNLÜ

18 NİSAN 2013

------------------------------------------------------                                         

1)    http://www.urunlu.com.tr/95-anayasa-degisikliginde-devlet-benim--sureci 

2)    http://www.haberx.com/ozbudun_anayasa_imralida_yazilmiyor(17,n,11266620,613).aspx 

3)    http://www.urunlu.com.tr/113-cumhurbaskanligi-forsundaki-16-yildizin-anlami 

4)    http://www.saturdayeveningpost.com/2012/09/05/archives/kemal-pasha.html

5)    http://www.urunlu.com.tr/98-turkiye’nin-temel-sorunu-ekonomik-sistem

(6)  Papa Benedict XVI’nın Papalıktan  istifa gerekçesinin özü  şöyledir: "However, in today's world, subject to so many rapid changes and shaken by questions of deep relevance for the life of faith, in order to steer the ship of Saint Peter and proclaim the Gospel, both strength of mind and body are necessary, strength which in the last few months, has deteriorated in me to the extent that I have had to recognise my incapacity to adequately fulfil the ministry entrusted to me…

(7) http://www.urunlu.com.tr/77-demokrasi-ve-akp

 

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır