Türkiye’nin Temel Sorunu: Ekonomik Sistem

 

TÜRKİYE’NİN TEMEL SORUNU: EKONOMİK SİSTEM

 

                                                                                                  

                                                                     We must lay hold of the fact that economic laws are not made by nature. They are made by human beings.
Franklin D. Roosevelt

 

Bilimin temel kuralı, bir olgunun aynı koşullar içinde tekrarlanması halinde aynı sonuç alınmasıdır. En basitinden yer çekimi kanuna göre bir cisim yukarıdan aşağı bırakılınca yere düşer. Bilimin bu temeline en yakın olan sosyal bilim dalı ise “İktisat” bilimidir. Nasıl yer çekimi kanuna göre taşın yere düşmesi gerçek ise, bir malın piyasaya arz edilmesinin artması durumunda o malın fiyatının düşmesi de gerçektir.

Ama ne var ki sosyal bilimlerin bilimsel niteliği en yüksek bilim dalı iktisat ise de iktisat biliminin özünde “insan” unsuru olduğundan yaratılan“yargı” iktisatçı bilim insanları tarafından gözleme dayalı sonuçlardır. Diğer bir deyişle taşın düşmesi fizik kanunlarına göre sonuç verirken, iktisat biliminde iktisatçılar tarafından postüle edilen teorilerin “gerçek”leri tanımlayıp tanımlamadığının ispatı sosyal olayların bir tarihsel süreç (ister bir saat, isterse bir yüzyıl uygulama süresi olsun) içinde tekrar tekrar aynı sonuca ulaşması halinde “bilimsel sonuç” diye isimlendirilebilir.

Her iktisadi teori  özde insanın düşünce sisteminden neşet eden, yaratılan, bir sonuç, bir yargı olduğu için ve "her mantıklı  olgu her zaman doğru olmayabilir" önermesinden ötürü  sonuç bilimsellik niteliğine ulaşamayabilir. Bunun çözümü, iktisat bilimini  oluşturan iktisatçıların düşüncelerinin gerçek olup olmadığının  tekrar tekrar aynı sonuca varılıp varılmadığına göre saptanır. İktisatçıların teorilerinin hatalı olması halinde alınacak sonuç bir önceki deneyden farklı olacaktır. Örneğin Milton Friedman’ın Chicago ekolüne kabul ettirdiği bir iktisadi kavram şunu söyler: “Eğer bir ekonomide para arzı arttırılacak olursa faizler düşeceğinden toplam talep artar” deyişi ile yapılacak olan bir önerme her tekrarlanmada aynı sonucu  vermeyebilir. Örneğin ABD’deki 2008 krizinin çözümü için ileri sürülen ve uygulanan "monetarist" görüşü sonuç vermemiştir. 2008 ABD İktisadi buhranının  çözümü için devlet kaynaklarından piyasaya arz edilen 700 milyar dolar civarındaki bir parayı ekonomiye zerk etme eylemi toplam talepte bir artış sağlayacak kanallara girememiş, gayrimenkul ipotekleri sorunundan dolayı zor duruma düşen banka sektörüne daha doğru bir ifadeyle Wall Street odaklarına akmış ve bunun sonucunda Friedmancı politikanın bilimsel niteliği teyit edilememiştir. Ama diğer yandan ekonomik buhranlarının nedenini izah eden Marksist Buhranlar Teorisi 1857-1929-2008 yıllarındaki buhranların sebep-sonuç ilişkilerinin teyidiyle doğrulanmış bulunmaktadır.

X X X

O halde bilimsel temel açısından değeri en yüksek olan iktisadın kanunlarının geçerliliğini tekrarlayan olaylarla teyit etmemiz halinde iktisat biliminin o kanunu taş-yer çekimi örneğinde olduğu gibi müspet bilim olarak kabul etmemiz gerekir.  Tarihsel kayıtlara baktığımız zaman ekonomik konularda üç tarihsel dönemde alınan sonuçların aynı sonuçlar olduğunu görürüz.

Bunlar:

1-) 1921-1928 Leninist Ekonomik Sistem uygulaması

2) 1932-1945 Roosevelt'in Ekonomik Sistem uygulamasıdır

3-)1934-1950 Kemalist Ekonomik Sistem uygulaması

Bu her üç tarihi olayda ekonomilerinde uygulanan sistem ve tedbirler tekrarı hep aynı sonucu vermiştir. Birincisi Lenin’in NEP dönemi uygulamaları, ikincisi  Roosevelt'in New Deal uygulamaları ve nihayet Atatürk'ün “Devletçilik”(6) uygulamaları hep aynı sonuçları vermiştir yani bu üç politikanın uygulandığı farklı dönemlerde sorunların  çözümü aynı olmuştur. Yani her üçünde de uygulanan aynı uygulamalar aynı sonucu vermiştir.

Bu üç olayın doğduğu ortamlar halkın sefalet ve felakete maruz kaldığı olaylardan sonra varılan yeni aşamalarda tecelli etmiştir. Birinci olay Lenin'in NEP döneminde uyguladığı "Devlet Kapitalizmi” ve ikinci olay olan Roosevelt’in kapitalist sistemin çöküşüne karşı geliştirdiği New Deal'in  özlerinin aynı olması sonuçlarının  da aynı olmasını tevlit etmiştir. Üçüncü olay ise Osmanlı feodal devlet yapısının yıkılıp yerine "Devletçi" politika uygulayan Mustafa Kemal anlayışının uygulama sonuçlarının yukarıdaki iki uygulamanın aynı olmasıdır.

Her üç olguda benzerlikler ve farklılıkları şöyle özetleyebiliriz:(Lenin-Roosevelt-Atatürk)

Benzerlikler:

1-Lenin “NEP,” Roosevelt “New Deal”  ve Atatürk’ün “Devletçilik” döneminde kamu ve özel sektör yan yana çalışmaktadır,

2- Yatırım, üretim ve dağılımın yönlendirilmesi  piyasadaki kıtlıkları veya bollukların yöneticisi olan "Fiyat Mekanizması tespit etmektedir; Yani, sistem temelde kapitalist düzen ya da kapitalizmi geliştirmeye yönelik bir sistemdir.

Farklılıklar:

 1-Roosevelt ‘ten önceki dönemde piyasada sadece özel sektör vardır. Devlet piyasada yoktur. Üretim ve dağılım yani piyasadaki kıtlıkları veya bollukları Fiyat Mekanizması tespit etmektedir.

 

Ama bu uygulama “ölümcül hastalıkla malul” bir uygulamadır. Zira Marksist teoriye göre bu tür ekonomik sistem buhranlar içinde kalacak olan ekonomi sistemidir. Bu sistem 1857,1929 ve 2008 buhranlarının da ispat ettiği şekilde devamlı olarak gittikçe derinleşen dönemsel buhranlara duçar kalacaktır. 

2-Lenin'den sonra başlayan Stalin döneminde uygulanan ekonomik sistem de  tıpkı Roosevelt öncesindeki dönemdeki ekonomik sistem gibi "ölümcül hastalıkla malul" bir olgudur. Bu kez bu sistemde hiç bir özel sektör mevcut değildir ve sadece kamu sektörü vardır. Üretim ve dağılım yani piyasadaki kıtlıkları veya bollukları fiyat mekanizması tespit etmemekte bu tespit Merkezi Planlama örgütü olan Gosplan teknokratları tarafından kantitatif olarak tespit edilmektedir. Bu sistem içinde kullanılan "tüketici" tercihleri yerine "plancı" tercihleri vardır. Bu sistem “Kumanda Ekonomisi”(2) sistemidir.

Bu sistem bütün Batılı iktisatçılarına ve uygulayıcılarına göre tıpkı Roosevelt öncesindeki  piyasa ekonomisi gibi çalışan bir sistemdir. Hatta bazı durumlarda bu sistemde örneğin "enflasyon" ya da deflasyon  "gibi" sorunlar olmaz. Ama ne var ki  bu sistem de tıpkı Roosevelt öncesindeki sistem gibi  yalnız "ölümcül hastalıkla malul" değil yaşaması sadece zamana  kalmış  bir sistemdir.

Bu sistem 1928 deki kuruluşundan 60 yıl sonra 1990 yılında çökmüştür.

3-Atatürk döneminde ağırlıklı olarak kamu sektörü piyasada mevcuttur. Yatırımı, üretimi ve dağılımı yani piyasadaki kıtlıkları veya bollukları fiyat mekanizması  tespit etmektedir. Diğer bir deyişle Devletçilik yoluyla Osmanlı’dan devralınan feodal ve yarı feodal düzeni silmek ve kapitalizmi geliştirmek için çalışan bir devlet kapitalizmi sistemidir.

X X X

Karl Marx hiç bir eserinde sosyalizme varmak için  nasıl bir  üretim ve dağılım  planlanmasının yapılacağına ilişkin bir yol haritası belirtmemiştir.  Ülkenin üretime yönelik  kaynakların etkin (efficient)  olarak allocation(tahsisi) hakkında ya da üretilen mal ve hizmetlerin  etkin olarak dağıtılmasının  yollarının nasıl  başarılacağının metotlarına veya  sistemin kurallarına ilişkin hiçbir  ilke söylememiştir. 

Karl Marx’ın sosyalizmin yapısal  ya da örgütsel sistem unsurlarına ilişkin hiçbir temel  fikir ileri sürmemiş olmasının yanında sosyalizmin kurulabilmesi için önce toplumun feodal-yarı feodal unsurlardan arıtılması için kapitalist evreye ulaşılması gerekliliğini vurgulamıştır. Kapitalizme ulaşılmadan sosyalizme ulaşılamayacağını vurgulamıştır.

V.I.Lenin 1917 yılında  Çarlık rejimini ortadan kaldırdıktan sonra  1921 yılına gelindiğinde   Rus halkının karşılaştığı  sefalet ve açlık olaylarını çözmek istemiş ama elinde Marx’tan gelen hiç bir reçete bulamamıştır.  Halk “katkısına göre” değil hatta  günlük var oluşunu (existence) idame ettirecek durumdan çökme aşamasına gelindiğini fark ederek NEP dönemine geçmiştir. Bu Yeni Ekonomik Politikada  kar amacıyla çalışacak olan bazı özel sektör faaliyetlerine izin verilmiş, özellikle tarım sektöründeki feodaliteyi yıkmak içim  kapitalistleşmeye  destek vermiş ve dış ticaretin,  bankaların ve büyük sanayi tesislerinin kontrollerini sıkılaştırmıştır. Lenin’in amacı kendi ülkesindeki feodalite artıklarını temizlemek, kapitalizmi geliştirmeyi devlet kapitalizmi sistemiyle başarmak ve ülkesini Kapitalist aşamayı hızla tamamlamak için devlet kapitalizmi sistemini kullanmanın metotlarını bulmak istemektedir. 

Gerçekten de Lenin kendi politikasının temelini şöyle ifade etmiştir:

Hem teorik hem de pratik anlamda temel sorun, gelişmesi mukadder (inevitable) olan kapitalizmin devlet kapitalizmi kanallarına yönlendirilmesinin geçerli (belirli derecede ve belirli bir süre içinde) metotlarını bulmaktır; hangi koşularla tanımlanabileceği ve yakın gelecekte devlet kapitalizminin sosyalizme dönüştürülmesinin nasıl teminat altına alınacağı önemlidir. (1)

Bu noktada önemli olan olgu hem Roosevelt’in hem de Lenin’in ekonomipolitikasında serbest piyasa sisteminin temelini muhafaza etmesi yatar. Diğer bir deyişle Keynes’in önerisinde devlet, kapitalistlerin temel zaafı olan artı değeri gasp etmelerinden dolayı ortaya çıkan “GLUT(Malların tüketilememisinden dolayı ortaya çıkan arz fazlası)” oluşumunu devlet yatırımları kanalıyla onarmak istemesidir.

Keynes’in bu noktada muhafazasını istediği nokta gerek özel sektörün gerek kamu sektörünün üretime kaynak tahsisi, üretilen malların dağıtımı, gibi temel konuların piyasada oluşacak yeni arz ve talep ilişkisinin mihenk taşı olacak piyasa fiyatlarını (kıtlık fiyatları) korumak istemesidir. Gerçekten de devletin piyasa ekonomisi sistemi içinde yani fiyat sistemi içinde yatırımlar yapmış olması bu krizin hafifletilmesini başarmıştır.

Lenin bu ara  dönemi geçici bir dönem olarak ele almış ve buna Devlet Kapitalizmi (State Capitalism)  adını vermişti. Bu anlayışta en önemli nokta kapitalist sistemin özünü teşkil eden  arz ve talep durumuna göre kaynak tahsisi, kullanımı, üretimin verimli olarak yönlendirilmesi, mal ve hizmetlerin dağılımını  ayarlayacak arz ve talep olgularının yani piyasa fiyatlarının varlığını muhafaza etmesiydi. Bu Dönemin temelinde yatan ana fikir, ferdi kapitalistlerin yanında devletin kamu teşebbüsleri yoluyla bir kapitalist gibi piyasada yan yana faaliyette bulunmasını tesis edişidir.

Burada Lenin’in yaptığı olgu üretim, yatırım ve dağılımını sağlayan fiyat yapısını muhafaza etmesidir. Demek oluyor ki devletin kapitalizmi geliştirmesi için takip edilecek yol devlet kapitalizmi sistemini tesis etmek ve bunun için de yer almasını sağlamak idi. Lenin’in bu yaklaşımı yukarda sözünü ettiğimiz Lenin/Keynes formülünün başkan Roosevelt’in uygulamasının sonuç verdiğinin tarihi bakımdan tespit edilmesidir.

Lenin devlet kapitalizmini öncelik almış yani devletin de bir kapitalistmiş gibi piyasada doğan fiyatlara göre oluşturulmasına izin vermiştir, diğer bir deyişle Lenin’in yarattığı çağdaş deyimiyle “karma ekonomi” modeli başarılı olmuştur. Bu başarının en güzel örnekleri Roosevelt ile Atatürk’ün (Ziya Gökalp’tan) aldığı devletçilik(6) ilkesinin uygulamaları ispat etmiş olmasıdır.(5) Zıya Gökalp'ın  karma ekonomi modeli aslında Roosevelt tarafından ve Atatürk tarafından uygulanmıştır. Atatürk şöyle ifade etmiştir:

“Bizim takip ettiğimiz devletçilik, ferdi çalışma ve faaliyeti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi bayındırlığa eriştirmek için milletin genel ve yüksek menfaatlerinin gerektirdiği işlerde özellikle iktisadi sahada devleti fiilen ilgili kılmaktır.”

 Aslında cumhuriyeti kuranların hiçbirisi doktriner kişiler değildir. Hemen hemen hepsi Islahat, Tanzimat, Meşrutiyet eylemlerini bilen ve 1789 Fransız İhtilali’nden gelen “Akıl Çağı”na geçiş anlayışı ile Atatürk sistemi Cumhuriyete dönüştürmüşlerdir.

Bu anlayış içindeki dönemde bütün Türk Liderler arasında, ekonomik sistemi öne alan tek kişi, Ziya Gökalp’tir.

Ziya Gökalp’in 1917 yılında Rusya’da Çarın devrilmesi ve Lenin’in temel anlayışı olan kapitalizmi geliştirme ve bunun devlet kapitalizminin tesis etme düşüncesi ideolojisinden değil Osmanlı toplumunun gerek siyasal gerekse ekonomik yapısının geri kalmışlığından kaynaklanmıştır. Yani, Osmanlı imparatorluğu feodal yapısının kendi kendine kapitalizm aşamasına gelemeyeceğini öngören Ziya Gökalp daha önce üst yapıda ( sosyal yapıda ) reformlar önerdi ama bunun yanında Leninist formül olan devlet kapitalizmini ısrarla öne sürmüştür.

XXX

 Aslında bu anlayış ana hatları itibariyle devam etmiş ve stratejik açıdan önemli yatırımlar devletin planlamasına göre yürütülmüştür. 1960 yılında DPT’nin kurulması ile sistemin özü uygulanmaya devam edilmiştir. Bu rasyonel karma ekonomi sisteminin özünü  Başbakan Süleyman Demirel’in İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’na yazdığı önsözde görmekteyiz. Onun ifadesine göre:

“İkinci Beş  Yıllık Planın memleketimizin gerçeklerine, milletimizin arzu ve ihtiyaçlarına azami derecede uygun olmasına büyük itina gösterilmiştir. Zira inancımız odur ki, memleketin gerçeklerini ve milletin arzu ve temayülünü¸ göz önünde tutmayan bir plan hayatiyetten mahrumdur, Her türlü kalkınma çabasının hedefi, insanı memnun ve mes’ut etmektir. Bu güzel ve büyük bir hedeftir. Erişilmesi kolay olmayan bir hedeftir. Bizim siyasi felsefemizin temelinde mamur ve müreffeh Türkiye'yi yaratma amacı vardır. Kalkınma Planımızın temel hedefini Türk vatandaşının mesut ve müreffeh hale gelmesi, yüzünün gülmesi teşkil eder. Bu amaca erişebilmek için evvel‚ inanç sahibi olmak lazımdır. Biz herhangi bir müşkülden yılmadan ve herhangi bir engel karşısında tereddüde düşmeden mamur ve müreffeh Türkiye hedefine ulaşacağımız hususunda tam İnanç içerisindeyiz. İkinci Beş Yıllık Planın hazırlanması dolayısıyla yapılan hesaplar bu inancımızı teyit etmiştir. Karma ekonomi düzeni içinde, Türk Vatandaşının yaratıcı gücünden azami derecede istifade ederek ve Devletin bütün imkânlarını harekete getirerek; istikrarlı, devamlı, hızlı ve dengeli bir kalkınma potansiyelinin milletimizde ve memleketimizde mevcut olduğuna inanmaktayız.”

 İkinci Beş Yıllık Plan ise sistem hakkında şunları söylemektedir:

“Hür ve demokratik düzene bağlı çağdaş toplumların hemen hepsinde yaygın bir uygulama alanı bulmasına rağmen karma ekonomi düzeni gerek doğuş şartları gerekse gelişimi bakımından Türkiye'de belirli özellikler taşır.

 

Türkiye dünyada karma ekonomi düzenini yaygın olarak uygulayan ilk ülkelerden birisidir, öte yandan ülkemizde karma ekonomi düzeninin doğmasına doktriner görüşler değil fakat hızlı gelişme ihtiyacı, çağdaş uygarlık düzeyine tüm kaynaklan kullanarak süratle yaklaşma gereği sebep olmuştur.”

 Özel teşebbüsün diğer bir deyişle, tek başına Türk toplumunun amaç aldığı hızlı gelişmeyi sağlamaya yeterli olmaması kamu sektörünün doğrudan doğruya üretim faaliyetlerinde bulunmasını gerektirmiştir. Kısaca , buradan çıkarılacak önemli sonuç salt kapitalizmin ya da salt devletin başarısız olacağı kaçınılmaz olduğudur.  Başarılı bir ekonomik sistemin: 

1)Emek=ücret ilişkisinin olması ,

2)Kıtlıkları ve bollukları saptayacak ve yönlendirecek fiyat mekanizmasının varlığı,

3)Üretim yapacak birimlerin özel sektör ile birlikte kamu sektörüyle yürütülmesi gereği önemli bir iktisadi realitedir.

Kısaca, bu ekonomik sistemde temel şart piyasa mekanizmasının muhafıza edilmesi ve devletin özel sektörle birlikte çalışması (Lenin-Roosevelt- Atatürk modeli) Bunun en çarpıcı başarısını Mustafa Kemal Atatürk’ün uyguladığı devlet kapitalizminde ( karma ekonomi) görmekteyiz.

X X X

 Günümüzde ise AKP, iktisat biliminin kurallarına uygun olup olmadığı karanlıkta kalan şöyle bir ifade tarzı ile kendi sistemini  tanımlamaktadır.(3)

“Biz büyümenin özel sektör eliyle olmasını istiyoruz. Özel sektör harcarken ya da yatırım yaparken daha rasyonel. Devletin her bir milyar liralık fazla harcaması bankacılık sisteminden çekilen kaynaktır. Dolayısıyla özel sektörün imkanına sunulmuş kaynağın kamu bünyesine katmaktır.”(4)

AKP’ye göre küresel ekonomik krizin fazlar değiştirerek devam ettiğini ve şu an da sorunun devletlerin borcunu ödeyip ödeyemeyeceği ve finansal istikrarın korunup korunamayacağını gündeme getirmiştir. Aslında bu sorunların temel nedeni yani dünyadaki ekonomik krizin temel nedeni olan ve Amerika’da başlayan toplam talebin düşmesinin kaçınılmaz olacağını bile bile kendi görüşünü ‘’ Biz büyümenin özel sektör eliyle olmasını istiyoruz ‘’ demekte ısrar etmektedir. Roosevelt öncesi ekonomiye dönüş 2002 yılından beri Türkiye’de, tıpkı 1950-1960 döneminde olduğu gibi, uygulanmakta ve ekonomideki kaynakların üretken bir şekilde tahsis edilmediği ortada olmasına rağmen, yani temelde ekonomik istikrarın buhran başladıktan sonra ana neden ortadan kaldırılmadıkça yani piyasadaki “Glut” izale edilmedikçe ekonominin büyümesinin özel sektör eliyle olmasının bilime aykırı bir istek olduğu açıktır.

Bir ülkenin hayatında 10 senelik bir müddet bitiminde elde edilen sonuçlar gerçek durumu gösterir. Bu açıdan bakılacak olursa AKP döneminde cari işlemler açığında rekor kırıldı. 2002 öncesi 80 yıllık dönemde cari açık 44 milyar dolar olarak kayıtlara geçti. AKP'li 9,5 yılda cari açık 80 yılın 7 katına; 329, 7 dolara ulaştı. 2002'de 626 milyon dolar olan cari açık, 2012 (Ağustos itibariyle) 58,4 milyar dolar artarak 59 milyar dolara yükseldi. Türkiye bu rakamlarla Dünya Cari İşlemler Açığı Sıralamasında 39 sıra yükseldi. Türkiye bu sıralamada 2002 yılında 41'inci iken 2011 yılı sıralamasına göre 185 ülke arasında 2'nci duruma yükseldi.
Yine ilgili dönemde cari işlemler açığının milli geliri oranında da 9,7 puanlık artışla yüzde 10'a yükseldi. 2002'de bu oran yüzde 0,27'ydi.

Sıcak para, Türkiye ekonomisini lokomotifi haline geldi. 2002 yılında 6,6 milyar dolar olan sıcak para stoku 2012'de 87,1 milyar dolar oldu. AKP'li yıllarda dış ticaret açığında da Cumhuriyet rekoruna imza atıldı. 2002 öncesi 80 yılda dış ticaret açığı 247 milyar dolar iken 9,5 yılda 80 yılın 2 katı açık oldu. AKP'li 9,5 yılda dış ticaret açığı 566 milyar dolar oldu. Bir başka ifadeyle 2002'de 15,5 milyar dolar olan dış ticaret açığı 2012'de 87,1 milyar dolara olarak kayıtlara geçti. 

2002'de 242,7 milyar TL olan kamu borcu (2012 Eylül itibariyle) 2012'de 287, 8 milyar TL artarak 530,5 milyar TL'ye ulaştı.
İç borç 237,8 milyar TL artarak 387,7 milyar TL'ye ulaştı. 2002'de iç borç 149,9 milyar TL'ydi. Aynı dönemde kişi başına kamu borcu 3 bin 676 milyar TL'den 7 bin 83 TL'ye yükseldi. Bu dönemde dış borç stoku, kamu dış borcu ve özel sektör dış borcu katlanarak arttı.

Toplam krediler 2002’nin Aralık ayında 32.5 milyar TL büyüklüğe sahipken, 2012 Eylül sonu itibariyle yüzde 1.835 artış ile 628.9 milyar TL’ye kadar yükselmiş..

Diğer bir deyişle 2002 Aralık itibariyle toplan kredilerin milli gelire oranı yüzde 4.6 iken, 2011 sonu itibariyle bu oran tam 9.4 kat artmış ve yüzde 43.3’e kadar yükselmiş.

Kısaca milli gelirin neredeyse yarısı kadar kredi kullanılmış.

Tüketici kredilerinin toplam krediler içindeki payı ise2003 başında 4.7 iken, 2012 Haziran’ında yüzde 23.6 ya kadar çıkmıştır. Diğer bir deyişle, 9.5 yılda tam 5 kat artmıştır.

X X X

Burada üzerinde durmamız gereken temel nokta yanlışı ısrarla savunmak değil iktisat biliminin gösterdiği ekonomik sisteme dönmek olacaktır. İktisadi büyümenin değil sağlanması, iktisadi varlığın çökmesine neden olabilecek bir şekilde borç almak, milli varlıkları yabancılara satmak, dışarıdan fon elde etmek unsurların sağlanmasıyla yaratılan sistem yaşayamaz. Önemli olan üretimin kaynaklarının sağlıklı olarak sağlanması ve bunu sağlamak içinde Roosevelt öncesi sistemden kurtulmak gerekir. Aksi takdirde Türkiye’nin Kemalist sistemde kurduğu ve dünyaya örnek gösterilen “karma ekonomi” sistemi yerine çökmesi mukadder olan Roosevelt öncesi sistem ülkemize en fazla ızdırap çektirecek sistem olarak 2008 Uluslararası İktisadi Buhranı’nın büyük etkisini ülkemizde acımasız bir şekilde gösterecektir (7).

 

 

28 Kasım 2012
Coşkun ÜRÜNLÜ

 


 

(1)The whole problem- both theoretical and practical- is to find the correct methods of directing the inevitable (to a certain degree and for a certain time) development of capitalism into the channels of state capitalism; to determine what conditions to hedge it round with, how to ensure the transformation of state capitalism into socialism in the near future(V.I. Lenin, Selected Works 3. Cilt, Moskova,1961 Sh: 648)

(2)Kumanda Ekonomi sisteminin temelinde merkezi plancıların öngördüğü tercihlere uygun olarak yatırımlara yapılacak kaynak tahsislerinin nihai madde kantitatif öngörmelerle başarısını elde etmek istemiştir. Merkezi planlama örgütü olan GOSPLAN plancılar:

1-Hangi malın ne kadar üretileceğini 

2-Bu üretilen malların nerelere gönderileceğini ve kaça satılacağını kendileri tespit etmeye başlamışlardır. Birçok matematiksel eşitlikler yapılarak bir takım ileriye dönük tahminler yaparak yatırım üretim ve dağıtım plana göre yürütülmüştür.

Bu yöntem piyasa mekanizmasının olmamasından dolayı yani fiyat teşekkülü olmadığından yanı fiyatların fonksiyonel olmayan bir parametre olarak vurgulanması sonucunda enflasyon diye bir olgu yaşanmamıştır ve 50-60 yıl süresince sistem çalışmışama tarımda ki tıkanıklar yatırıma tahsis edilecek kaynakların tahsisinde yanlışlıklar yapılması ve üretimin hangi talebe karsı yapılacağı belli olmadığından sistem çökmüştür.

(3) http://ticaretgazetesi.com.tr/haberler_babacan_buyume_ozel_sektor_eliyle_olmali-l-1-sayfa_id-666-id-121141

(4) Özel sektör harcamalarının daha rasyonel olacağı düşüncesi bilimsellikten çok bir “inanç” yapısınıgöstermektedir. Hele sektörün kamu fonlarının özel sektöre, yani milli gelirin hızlı artmasına ön ayak olamayacak emek-yoğun tesislere kayacağı ya da en çok kar getiren yatırımların ekonomiye en yararlı olacağı varsayımının tutarlılığıyoktur. Bu nedenle Batı uygarlık düzeyine ulaşmak için sadece tüketici tercihlerine kamu kaynaklarını tahsis etmek ülkenin kalkınmasını bugünkü dünya koşulları altında düşünmek iktisat biliminin özüne ters bir örnektir.

Ayrıca özel sektörcülük üzerinde ısrar, bugünün özel sektörünün durumuna bakılacak olursa, durum pek de elverişli değildir. Zira, özel sek­tö­rün, va­de­si bir yıl­dan da­ha kı­sa olan borç sto­ku ise 122.6 mil­yar do­lar. Ka­mu sek­tö­rü­nün ve Mer­kez Ban­ka­sı­nın ise va­de­si bir yıl­dan da­ha az ka­lan borç sto­ku ise 19.2 mil­yar do­lar.
So­nuç ola­rak, va­de­si bir yıl­dan az kal­mış top­lam borç sto­ku 141.8 mil­yar do­lar.
Bu­na gö­re önü­müz­de­ki bir yıl için­de öden­me­si ge­re­ken 141.8 mil­yar do­lar borç sto­ku söz ko­nu­sudur.Mer­kez Ban­ka­sı brüt dö­viz re­zerv­le­ri­nin 93 mil­yar do­lar ol­du­ğu dü­şü­nül­dü­ğün­de, bor­cun öde­ne­bil­me­si için ye­ni­den borç­la­nıl­ma­sı ka­çı­nıl­maz olacaktır.
 

(5) http://ezberbozanbilgiler.com/bizim-tarih/item/310-ataturk-ve-inonu-donemindeki-yatirimlar.html 

(6) Türkiye’de devlet kapitalizmi kavramı”devletçilik” olarak Fransızcadan “etatizm” kelimesinin karşılığı olarak tercüme edilmiştir. Bu isimlendirme olayın künhüne vakıf olmayan bazıları tarafından empoze edilmiştir. Zaman içinde “devletçilik” kavramı her şeyi devlet yapmalı, her şey devletin olmalı der gibi algılanmaya başlanmıştır. Aslında Atatürk'ün getirdiği "sistem" Ziya Gökalp'ın "Devlet kapitalizmi sistemidir.” Bknz: Ziya Gökalp Turkish nationalizm and Western civilization 1959 greenwood pres USA- Derleyen ve Çeviren Niyazi Berkes

(7) Le Monde, 27 Mayıs 1961 tarihinde Prof. Dr. Maurice Duvergerin şu değerlendirmesine yer vermiştir; “ Mustafa Kemal’in eseri İkinci Dünya Savaşı’na kadar Türkiye çapında değerlendirildi. Eski bir ülkenin modern bir ulusa dönüştürülebilmesini tüm dünya takdirle karşılamıştı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise Kemalizm uluslar arası bir boyut kazanmış ve Moskova ile Pekin’in güdümüne girmeyen üçüncü dünya uluslarına örneklik yapmaya başlamıştır… Siyasal demokrasi ancak ekonomik alanda belirli bir gelişme düzeyinden sonra ciddi anlamda işlemeye başlar. Geri kalmış ülkeler, Batı’nın gelişmiş ülkeleri gibi liberalizmin ya da kapitalizmin yollarından giderek aynı düzeye gelemezler… Aşırı derecede planlı ve merkezi ekonominin yaratacağı zarar ve hatalar kadar büyük olacaktır. Bu durumun farkına varan gelişmekte olan ülkeler, Kemalizm’in karma ekonomi sistemine yönelmektedirler.”

 

 

 

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır