Karl Marx ve Kapitalizmin Günümüzdeki Buhranı

 

KARL MARX VE KAPİTALİZMİN GÜNÜMÜZDEKİ BUHRANI

 

İnsanlık tarihine baktığımız zaman toplumların gelişme çizgilerinde, her zaman ve her yerde ileriye doğru geliştiklerini görürüz. Bu bir tür deterministik çizgidir. (1) Sosyolojik olarak toplumdaki yapıların farklı yerlerde ve farklı zamanlarda benzer ilerlemeler kaydettiğini görürüz.
 
Her toplum diyalektik bir süreç içinde kendi içindeki çeşitli unsurların diyalektik etkileşimi sonucunda varacağı bir sonraki merdiven basamağına ulaşırken içinde ilerdeki basamaktaki yapıyı oluşturacak hücreleri de içerir. Diğer bir deyişle; her aşamadaki yapı, kendi antitezini de içinde taşıdığından bu antiteze doğru ilerler. Bir olay doğduğu anda ilerideki bir zaman dilimi içinde dönüşeceği olgunun (yapının) özünü yaratarak yeni bir niteliğe ulaşır; örneğin eğer toplum feodal ise kendi antitezi olan kapitalizme ulaşır.
 
Gerçekten de tarihi sürece baktığımız zaman feodal toplumlar kendi antitezleri olan kapitalist yapıya varırlar. Mesela İngiltere, Sanayi Devrimi ile feodalizmin antitezi olan kapitalizme sürüklenerek ulaşmıştır.
 
Feodal toplumlarda, feodalitenin kendi iç yapısını oluşturan iç dinamikler bireylerin barınma, yiyecek, giyecek ihtiyaçlarını karşılarken, toplum sanayileşmenin gerektirdiği, üretim araçlarının belli kişilerin elinde toplanmış olduğu bir sosyal yapıya ulaşırlar. Bu noktada  toplum, üretim araçlarını ellerinde bulunduran kapitalistlerin isteklerini karşılamaya yönelik bir yapıya varmıştır.
 
Her bir toplumda üretim ilişkileri yani üretim “modu” bir üst yapıdaki mülkiyet ilişkilerini doğurur. Diğer bir deyişle, üretim ilişkileri kendisine paralel bir üst yapı oluşturur. Bu üst yapı ülkenin mülkiyet ilişkilerini tayin eder, ki buna hukuk yapısı da diyebiliriz. Bu birbirlerine bağımlı ve birbirlerini oluşturan üst ve alt yapıların üretim araçlarına azınlığın sahip olduğu ve üretimin geçimi için sadece ücrete tabii işçilerle yapıldığı  sisteme kapitalizm denir. Alt yapıyı teşkil eden üretim modu ile ona paralel ve onunla uyumlu bir üst mülkiyet ilişkileri yapısı sistemin devam edebilmesi için zorunludur. Eğer üretim “modu”, sadece ücret alan işçi ile işçinin emeği karşılığında emeğini satın alan işverenin oluşturduğu bir sistem ise bu sistem bir kapitalist üretim biçimidir ve bu sistemin mülkiyet ilişkilerini de düzenleyen hukuk sisteminde işçi ve işveren hakları ve sorumlulukları bu alt yapıya paralel oluşturulur.   Ama bu kısa dönemlik geçici bir tedbirdir ve yürümez çöker.
 
Karl Marx’a göre eğer bu alt ve üst yapı arasında bir dengesizlik var ise kapitalist sistem yaşantısına devam edemez. Yani hukuksal yapı kapitalistlerin sömürülerini devam ettirebilmelerine olanak sağlayacak yapıda olmalıdır. Bu sistemin, yani alt yapı ile üst yapının birbirine paralel gitmesi gerekmektedir.
 
Üretim ilişkilerine paralel olamayan bir üst mülkiyet ilişki yapısı sistemi sarsar. Bunun en güzel örneği ABD’de 1860 yıllarında doğan Kuzey – Güney iç savaşıdır.  Güney Eyaletlerinde hüküm süren kölelik sistemi kendine has bir üst yapıya sahip idi. Kölelerin, büyük toprak sahiplerinin malikanelerindeki arazilerde ücret almadan, tüm ihtiyaclarının toprak sahibi tarafından karşılandığı bir sistemdi. Ama Kuzey Eyaletlerindeki sanayi (fabrika) üretiminde ücret sistemi esas idi. Kuzey Eyaletlerinin kendi üst yapılarında meri olan emek-ücret  ilişkisine paralel hukuksal düzen, güney eyaletlerine kabul görmüyordu.
 
Ama Marx’a göre kapitalist sistemin başka bir nedenden çatırdaması kaçınılmazdır. Bu çatırtı seslerinin temel nedenlerini ilk olarak diyalektik bir yaklaşımla anlayıp bilimsel bir açıklama getirmeye çalışan Karl Marx olmuştur.
 
Karl Marx kapitalist sistemin toplumun işçi kesimini, yani insanları, cansız bir robot, bir mal haline getirdiğini söylemiş ve bunu “insanın insanı sömürmesi” olarak tanımlamıştır.
Marx “Ekonomik ve Felsefi Elyazmaları” adlı kitabında kapitalizmin sonucu olarak  insanların kendilerine ve toplumlara yabancılaşması ile kendi bireysel varlıklarının da kendilerine yabancılaştırılmasına kapitalizmin sebep olduğunu göstermiştir.
 
Marx’ın bu kitabında güttüğü amaç, sadece insanın “meta” haline gelerek yabancılaşmasının salt nedenini göstermek değil aynı zamanda insanın temel varlığının ve yapısının devam edebilmesi yani tüm canlıların yaşamlarının temel koşulu olan “uygun olanın yaşama” koşulu (survival of fittest ) için gelişmesini sağlayan toplum yapısının nasıl olması gerekliliğine vurgu yapmasıdır. Darwin’in temel öğretisini kendine şiar alan Marx, insanın meta haline gelmesi koşullarının değiştirilmesi zaruretine vurgu yapmak istemişti.  
 
Marx “el yazmalarında” anlattığı kapitalizmin, insanları insanlık dışı (inhuman) duruma nasıl getirdiğinin nedenlerini açıklamak üzere “Das Kapital” adlı eserini 1867 yılında yayınlamıştır.
Marx “Das Kapital”’de iki önemli noktayı vurgulamıştır; birincisi insanın insanı “meta” haline getiren nedenleri izah etmiş, ikincisi ise insanı kendine yabancılaştıran bu sistemin nasıl yıkılacağını açıklamıştır. Bu görüşünü daha önce Communist Manifesto da açıkca vurgulamıştır.
 
Marx’a göre kapitalizm, üretim artışını hızlandıran, sermaye birikiminin genişlediği ve dünyanın büyük gelişmeler elde etmesine olanak sağlayan bir sistemdir. Ancak bu kadar büyük faydaları olan kapitalist sistemin gelişmesi, içinde taşıdığı antitez dolayısı ile kapitalist sistemin çöküşünü sağlamakta ve bunu hızlandırmaktadır.
 
Kapitalist gelişmenin antitezinin özünde, toplumun yarattığı toplam değerden, bu değerin oluşmasına katkısı olan ücretli işçinin “ihtiyacı kadar” pay alamaması, hatta “katkısı oranında” bile pay alamamasıdır. Marx’a göre temel çözüm, her ferdin toplumun yarattığı değere karşılık “ihtiyacı oranında” pay almasının sağlanması olduğunu söyler.
 
Marx’a göre sistemdeki çatırtı kapitalist temelin çürük oluşundan ileri gelir; kapitalist sistem işçi sınıfına katkısının çok aşağısında ücret ödemektedir. Sermaye birikiminin yapılabilmesi için de ücretten başka hiçbir geliri olmayan işçi sınıfının sisteme olan katkısının sömürülmesi gereklidir. 
 
Kapitalist kârını artırmak için, işçi ücretlerini azaltma yahut işçilerin sisteme maliyetini ortadan kaldırmak için makineleşme yollarını izler. Bu aşamaya gelindiğinde kapitalizmin ürettiği malların satılması zarureti iki problemle karşılaşır. Birinci problem kapitalistin ürettiği mala olan talep, işçinin aldığı ücret düştüğü için, işçi sınıfı aldığı ücretle kapitalistin ürettiği mallara bir talep olarak doğamaz. Toplumun büyük kesimini oluşturan işçilerin kapitalist sistemin ürünlerine talepte bulunmazsa üretilen mallar stok (glut) halinde kalır. Sürekli olarak üretmek zorunluluğunda olan kapitalizm artık varlığını sürdüremez. Bunu sürdürebilmesi için işçinin emeğinin karşılığını “katkısı oranı” nında vermek zorunda kalır ki bu kapitalistlerin kârını azaltır. Dolayısıyla ek yeni yatırım yapmasını engeller. Bu durum toplumda bir “buhran” oluşturur. Bu buhranlar dönemsel olarak devam eder ve her yeni dönem bir önceki buhrandan daha derine iner.
 
Günümüzde ortaya çıkan buhran 1929’daki buhrandan daha derindir. Çünkü kapitalizmin siyasal iktidara taşıdığı yönetimler bu noktada yanlış politikalarda ısrar etmektedirler. En önemli hata ise, devlet kaynaklarını yeni yatırımlara değil finans kuruluşlarına tahsis etmekte oluşlarıdır.
Buhranın ilk görüntüleri tespit edildiği zaman siyasal iktidar sahiplerinin önündeki alternatif şudur: Üretim yapan kapitalistlerin birleşmesi, monopolleşmesi sağlanabilir. Üretim miktarını düşürerek ürün satış fiyatlarının artırılması yoluyla monopolleşmeyi yapmak zorunda kalan kapitalistler bunun da yeterli olmadığını her an görmektedirler. Küreselleşme denilen günümüzdeki firmalar arası monopolleşme dışında “uluslararası monopolleşme” çözüme çare olmamıştır.
 
Marx bir yandan kapitalizmin önlenemez çöküşünün nedenini açıklarken diğer yandan kendi kendine toplumun iç dinamiklerinin çalışmasıyla ulaşılacak kapitalist sistemin bir üst sisteme dönüşmesinin hızlandırılmasını ve bu hızlandırılma aşamasında göz önüne alınacak ilkeleri  belirlemiştir.
 
Marx aslında olayın çözümünün, her ferdin toplumun yarattığı değere karşılığı olarak “ihtiyacı kadar” pay almasının sağlanması olduğunu söyler ama bu duruma ulaşabilmek için önce her ferdin toplumun yarattığı değere “katkıları oranında” pay alması gerektiğini söyler.
 
“Marx ayrıca nasıl ki toplumlardaki feodal yapıdan kapitalist yapıya geçiş iç dinamikleriyle sağlandıysa kapitalizmin daha bir üst yapıya iç dinamikleriyle ulaşmayı beklemek yerine topluma müdahale etmek gerektiğini söylerAz gelişmiş ülkelerin halklarının emeklerinin sömürülmesi yani emperyalizmin temeli de sermaye oluşturulması için emeğin sömürülmesi anlayışına dayanmaktadır.
 
Emperyalizmin oluşumunun ilk göstergesi Avrupa’da özellikle Fransa’da 1848’li yıllarda ortaya çıkar. Toplumsal patlamaların temelinde kapitalist sistemin, toplumun çalışanlar kesiminde büyük çöküntüler yaratmasına neden olduğunu biliyoruz. Bu dönem siyasi iktidara sahip olanların  özdeşleştikleri üretici birimlerin (kapitalistlerin) yanında yer aldıklarını görüyoruz. Kapitalist sistemin ortaya çıkarttığı iç sıkıntı ve problemleri hafifletmek için yeni kaynak arayışlarına giden siyasal iktidar sahipleri özdeşleştikleri kapitalist sınıfın dayanağı olan “sistemin zorunluluğu olarak çıkardığı istikrarsızlığın” büyümesini önlemek için emperyalist çareler üretmişlerdir. Örneğin; İngiltere Hindistan’da kurduğu “East Indian Company” kanalıyla 1853’de Hindistan ve Asya’da kolonilere resmen sahip olmuş, Çin’i 1835 Afyon savaşı ile zorlayarak pazar yapmış ve Osmanlı İmparatorluğu’nu 1838 Ticaret Sözleşmesi ile kendine bağımlı hale getirmiştir. Böylelikle kapitalizmin ilk çatırtı seslerinin duyulduğu dönemin hafifletilmesini sağlamıştır. 
 
Marx’a göre, kapitalizmin başarılı çalışması, yani üretim artışını hızlandırmasını, sermaye birikiminin sanayi ve bilime yaptığı  katkılar sağlamıştır. Ama bu kadar büyük faydaları olan kapitalist sistemin yeşermesi, içinde taşıdığı antitezi yani kapitalist sistemin çöküşünü de hazırlamaktadır.
 
Temeldeki sorunun çözülememiş olması, yani emekçinin katkısının oranında pay alamamasından dolayı toplam talebin artırılması çözülememiştir.
 
1929 ekonomik buhranında Marksist iktisadi tahlili çok iyi kavrayan Keynes başta Roosevelt’i ikna ederek “devletin” büyük yatırımlar yapmasını sağlamış ve toplumun çökmesini engelleyen reçetelerle durumu düzeltmiştir. Ama ne var ki gerçekte bu durumun düzelmesi 2. Dünya Savaşı’nda yapılan askeri harcamalara rağmen düzelememiş, ancak Kore Savaşı’nın harcamalarıyla kurtarılabilmişti.
 
Günümüzdeki buhranın çözümü için tekrar devlet kaynakları Başkan Bush tarafından kullanıma açılmış, nakit paralar halka dağıtılmış ve büyük şirketleri kurtarmak için Amerika Merkez Bankası kaynak sağlamıştır.
 
Bu durum aslında dünya kapitalizminin Chicago Okulunun Para Politikası sisteminden, sanki tanrısal bir emirmiş gibi, bir türlü ayrılamamasından kaynaklanmaktadır. Devlet kaynaklarının bankalara ve diğer kuruluşlara aktarılması ve ısrarla Keynes’in devletin büyük yatırımlar yapması fikrini reddedilmemesi sonucunda buhran önlenemeyecektir. Bütün dünyayı etkileyen bu ekonomik krizin temelinde yatan glut olayının varlığını reddetmek sadece para politikalarıyla buhrandan kurtulmanın geçen bir ay içinde mümkün olmayacağını görmüş bulunuyoruz. Çözümün dünyadaki işçilerin üretime katkısı oranında pay almasının sağlanması ile önlenebilir.
 
Gerçekten de son istatistikler  Amerika’da  işsizlik oranının arttığını göstermektedir. Marx'ın dediği gibi her yeni buhran bir önceki buhrandan derindir ve  son iki hafta içinde  monetarist politikalar iflas etmiş ve buhran "reel" sektöre inmeğe başlamıştır. Simdi artık Marx'ın bilimsel  tezlerinin ispatını hep birlikte göreceğimiz devreye gelmiş bulunmaktayız.
 
 Başkan Bush ve ona bağlı "establishment", bankalara ve zenginlere kaynak aktaracağına  eski başkanlardan Franklin D. Roosevelt'in yaptığı gibi üretime  dönük yatırımların Devlet eliyle yapılmasına önayak olmalıdır. Ancak Bush yönetimi hala iflas etmiş para teoricilerinin kapitalist sistem ölmek üzereyken dünya kamuoyuna aspirin değerinde dahi olmayan "Placebo"(**) yutturmalarını uygulamaktadır.
 
Burada başka bir önemli noktaya temas etmek gerekir. O da Türkiye’nin bu buhranlardan etkilenmesi problemidir. Türkiye’nin etkileneceği kesindir ama bu etkilenme gelişmiş ülkelere nazaran daha hafif olacaktır. Çünkü Türkiye yarı- feodal bir ülkedir. Kentsel nüfusun %60-70 oranı varoşlarda yaşamaktadır. Varoşlarda yaşayan halkın sosyal yapısı kırsal kesimle hemen hemen aynı yapıdadır. Yaşam masraflarının çoğunluğu ilişkileri hala devam eden kırsal kesimden gelen takviyelerle karşılanmaktadır.
 
Yarı feodal bir ülke olan Türkiye çalışanlarının çoğunluğunun geliri sadece “ücret” değildir. Kapitalizmin çöküşünün insanlar üzerindeki etkisinin en fazla olacağı ülkeler insanları sadece ücrete tabiî insanlardan oluşan ülkeler olacaktır. Diğer yandan AKP iktidarı tarafından, 1923’te Cumhuriyet’in kurulmasından 2004’e kadar yaratılan tüm sınai tesisler ulaşım ve bilişim sektörleri yabancılara satılmıştır. Bu şunu ifade eder; dünya bu ekonomik buhran içinde çırpınırken Türkiye’deki üretim birimlerine sahip olan kapitalistler Amerika, İngiltere, Fransa ve Rusya’daki kapitalistler kadar zarar görecektir. Borsanın % 70’ine, bankaların % 45’ine, üretim tesislerinin % 60’ından fazlasına sahip olan yerli ve yabancı kapitalistler büyük bir ihtimalle batarken, Türk halkı, açlık ve sıkıntıyı atlatacaktır.
 
 
COŞKUN ÜRÜNLÜ
1 Ekim 2008

----------------------------------------------------
(1) Marxist anlayışa göre "determinism" den anlaşılması gereken " ekonomik kanunlar tarihin yörüngesini tayin eder" ifadesi demektir. Diğer bir deyişle, ekonomik altyapı ile ideolojik (*) üst yapı arasındaki ilişki karşılıklı olarak birbirine bağlı ve birbirini etkileyen tek (unicasual) olgudur. Birinin değişmesi diğerinin değişmesini doğurur.
(*) Ülkedeki cari güçlü inançlar, fikirler özellikle de siyasal ve iktisadi yapısal anlayış demektir.
(**) Placebo: "-miş gibi" yapmanın biyolojik karşılığına denir. Hasta olarak karşımıza gelen kişilerin psikolojik yapılarını kullanarak kişiyi etken herhangi bir madde içermeyen küçük renkli kapsüller ile kandırarak, aldıkları ilacın etkisi ile iyileştiklerine inandırmaya dayalıdır

 

 

 

 

 

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır