AKP'nin Yeni Anayasa Yapma Girişimleri

AKP’nin Yeni Anayasa Yapma Girişimleri

 

12 Ağustos 2011 tarihinde AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, yeni Anayasa için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlık edeceği “Dolmabahçe görüşmelerinin Eylül ayında başlayacağını ve bu Dolmabahçe görüşmelerinin ilk konuğunun Sivil Toplum Kuruluşları olduğunu açıklamış bulunmaktadır. (dgucer@gazetevatan. com13.08.2011)

 

AKP 12 Haziran 2011 seçiminin sonucunda Anayasayı değiştirecek çoğunluğu elde edememiş olmasından ötürü kullanacağı araç hiç kuşkusuz halkı yeniden referanduma sürüklemek olacaktır. 

  

Referandum kararını verecek olan 2011 seçiminde milletvekili olanların oluşturduğu TBMM’nin üyeleri anayasayı değiştirerek AKP liderinin “Başkan” olarak seçilmesine yol açtıkları anda kendilerinin ilerde başbakan ya da bakan olma yolunu kapatacaklardır. Böyle bir değişime kapıyı açacak olan milletin şimdiki milletvekilleri yani “seçilmişleri” , ABD sisteminden alınan modele uygun olarak Başkanca tayin edilen “sekreterler” tarafından yani halk tarafından “seçilmemiş” olanlara kendilerini ve halkın yönetilmesini tek bir iradeye teslim ediyor olacaklardır.

 

Bu iradeye yol açacak olan 12 Haziran seçiminden sonra oluşan günümüz milletvekilleri kadrosu kendilerinin yolunu kapatırken AKP liderliğinin tek adam formülünü gerçekleştirmek üzere referandum kararını alabilmek için verecekleri oyların kendi iradelerini ileriki aşamalar için iğdiş edeceğini idrak etmemeleri mümkün değildir. Aksi takdirde Anayasa değişikliğini yaptırmak için referanduma gitme kararını veren hali hazırdaki milletvekilleri yani 12 Haziran 2011 seçiminde seçilen milletvekilleri;

 

1- Çok kısa süreli milletvekilleri olacaklardır. Zira Tayyip Erdoğan başkan olduktan sonra milletvekili genel secimi öne alınacaktır.

 

2- Tek bir fonksiyonları olacak o da anayasanın değiştirilmesi için referandum kararı almalarıdır.

 

3- Referandum esnasında Bülent Arınç ve diğerleri AKP genel merkezinde veya farklı noktalarda görevlendirilen tecrübeli, özel çabalarıyla AKP liderinin başkan olmasını sağlayacak referanduma“evet” oyu istemek için daha önceki referandumda uygulanan metotlarla tekrar gün ışığına çıkılacak ve eskiden Arınç’ın söylediği tarzda “dindar cumhurbaşkanı isterseniz bize oy verin” mealinde yeni söylemleri tezgâhlayacaklardır.

 

 4- Bu öne alınan erken seçimde mevcut milletvekillerinin çok azı ABD den kopya edilerek alınacak olan sistemin yapısına benzetilerek oluşturulan “temsilciler Meclisi” ile “Senato” ya taşınacaktır. Böylelikle ayrıca Atatürk’ün ismini verdiği Türkiye büyük Millet Meclisi tarihe gömülecektir.

 

Yani yukarıdaki bu yaklaşım sonucunda AKP Genel Başkanı, Türkiye Cumhuriyetini ABD başkanlık sistemiyle ülkeyi şahsen yönetirken bu eski kadrosunun bir kısmını Amerikan senatosu haline getireceği yapılanmayla istihdam ederek hükümet edecektir.

 

Bu eski kadrosuna bağlı olmaksızın da kendine bağlı yeni “sekreterler” kadrolarıyla Türkiye'yi yönetecektir. Diğer bir deyişle, Başkan AKP'ye temelde bağlı olmayan yani sadece kendine bağımlı bürokrat niteliğindeki siyasi sorumlulukları olmayan elamanlarla 2020 – 2025 yılına kadar Türkiye’yi bizzat kendisi yönetecektir.

 

Burada göze çarpan iki sonuç vardır:

 

Birincisi; Ilımlı İslam safsatasıyla yaratılan İslam commonwealth'inin amacının lider ve yönetiminin kurulup faaliyetinin sağlanmasını yürütecek kadrosu İslami esaslara göre Cumhuriyetin modifiye edilmesini kolayca sağlayacaktır. Bu modifikasyon sonunda Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleriyle kurulacak İslam commonwealth’inin :

 

a) hukuk sistemi, şeriat kurallarına uygun hale dönüştürülecek

 

b) aklı ve bilimi esas alan toplum yapısı yerine bugün ki İran’a benzer şekilde Arap “kavimlerini" derleyip toplama yöntemiyle ABD hegemonyasına bu birlik “hediye” edilecektir.

 

İkincisi; Buradaki en önemli sonuç olgu sadece laiklik karşıtı sadece akıl ve bilimi reddeden toplumsal yapının dokusu değiştirilmiş olması değil aynı zamanda uygarlık ve Batılılaşmanın temeli olan Kemalist Rönesans’ın darbelenmesi ve 1730 Patrona Halil isyanı ile başlayan "şeriat isteriz" çığlıklarıyla başlayıp, Kabakçı Mustafa, 31 Mart vakası,İzmir suikastı ve Menemen olayları ile devam eden Karşı-Devrimci gericiliğin kısmi başarıya ulaşmasının nihai adımları atılmış olacaktır.

 

Diğer bir deyişle, Said-i Nursi’nin ”Nurcu” anlayışının:

 

“ Türkiye Cumhuriyeti, bir askeri istibdat ve sapıklıktır. T.C. Hükümeti nasıl kurulmuştur sorusuna nurcuların cevabı şöyledir; “Kuran’la Müslümanlığı hiçe sayar bir şekilde savaşarak bize saldırmak için girişilmiş bir zındık hilesidir. Mutlak istibdada Cumhuriyet, mutlak din sapıklığına rejim, mutlak safahata medeniyet, keyfi cebre kanun adı verilerek kurulmuştur.” Bu durumda nurculara göre Türkiye devleti, yalnız İslam dinine değil, aynı zamanda ahlaka da aykırı bir yapıdadır. Nurculara göre Türk devleti teokrasiye dayanmalıydı. Nurcuların ödevi, böyle teokratik düzeni gerçekleştirmek olacaktır. Bu rejimin hiç olmazsa bazı şartları bugün sağlanmalıdır. Mesela devletin resmi dini İslamiyet olmalı, hükümet şeriatın koruyuculuğunu yapmalıdır. Anayasa Kur’an olmalı, devletin idaresi bir ulema heyetine verilmeli...’’dir cümlelerindeki tarif edilen anlayış gerçekleştirilmiş olacaktır düşüncesine doğru adim atılmış olacaktır (*).

 

Böylelikle Kemalist Rönesans sonlandırılarak Roma hukukunu şeriat hukuku ile renklendirmek ve İslami commonwealth'i yoluyla İngiliz emperyalizminin yönlendirdiği Amerikan ve AB emperyalist dünyasının amaçlarıyla bütünleşmiş bir İslam dünyası yaratılmış olacaktır. Tunus’la başlayan Mısırla devam eden ve diğer küçük Arap krallık ve şeyhliklerinde meydana çıkan ayaklanmaların çıkışı birden bire vuku bulmuştur. Şayan-ı hayret olan bu olay sanki yüksekten uçan bir uçağın fırlattığı bir bombayı harekete geçirecek mekanizmanın tuşuna basmak gibi ani olması izah edilemeyen bir muamma olarak kalmaktadır. Bu hareketin ani çıkışında öngörülemeyen tek olay Kaddafi’nin  diklenmesi olmuştur. Bu diklenme emperyalistlerin sömürge siyasetinin duraklamasını intaç etmiş ve hatta ABD hava gücünü geri çekmek zorunda kalmıştır.

 

Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanlığı da bu durum karşısında sessizliğe bürünmüş ve Anayasa değişikliğini “ne pahasına olursa olsun” başarma anlayışı ile “ılımlı İslam” adı altında 2030 yıllarına dek iktidarda kalmanın temeli olarak referanduma ulaşmak istemektedir.

 

Bütün bu olaylar karşısında Kemalistlerin yeniden sandığa giderken halkın oylarını kullanmada bu gerçekleri belirterek aydınlatması gerekmektedir. Diğer bir deyiş ile Kemalistlerin Atatürkçü Düşünce Sisteminin sandıkta zafere ulaştırılmasının sağlanmasını temel amaç olarak görmeleridir.

 

Eğer mevcut Anayasada "değiştirilemez" ilk 3 madde değiştirilir ve referandumda Başkanlık sistemi ihdas edilecek olursa Türkiye’nin geleceği için altın şişede sunulan “tek adam tek irade” siyanürüne “evet” denmiş olacaktır..

 

Onun için bu Anayasa referandumunda oy kullanacak olan seçmenlerin AKP’nin gerçek temelindeki boşlukları çok iyi görmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde Prof. Bernard Russel’ın dediği gibi Türkiye10 yıl içinde İran olacaktır.

 

Ama ne var ki burada çok önemli bir hususu hatırlamak gerekir. O da Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışındaki temel faktörün iktisadi olgular olduğu hatırlanmasıdır. Osmanlı İmparatorluğu 1299 tarihinden itibaren ekonomik yapısının temelindeki ilişkiler 1920 yılındaki yıkılışına kadar aynı kalmıştır. Diğer bir deyişle tüm Batılı ülkeler sınaîleşirken ve bu sınaîleşmenin temelinin alt yapısını oluşturan "mode of production" yapısında temeli ücret-emek ilişkisi alırken, Osmanlı İmparatorluğunda bu ilişki hiç bir zaman kurulamamıştır. Emek karşılığı ücret alma sistemi yani kapitalist üretim modu kurulamamış ve buna bağlı olarak da köylülük yarı - serf olarak toprak ağalığına saplanmış kalmıştır. Bu durum ise üst yapının yani property relation dediğimiz mülkiyet ilişkileri (kültürel ve sosyal yapı) donmuş olarak kalmıştır. Bu yüzden de Islahat, Tanzimat ve Meşrutiyet gibi üst yapıda yapılan tüm yenilikçi hareketler başarısız kalmıştır.

 

Bu durumu gerçekçi şekilde ilk ifade eden Türkiye’nin ilk ve son felsefecisi olan Ziya Gökalp’tır. Büyük önder Mustafa Kemale önerdiği ilk olgu Devletçilik sistemi ve topraktaki ilişkilerin kapitalist ilişkiye dönüştürülmesi olmuştur. Ama ne var ki büyük Önder'in çabalarına karşı TBMM de gösterilen olağan üstü direnişler sonunda bu başarılamamıştır.

 

Büyük önder bu durum karşısında üst yapıdaki devrimler (harf devrim, dil devrimi,kadın hakları devrimi gibi) ile Devletin ekonomik sisteme girmesi -Devletçilik- devrimi ile

Dünya tarihine imzasını atmış bir lider olmuştur.

 

Ama ne yazık ki Atatürk’ün erken ölümü ve özellikle İkinci Dünya savaşından sonra iktidara gelen siyasal iktidar sahipleri Kemalist Rönesans’ı tamamıyla görmezden gelerek onlar için kendilerine oy tabanı yaratmak üzere dinsel motifleri kullanarak yönetmeğe başlamışlardır. Bunun yanında ve daha önemli olan Toprak rejiminin yapısını kapitalist ilişkiye doğru değiştirmeyi bir yana bırakarak tam tersine topraktaki yapıyı muhafaza etmek için kendilerine oy vermek üzere Toprak Ağalarının ve Kabile şeflerinin isteklerini kabul etmişlerdir. Örneğin Kinyas Kartal ve Emin Sazak gibi Milletvekillerinin Köy Enstitülerinin kapatılması isteklerine destek vererek Kırsal Kesimin aydınlatılması olayını sağlayan Enstitülerini kapatmışlardır.

 

XXX

 

Kemalist devrimin temelde başardıkları 1920-2010 tarihine kadar ülkenin varlığını Batılılaşma yönünde ilerletmiştir. Bütün karşı-devrimcilerin uğraşmalarına ve bütün çabalarına rağmen Türkiye, Atatürk'ün getirdiği aşağıda belirtilen Kemalist devrimleri korumuş ve yaşatmıştır:

 

1- Laiklik ve Tam bağımsızlık ilkesini

2-Lozan’da çizilen sınırlarını

3-Tek dil tek bayrak ilkesini

4-"Ben manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır” vasiyetini

5-Türkiye yi ve Türkçeyi Araplılaşmaktan kurtarmasını

6-Alfabede Latin harflerinin kullanılmasını

7-Şeyhülislamlık makamının tarihe gömülmesi

8-Kadınlara verilen kadın haklarını yüceltilmesini

9-Şeriat hukukunu ilga ederek Roma Hukukuna uygun Batı hukukunu uygulanmasını

10- Hıristiyanlığın önderi olan Vatikan’daki Papalık rejimine benzer bir sistem olan Halifeliği Halife Vahdettin'in Hıristiyan bir devlete sığınmasından sonra anlamı kalmayan Hilafet makamının Abdülmecit zamanında ilga edilmesi. (**)

 

Ama ne var ki 1730’larda Patrona Halil İsyanı ile başlayan "şeriat isteriz" çığlıklarının yükseldiğini günümüzde duymaktayız. Bu durumun aşağıda görülen iki nedeni vardır:

 

1-Toprak sistemi kapitalistleşmeden eski halinde kalmıştır. Bu ise kırsal kesimde ücret=emek ilişkisi kurulamaması demektir. Diğer bir deyişe Kentler köylüleşmiş ve bir çok insan cehalet içinde varoşlarda yasamaya devam etmiştir. Bu durum siyasette oy deposun haline gelmiş topluluklar olarak olgunlaşmış ve cehaletin ve fakirliğin hakim olduğu ve dinsel motiflerle hatta mezhepsel söylemlerle oy kullanan bu seçmenlerin tercihleriyle siyasal iktidara gelenleri tayin eden çoğunluk haline gelmişlerdir.

 

Okuma yazma oranı çok düşük olan kırsal kesim ile bu varoş oluşumlarından neşet eden insanlar siyasal iktidarı oluşturacak milletvekili seçiminde oy kullanabilirler Bu demokrasinin şartıdır ve güzel bir kuraldır. Ama bu halkın aydınlatılması için gerekli alt yapıya "dokunulmazlık" zırhının giydirilmesinin devamı halinde bu insanların sorunları devam edecektir. Fakirlik ve cehaletin silinmesine ilişkin ne mevcut siyasal iktidarın ne de muhaliftekilerin ülkenin felsefi ve de ekonomik temelini oluşturacak stratejik bir yapı taşları yoktur. Bu durum Türkiye’nin Batılılaşamamasının devam edeceğini göstermektedir.

 

2- Toprak rejimini değiştiremeyen Kemalist dönem Ziya Gökalp’ın önerdiği "üst yapı" dediğimiz devrimlere dönüşen atılımlar yapmıştır. Gökalp’ın temelde "alt yapının değişmesi üst yapıyı değiştiriri önermesini ret etmesi ve üst yapının değişmesinin de toplumu değiştirir öngörüsü Atatürk tarafından kabul edilmiştir. Aslında J.J. Rousseau’nun takipçisi olan Atatürk de zihinsel olarak Gökalp’a zaten yakındır. Örneğin CHP'nin ALTI OK ambleminin her bir ok'u adeta Gökalp’ın yazılarının şekilsel tanımıdır.

 

Ama ne var ki Atatürk’ün getirdiği bu devrimler alt yapı değiştirilemediğinden ötürü yani ekonomi biliminin kendi kurallarının uygulanmamasından ve Kemalist Düşünce Sisteminin özünün halka anlatılmamış olmasından sarsılmış durumdadır. Atatürk 1915 Çanakkale kahramanı olarak adeta dondurulmuştur ve ondan sonraki yıllarda O'nun başardıkları sanki gizli el tarafından kalın bir bulut altında saklanmıştır.

 

XXX

 

Önümüzdeki Anayasa değişikliğinin onaylanması yani başkanlık sistemi getirilmesi sonucunda değişen tek bir şey olacaktır; günümüzdeki, "Ilımlı İslam", "Büyük Ortadoğu Projesi", "İslam Commenwealth" i,"Demokratik Açılım", İngiltere’nin yönetimindeki "ABD Emperyalizm”i varlığına inananların karşı-devrimci nitelikleri değişmedikçe, ülkede emek= ücret ilişkisi kurulmadıkça, halk Atatürkçü Düşünce Sisteminden bihaber kaldıkça, Muhalefet Partileri yarı-uyku, yarı-sanal dünyalarında yaşadıkça " Başkan ne isterse o olur"...

 

Coşkun Ürünlü

 

15 Ağustos 2011

 

___________________________________________________________________________

* Prof. Dr. Nejat Çağatay, Türkiye’de Gerici Eylemler, Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi yayını CXI, Ankara 1972,Sh. 47-48

 

 (**) Gerçekten de Hilafet makamın etkin bir anlamı kalmamıştı. Halife Padişah Vahdettin kaçmak için önce bir Hıristiyan Devlet'e dilekçe vermiş ve kendisinin ve karılarının korunmasını İngiltere Kralından rica etmişti. Bunu Vatikan’daki Papanın bir Müslüman Hükümdara başvurarak İslam’a sığınması olarak düşünmek yanlış olmayacaktır.

 

 

 

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır