Anayasa Değişikliğinde “Devlet Benim” (*) Süreci

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNDE  “DEVLET BENİM” (*) SÜRECİ

 

 

“Devlet” kavramının günümüzdeki çağdaş anlamına 1789 Fransız ihtilalini yaratan düşünsel ve eylemsel gelişmeler ile ulaşılmıştır. Özellikle Jean-Jacques Rousseau, Didero, Montesquieu gibi düşünürlerin toplumun yönetiminde özgürlük, adalet ve eşitlik kavramlarına uygun ve insan haklarına saygılı yönetimlerin kurulmasını isteyen katkıları sonucunda “İnsanlık Tarihinde” yeni bir dönem yaratılmıştır.

Bu yeni dönemde kimse 1789 ihtilalinden önceki dönemdeki siyasal iktidar sahibi Kral 14. Lui gibi Ben Devletim, her istediğimi yaparım diyemeyecektir. Kral Lui’nin “Ben Devletim” deyişindeki temel olgu Fransa’nın varlıklarının sahibinin sadece Kral olarak kendisinde olduğu ve bu gücün Tanrının iradesinden geldiğinin kabul edilmiş olmasıdır. Yani hakimiyet Tanrı’nındır; ama bu güç, yürütme, yasama ve yargı güçlerini elinde toplayan yani “Devlet Benim” diyen kral tarafından uygulanacaktır.

Yeni devlet kavramında esas, toplumu oluşturan bireylerin hepsinin aynı dinden olması ya da aynı dili kullanmaları değil hepsinin bir arada “birlikte yaşamak” isteklerinden-iradelerinden kaynaklanıyor olmasıdır. İnsanların “bir arada var olmaları’’ isteğinin göstergesi olarak da kendilerinin yönetilmesini temin için hep birlikte hareket ederek kendilerini yöneteceklerle bir “sosyal mukavele” aktetmeleridir. Bu sosyal mukavele ile oluşan gelişim “millet “kavramını beraberinde getirmiştir. Burada  hakimiyet millete aittir.

Bu “Millet” oluşumundan önceki devirlerde Krallar, İmparatorlar ya da Prensler ve benzeri unvanlı kişilerce yönetilen topluluklar asla millet kavramıyla tanımlanamazlar. Bunlar Osmanlı İmparatorluğu, Hicaz Şerifliği, Venedik Cumhuriyeti, Lüksemburg Dukalığı, Vatikan Papalığı gibi unvanlarla anılır. Yoksa Hicaz milleti, Suudi Arabistan milleti, Irak milleti, Libya milleti, Filistin milleti gibi terimler kullanılamaz.

20. Yüzyılda Demokrasi maskesi altında seçim sandığı yoluyla (Hitler) veya iç savaş oyunları ve korku fırtınalarıyla (Franco-Salazar) ya da halkı cennet-cehennem imalarıyla dini inançlar kullanılarak aldatma yoluyla (İran –Humeyni) siyasal iktidara “Ben Devletim” diyenler hakim olmuşlardır. Hatta ülke halklarını birbirine kırdırarak Emperyalist amaçlarla yerli işbirlikçiler kanalıyla ve özellikle halkın kutsal inançlarını kullanarak “Ben Devletim” söylemlerini kendine şiar edinmiş siyasal diktacılar Devleti ellerine geçirmiştir. Bu durumu yakın tarihte Tunus, Mısır, Libya örneklerinde görmekteyiz.

Ama ne var ki sonuçta şu veya bu şekilde “Devlet Benim” diye sonuca varmak için çok hayati bir olgunun da var olmasının gerekliliği unutulmamalıdır. Bu gereklilik de 1789 Fransız ihtilali ile nasıl feodalitenin yıkılarak Millet kavramı doğmuş ise günümüzde de Libya örneğinde olduğu gibi Millet kavramının doğmamış olduğu ülkelerde “biz Ilımlı İslam demokrasisi ile Şeriat Devleti olacağız” gibi fikri fakirlik içindeki liderler sonradan olaylar geliştiği zaman feodalitenin var olduğu ve aşiretler, kabileler ya da cemaatler halinde yaşayan ülkelerin emperyalistlerin oyuncağı olduklarını anlamakta gecikmeyecekler ve tıpkı Libya’da olduğu gibi Mustafa Abdülcelil' in istifa etmesine dahi Emperyalist güçler tarafından izin verilmeyeceğini göreceklerdir.


Bu kural her zaman için geçerlidir ama tarihte şu veya bu yol ile Millet olarak Devlet yapılandırmış ve sonra Dini temele dayanan ve Ben Devletim diyen siyasal iktidar sahiplerinin yönettiği ülkeler görülmüştür. Buna en güzel örnek, Pers İmparatorluğu’nun varisi olan laik İran’ı diktatörlükten kurtarma bahanesiyle ve ABD emperyalizminin maşası olarak Dini Dikta rejimi kuran ve laik rejimi savunun binlerce İran’lıyı "din adına" katleden Humeyni rejimidir. Aslında bu örnek son aylarda laik Tunus’ta uygulanmıştır ve son günlerde yine ABD emperyalizmine hizmet edenler tarafından da Suriye ve diğer bazı ülkelerde de gerçekleştirilmek istenmektedir.

XXX

Batı Rönesansı ilkelerine dayanan her çağdaş Devlet’in özü Kurucu Atalarının kuruluş felsefesi ve ideolojisini temsil eden anayasasında vazedilmiştir. Anayasalar uzun sürelidir ve Kuruluş ’un temel felsefesini muhafaza eder ve bu muhafazanın varlığı kıskançlıkla korunur. Bu felsefenin değiştirilmesi, Kurulan Devlet ideolojisinin terk edilmesi anlamına gelir ve kurucu Ataların öngördüğü yapısal varlığın değiştirilmesi o zaman parçası içindeki siyasal iktidar sahiplerinin kaprislerine uyarak yaz boz tahtası haline gelmesi demek olur.(1)

Çağdaş Anayasalardaki temel anlayışta Devlet, “Kuvvetler Ayırımı” ilkesine dayanır. Diğer bir deyişle içeriği ve yapısı birbirinden kesinlikle ayrışmış olan Yargı kuvveti –Yasama kuvveti –Yürütme kuvveti birlikte Devlet kavramını oluşturur.

“Kuvvetler Ayrımı” ilkesi günümüzde Avrupa İnsan Hakları Konvansiyon’ unun da gerekli kuralı haline dönüşmüştür. Buradaki gerçek düşünce Yürütme Kuvvetinin kanunları uygulamasında Yargıya müdahalesi nedeniyle “adil yargılama” yapılamayacağı ve bağımsız ve tarafsız yargı kararlarının alınamayacağı olasılığıdır. Siyasal iktidar sahipleri yani “yürütme kuvveti” en büyük zorluğu yargı gücünün varlığında görmektedir. Bundan ötürü yargı gücünün zaafa uğratılması için bazı demokratik addedilen yollar kullanılarak yargı gücünün direktif altına alınması olayına rastlanılır.

Böyle bir girişim AKP'nin anayasayı yeniden yazma girişimlerini iletirken Kızılcahamam toplantısında ortaya çıkmıştır: AKP Anayasa yapıcının (yasama erkinin) iradesini geçmiş bir referandum olgusuna bağlayarak kısıtlamış yani Anayasayı yapacak olan erkin sınırı olacağını belirtmiştir. Bu yaklaşımın Evrensel Anayasa kavramına uygun olmadığı gerçeği açıktır ve yeni anayasa yapıcılarının özgür düşünceyle hareket edememeleri ve referandum olgusunun anayasayı yapacakların iradesinden daha yüksek bir sınır olduğunu kabul etme anlayışını gösterilmektedir. Referandum tanımı itibariyle bir tekniktir, bir tercih belirtme metodudur ve kısaca halkın iradesine dayalı olarak bir sorunun çözümü için halktan görüş ve bilgi almak demektir.

AKP'nin “Geçen yıl 12 Eylül’de yapılan referandumla Anayasa’nın 26 maddesi değişti, bu maddeler aynen korunmalı, halk yüzde 58 evet oyu verdi” demesi Kenan Evren anayasasının halk tarafından % 92’lik bir oyla değiştirilmiş olması düşünülecek olursa referandumda % 58 kabul oyu görmüş olmasına dayanılarak bazı maddelerin değiştirilemeyeceğini iddia etmek temelden yoksundur. Ayrıca AKP geçmişteki bir referandumda varılan bir halk tercihinin Türkiye’nin gelecek nesillerinin yaşamını düzenleyecek yeni anayasanın neleri ihtiva etmesi olarak öngörmek, gelecek nesilleri apaçık bir şekilde ipotek altına almak demek olacaktır.

Yeni Anayasayı yapacak bugünkü milletvekillerinin iradelerini, Parti disiplini içinde sınırlamak, gelecek nesillerin yaşamını bugünkü milletvekillerince düşünce, inanç ve parti ilkelerine bağımlılıklarına dayanılarak kilit altına almaları olacaktır.

Dokunulması yasaklanan 26 madde arasında, temel maddeler şöyle sıralanmış bulunmaktadır:

1- Darbe girişimi suçları ile devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı olan suçlara sivil mahkemelerin bakacak olması,

2- Anayasa Mahkemesi'nin üye sayısı 11'den 17'ye çıkartıldı. Üç üyeyi TBMM, diğer üyeleri Cumhurbaşkanı 12 yıl için seçecek. Mevcut Anayasa Mahkemesi üyeleri 65 yaşına kadar görevlerini sürdürecek. Anayasa değişikliği iptali ve parti kapatmaya en az 12 oyla karar verilecek. Siyasi parti kapatmada da üye tam sayısının üçte ikisinin oyu aranacak.

3-Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun 7 olan asıl üye sayısı 22'ye, 5 olan yedek üye sayısı ise 10'a çıkarıldı. 4 üyeyi Cumhurbaşkanı, 3 üyeyi Yargıtay, 2 üyeyi Danıştay'da, bir üyeyi Türkiye Adalet Akademisi seçecek.

4-Partisi kapatıldığı için yasaklanan isimlerin milletvekilliği düşmeyecek.
Değiştirilmemesini istediği ve dokunulmaması talimatının verildiği yukarıda sıralanan bu 4 maddenin temelde sadece ve bilhassa özenle seçilmiş olduğu ve alenen “yargı erki” ne ait hususları kapsadığı açıktır (2).

Aslında dokunulması yasaklanan anayasa maddelerinin, devletin temel kuruluş felsefesini belirleyen ve TC Anayasasının temel ilkeleri olan Atatürkçü Düşünce sisteminin ögeleri olan a-bağımsızlık b-laiklik c-ülke bütünlüğü değiştirilemez maddelerinde olması ve DOKUNULAMAZ vurgulanması yapılması gerekirdi.

Büyük Atatürk'ün Türkiye Devletinin temelini açıklarken söylediği "Programlarımızın ilkesi şu iki esastır: 1.Tam Bağımsızlık 2.Kayıtsız Şartsız Ulusal Egemenlik. Birinci ilkenin ifadesi Misak-ı Millidir. İkinci ve hayati olan ilkenin beyanı, Anayasadır." Burada bahsedilen Anayasanın içeriği ise bugün yürürlükte olan Anayasamızın "değiştirilmesi teklif dahi edilemez" olan maddeleridir.

Ama burada önemli bir nokta ortaya çıkmaktadır. O da Laik sosyal hukuk devleti olan ülkelerde de siyasal iktidara şu ya da bu şekilde gelenler de kendilerini “devlet benim” durumuna getirmek için kullandıkları sandıklama metoduna ek olarak yargı gücünü de yanına alarak referandum yolunu kullanmak amacındadırlar. 

XXX

Daha önceki bir makalemizde yeni anayasa yapılmasının istenmesinin temelinde Başkanlık sistemini getirme olduğu, bunun nedenleri ve sonuçlarının neler olabileceğini irdelemiştik. Orada da belirttiğimiz üzere anayasanın yenilenmesinde temel olarak istenen, parlamento yerine ABD'nin yasama erki sistemini getirmek ve yürütme erkini de Başkan ve onun sekreterlerinin egemenliğine devretmektir.(3)

Önümüzdeki aylarda önümüze getirilecek bir referandum ile Başkanlık sitemi kabul edilecek, Türkiye’nin dokusu ve yaşamı, kısaca Atatürkçü Cumhuriyet Sistemi değiştirilecektir ve AKP’li bir aday Başkan olacaktır. Bu referandum olayı AKP’nin kendi dünya görüsüne paralel olarak tekrar tekrar uygulanarak AKP siyasal iktidarının elindeki Yasama erkine ek olarak yürütme erkini Başkan'a terkederek AKP’nin Atatürkçü Düşünce Sisteminden uzaklaşmayı sağlama amacına varmak olacaktır.

Çağdaş ülkelerde devletin yönetilmesi “kuvvetler ayrımı” kuralına dayanır.


1- Yasama, 2- Yürütme, 3- Yargı erklerinin tek bir makama bağlanması içinörnek alınması ileri sürülen ABD sisteminde yargı tamamen bağımsızdır ve hiç bir şekilde herhangi bir kayda tabi değildir.

Aslında AKP Türkiye’de 12 Eylül’deki referandum sonucu bağımsızlığını kaybeden yargı erkinin, herhangi bir şekilde değiştirilip bağımsızlığa kavuşturulması halinde kendi siyasal iktidarının devamının elinden kaybolacağı düşüncesi içindedir. Bu ihtimali kösteklemek için bu 26 maddeye “dokunul(a)maz” diyerek yargı erkinin bozulmuş yapısının devamını garanti altına alacak ve parlamenter sisteme dayalı cumhuriyet sisteminden uzaklaşarak başkanlık sisteminin oluşturulduğu cumhuriyet sistemine dönülmüş olacaktır. Böylece yürütme erkinin, yargı erkini ele geçirmesi sonucu senato ve temsilciler meclisinden oluşan yasama erkine karşı daha da güçlenmesi sağlanmış olacaktır. Bu durum, başkanın isteklerinin eski rejime göre daha da öncelik kazanmış olması ve yürütme ve yasamanın birbirine organik bağımlılığının elde edilmesi olacaktır ki bu sonuç olarak “kuvvetler ayrımı” kuralının tahrip edilmesi olacaktır.

Diğer bir deyişle 3 erk’e dayalı cumhuriyet rejiminin kontrol ve denge (check and balance) anlayışının eşitlik ve karşılıklı olarak birbirlerini dengeleme şiarını kaybetmesi , yürütme ve yasamanın yargı erki ile karşı karşıya gelmemesi sağlanacaktır. Kısaca, başkanın isteklerine uygun olarak başkanının partisi yasama erkine arzu ettiği kanunları çıkarttırma kolaylığına ulaşmış olacaktır. Bu yasama ve yürütmenin anayasadan doğan güçlerinin yargı tarafından dengelenememesi daha da büyük önem kazanacak ve Cumhuriyet Rejimini atalarımızın öngördüğü ve anayasada yer alan laik cumhuriyetin temel taşlarının yerlerinden oynatılması demek olacaktır.

XXX

Anayasa değişikliğinin dayanacağı temelin, Türkiye Cumhuriyetini kuran atalarımızın “kuruluş felsefesi” olan 3 temel “kuruluş” kuralına uygun olması gerekmektedir. Yani,

1-Türkiye Cumhuriyeti, Sınırları Misak-ı Milli tarafından çizilmiş tam bağımsız bir ülkedir,

2- Türkiye Cumhuriyeti’nin DNA’sı laikliktir,

3- Türkiye Cumhuriyeti, Rönesans’ın akıl ve bilim dayanağı ele alınarak 1789 Fransız İhtilali’ndan kaynaklanan, devlet yönetiminde yargı, yasama ve yürütme erklerinin her biri kendi başına “Türk Milleti” adına ve kurucu felsefeye uygun şekilde hareket eden bir cumhuriyet sistemidir. Bu maddelere göre;

1- Milletin temsilcileri olan milletvekillerinden oluşan yasama erki Türk Milleti adına temeli Roma Hukuku’na dayanan (şeriat hükümlerinin olmadığı) yasalar çıkaracaktır.

2- Yasama erki, kurucu atalarımızın prensiplerine uygun olarak yargılama yapacak, çıkartılan kanunların anayasamıza uygun olup olmadığına, Türk Milleti adına karar verecektir.

3- Yürütme erki ise anayasamıza uygun olarak çıkartılmış kanunları Türk Milleti adına uygulayacaktır. Yürütme erki bu gücünü uygularken kanuna uygun olup olmadığı yönünden yargıya tabi olacaktır. Kısaca anayasaya uygun yasaların çıkarılması erki ile bu yasaları uygulayan yürütme erki ve bu yasaların anayasaya uygunluğunun tespiti erki birbirinden bağımsız ve kontrol-denge’nin sağlandığı “kuvvetler ayrımı” kuralına göre oluşturulacaktır.

XXX

Ancak, AKP, Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapılarında geçmiş referandumla kendi isteğine uygun yapılanmayı sağladığı maddelerin “değiştirilememesi” amacı ile yargıyla ilgili tüm maddelerin dokunulmazlığını ilan etmiş bulunmaktadır.

Bu noktada Avrupa Insan Hakları Mahkemesi yargıçlarından Rıza Türmen (1998-2008), Türkiye’deki yargının içerisinde bulunduğu genel görüntünün herkesi kaygılandırdığını söyleyerek yargı bağımsızlığının zedelendiği bir ülkede demokrasiden bahsedilemeyeceğini vurgulamış ve şunları ifade etmişir:

“Yargı bağımsızlığı 3 aşamayla ortadan kaldırıldı. HSYK, Yargıtay ve Danıştay’daki yapısal değişiklikler, yargıç ve savcılara yönelik nakiller, görevden almalar ve Adalet Bakanlığı bünyesinde yapılan mesleğe giriş sınavları' " (4)

Bu gidişattan endişelenen ve bu durumun önemini müdrik olarak Venedik Komisyonu Genel Kurulu da şöyle bir açıklama yapmıştır:

1-Anayasa değişikliklerinin iptali için üçte iki oy çoğunluğunun aranması kaldırılmalı,

2-Meclisteki bütün partiler veya belirli sayıdaki milletvekili yasaların iptali için Anayasa Mahkemesine başvuru yapabilmeli,

3-TBMM'nin Anayasa Mahkemesine üye seçiminde bütün turlarda üçte iki çoğunluk aranmalı (5).

Atatürk’ün “Kuvve-i Adliyesi (yargı erki) müstakil olmayan bir milletin devlet halinde mevcudiyeti kabul olunamaz” (6) deyişi ve Immanuel Kant’ın "Eğer adalet yok olursa, Yeryüzündeki insan yaşamının anlamı kaybedilmiştir(**) düşüncesi hafızalarda tutulmalıdır.

Şu halde yeni anayasa, yapılış ilkelerinde oraya çıkmış olan ipuçlarına göre çağdaşlığın gerektirdiği yapılanma değil “Devlet Benim” anlayışını DNA’sında taşıyan bir anayasa olmaktan öteye geçemeyecek, buna vesile olanlar da tarihin gelecekteki acımasız hükmüyle “müsebbipler” olarak damgalanacaklardır.

Coşkun Ürünlü

10 Kasım 2011

------------------------------------------------------------------------------------------
(*) l'etat, c'est moi- Devlet Benim- XIV. Louis- Fransa Kralı (1643–1715)

(**)"If justice perishes, human life on Earth has lost its meaning.” Immanuel Kant(1724-1804)

(1) Anayasanın maddeleri tabii ki zamana göre modifiye edilebilir. Ama temel kuruluş felsefesine dokunulamaz; dokunulursa ona dokunan güç var oluşunun meşruiyetini kaybeder. Örneğin ABD Anayasasındaki her ferdin silah taşıması özgürlüğünü yüzyıllardır kimse değiştirememiştir. Zira temel felsefe insanların kendilerini koruma “serbestisi”nin ABD’nin Kuruluş Felsefesini temsil etmesidir.

(2)http://www.aksam.com.tr/iste-dokunulmayacak-maddeler--74365h.html

(3) http://www.urunlu.com.tr/92-akpnin-yeni-anayasa-yapma-girisimleri

(4)http://haber.gazetevatan.com/tarhan-ve-turmenden-agir-elestiriler/409076/1/Gundem

(5)(http://haber.gazetevatan.com/anayasa-degisikliklerinin-iptali-zorlastirilmasin/407255/1/Gundem

(6) Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, ODTÜ Yayıncılık 2011 sh.88

 

 

 

 

 

 

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır