CHP: Nereden Nereye—Kemalizmden Türbana?

 

CHP: Nereden Nereye—Kemalizmden Türbana?

Bizi yanlış yola sürükleyen kötüler, çoğu zaman din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep ‘şeriat’ sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz; görürsünüz ki ulusu gerileten, tutsaklaştıran, çürüten kötülükler hep din örtüsü altındaki geriliklerden, bayağılıklardan ve alçaklıklardan gelmiştir.

                                                                                     K.ATATÜRK(1)

 

Türkiye, tarihten gelen kökleriyle Batı Dünyası’nda saygıyla anılan bağımsız ve örnek gösterilen bir ülke durumuna Cumhuriyet Halk Partisi vasıtasıyla ulaşmıştır.  CHP’nin temelinde Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve ülkeyi Araplaştırmadan kurtararak Çağdaş Uygarlığın üstüne çıkarma amacı vardır.  Kökleri vatan kurtarılması için şehit olmuş insanlara medeni olunması için laikliği, harflerin Arapçadan kurtarılıp Latin harflerine geçilmesini, kadınların sosyal haklarına kavuşturulmasını, dilinin Türkçe olmasını, kıyafetlerinin çağdaşlaştırılmasını, takviminin dünya standardına ulaştırılmasını sağlamak için, % 90’ı ümmi olan topluma yön vermek için, kurulan bir partidir.
 
Cumhuriyet Halk Partisi’nden sonra kurulan tüm partiler, hiçbir mücadele göstermeden sadece çok partili demokratik rejim arzusu nedeni ile kurulmuş partilerdir. Örneğin; Demokrat Parti, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerinden Celal Bayar, Fuat Köprülü, Refik Koraltan ve Adnan Menderes’in birlikte yola çıkmaları için Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı İnönü tarafından seçilmiş önderlerle ve onlar tarafından kurulması ve yönlendirilmesi sağlanmış ilk muhalefet partisidir. Yakın tarihimizde Adalet Partisi, Anavatan Partisi, Yeni Türkiye Partisi, Millet Partisi, Demokrat Parti, Hürriyet Partisi, Milli Selamet Partisi ve daha birçoğu tarihten gelmiş ama süreç içinde yok olmuşlardır. Bunların arasında siyasal iktidara gelmiş hatta yıllarca Türkiye’yi yönetmiş partiler de vardır.
 
Türk siyasi tarihinde bütün bu partiler kurulup batarken Cumhuriyet Halk Partisi dimdik ayakta kalmıştır. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi’nin temelinde dört önemli nitelik vardır: Toprak bütünlüğünü savunmak, bağımsızlığa inanmak, laiklik ilkesini savunmak ve aklı ve bilimi esas almak; Atatürk, “Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır” demiş ve bunu  Türk Milleti'ne şiar olarak bırakmıştır.
 
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyadaki gelişmelere paralel olarak New York’ta kurulan Birlemiş Milletlere, üye olmak azim ve niyetleriyle ve klasik demokrasi anlayışının gerektirdiği çok partili rejime geçmek amacıyla Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı İnönü tarafından kurdurulan Demokrat Parti ne yazık ki cumhuriyetimiz kurucularının hiç istemediği bir platformda gelişimini sürdürmüştür. Örneğin; Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı'nın, Demokrat Parti’nin kurulması aşamasında, seçtiği adı geçen dört milletvekilinden tek isteği laiklik ilkesinin muhafazası ve zarar görmemesidir; ama Demokrat Parti getirdiği platformda ne kurucu ataların yarattığı ve yürüttüğü anlayışa uygun davranmış, ne de Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı İnönü’nün Demokrat Partiyi kurma izninin şartı olan laiklik ilkesine “sadık” kalma yolunu izlemiştir. Arkasından uzun yıllar ülkeyi yöneten Adalet Partisi de laiklik ilkesinden tavizler veren ve hatta "İmam Hatip Lisesi mezunlarına üniversitelere geçiş olanağı"nı  sağlayan  İkinci Beş Yıllık Plan'ın TBMM'ye sunulması aşamasında; bunun plan hükmü haline getirilmesini ve böylelikle tevhidi tedrisat ilkesinin tahrip edilerek Kemalizmin en önemli niteliği olan Egitim ve Ögretimin laiklik temelinin yok edilme kapısının ardına kadar açılmasının yaratıcısı olan bir parti niteliğiyle tarihe gömülmüştür.
 
Demokrat Parti 1950 yılında iktidara geldikten sonra ezanın Arapça okunmasına izin vermiş, kentsel kesimin aydınlatılması amacıyla Atatürk tarafından kurulan “halk evleri” 2 Ağustos 1951’de ve yine Atatürk tarafından kırsal kesimin eğitilmesi amacıyla kurulan “köy enstitüleri” 27 Ocak 1954’te kapatılmıştır. Hem kurucu atalarımızın öngördüğü düzeni değiştirme çabaları hem de kuruluş izni şartının terk edilerek 1730’larda başlayıp 31 Mart vakasıyla sürdürülen ve Menemen Olayı ve İzmir suikastı olaylarıyla süregelen Kemalist dönemin kurulmasından önceki hilafet-şeyhülislamlık ile Arap kültürüne dönme çabaları ivme kazanmıştır.
 
1960 yılına gelene kadar Cumhuriyet Halk Partisi bu geriye gidiş rüzgârını partinin genel başkanı İnönü’nün yürüttüğü mücadele ile bertaraf ederek püskürtmeye gayret etmiştir. 1954 seçimlerinde Demokrat Parti alınan oyların % 57,5 ile 501 milletvekili çıkarmış, Cumhuriyet Halk Partisi ise % 35 oy alarak sadece 31 milletvekili çıkarabilmiştir. Buna rağmen bu dönemde cumhuriyet öncesi rejime dönüş Cumhuriyet Halk Partisi’nin gayretli mücadelesi ile durdurulmuştur. Bu mücadelenin başarılmasının temeli, Kemalizm felsefesinin dayandığı ''Altı Ok'' ilkelerinden’den taviz verilmeden Atatürk’ün kurduğu kurumsal yapılanmaya, toprak bütünlüğüne, bağımsızlığa ve laiklik ilkesine sadık kalınmasıdır.
 
1960–2010 yılları arasında geçen elli yıllık dönemde, kuruluşunda ve gelişmesinde Altı Ok olarak ifadesini bulan Kemalist ilkeler ışığında  tahlil edildiğinde, Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’nin bugün sürüklendiği çıkmazı önlemeye yeterli olmamıştır.
 
2010 yılında, Anayasa referandumu tarihinden  önce Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlığı’na gelen Kemal Kılıçdaroğlu tüm referandum sürecinde büyük özveri ile çalışarak Partisinin başarılı olması için büyük mücadele vermiştir. Bu çalışmaları sonucunda “hayır” oylarının artmasına katkısı olmasına rağmen Anayasa değişikliklerinin “red” edilmesini sağlayacak yeterli oyun alınmasında başarılı olamamıştır.
 
Atatürk’ün Cumhuriyet Halk Partisi için şu deyişinde özetlenen temel felsefe, CHP’nin yol göstericisi olmalıdır.(*)
 
Tekrar edeceğim ki Halk Fırkası Müdafaai Hukuk Cemiyeti gibi bütün milleti tenvir ve bütün millete delalet vazifesiyle mükelleftir. Fırkamıza adi politikacılık atfedenler nankör insanlardır. Memleket mütenasip bir vahdete muhtaçtır. Alelade politikacılıkla milleti parçalamak hıyanettir.
Riyasetini taşımakla iftihar ettiğim Cumhuriyet Halk Fırkası, diğer memleketlerde olduğu gibi alelade sokak politikası yapan bir fırka değildir.
 
Ancak CHP, mevcut anlayışı ile bu felsefeyi savunmaktan ve yürütmekten çok uzaktır. CHP  atalet içinde, heyecan yoksunu olarak  Baykal’dan Kılıçdaroğlu’na zıplamış, fakat içindeki Genel Sekreter kim olacak tartışmalarının zemininde ve AKP’nin metotlarından ve uygulamalarından habersiz bir şekilde ayak sürüyerek referandum mücadelesini kaybederken, AKP son derece dinamik, neyi niçin yaptığını örtüleyerek başarısı için son derece çağdaş metotlar uygulamış ve sosyal-psikoloji unsurlarını bol bol kullanarak ülkenin Çağdaş Uygarlıktan geriye çekilmesini sağlayacak anahtarlarına kavuşmuştur.
 
CHP’nin kadrosu değişmiş, parti içi güç odakları değişmemiştir. Bu güç odaklarının yönettiği Cumhuriyet Halk Partisi, sadece başkanını değiştirerek yetinmiş, aynı bürokrasiyi muhafaza etmiştir. Bu bürokrasinin esas hatası Cumhuriyet Halk Partisi’nin kuruluş felsefesini unutmuş ve hatırlamamaya devam etmiş olmasıdır.
 
Referandum sürecinde AKP’nin yolsuzluklarının anlatılmasıyla yetinilmiş ve sanki CHP’nin öz felsefesini temsil eden Altı Ok buharlaşıp kaybolmuş gibi gündeme dahi getirilmemiştir. CHP’nin DNA’sı olan “Atatürkçü Düşünce ve Eylem Sistemi”, ne referanduma gidiş aşamasında ne de referandum devam ederken unutulmuş olmaktan kurtulamamıştır.
 
CHP’nin AKP ile mücadele edecek  azmi,  içten savaşım isteği,  metodu, dayandığı felsefesinin olmayışı AKP’nin neyi nasıl yaptığını anlamayışı; AKP’nin yürüttüğü propagandanın amacının altında yatan “saik”ın ne olduğunu saptayarak bunu topluma anlatmada yetersiz kalması gibi unsurlar referandumda “evet” oylarının kazanmasına yol açmıştır.
 
Ayrıca halkın en kutsal duygu ve inançlarını harekete geçirebilen yani kısa ve öz sloganlar üretebilme yeteneğine sahip AKP kadrolarının oynadıkları oyunları bozacak CHP’li kadroların CHP bünyesinde yaşatılmamış olması temel etkenlerdendir. Büyük Atatürk şöyle söylemiştir:
 
Bizi yanlış yola sürükleyen kötüler, çoğu zaman din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep ‘şeriat’ sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz; görürsünüz ki ulusu gerileten, tutsaklaştıran, çürüten kötülükler hep din örtüsü altındaki geriliklerden, bayağılıklardan ve alçaklıklardan gelmiştir
(1)
 
AKP’nin türban meselesini gündemde devamlı olarak tutmasının temel nedenlerinden biri Türkiye’deki dinci oluşumların, cemaatlerin ve tarikatların, AKP’yi desteklemesini sağlamaktır.. Atatürk bunun için şöyle demiştir:
 
Mevcut tarikatların gayesi, kendilerine tabi olan kimseleri dünyevi ve manevi hayatta mazharı saadet kılmaktan başka ne olabilir? Bugün ilmin, fennin bütün şümulüyle (=kapsamıyla) medeniyetin muvacehei şulepaşında (=ışığı önünde) filan veya falan şeyhin irşadıyla saadeti maddiye ve maneviye arayacak kadar iptidai (=ilkel) insanların Türkiye camiai medeniyesinde mevcudiyetini asla kabul etmiyorum. Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat, tarikatı medeniyedir. Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için kâfidir.
 
Öyle anlaşılıyor ki, siyasal iktidarın stratejik hedefi, cumhuriyet öncesi sosyo-kültürel yapıya geri dönüşü sağlayarak mecelle hukukunu getirmek, dinsel dogmalarla donatılmış hilafet-şeyhülislamlık yapısını oluşturmak, toplum üst yapısını Araplaştırmak ve üniter devlet yaklaşımını demokrasi etiketi altında “tüm Müslümanlar bütünleşmelidir” felsefesiyle geriye götürmektir. Bu gerçeklerin halka anlatılamaması ve bu çerçevede stratejiler geliştirilmemiş olması karşısında ise Cumhuriyet Halk Partisi’nin durumu tam bir umut kırıcıdır.
 
Hâlbuki Cumhuriyet Halk Partisi, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk örgütlerinden başlayarak akıl çizgisinde ve Çağdaş Uygarlığın esasını oluşturan akıl ve bilim ışığında bir partiye dönüşmüş, siyasal bir örgütlenmedir. Cumhuriyet Halk Partisi, Araplaşmanın zirvesinde, teokratik devlet yapısının gölgesinde, halifenin yönetiminde, şeyhülislamların güdümünde, emperyalizmin çizmesi altından kurtularak modern bir ulus yaratan tecrübeli bir partidir.
 
Bu gerçekleri görmeyen CHP yönetimleri, AKP’nin kuruluşundan beri uygulamakta olduğu metodolojisini kopyalayarak Türkiye’yi aynı yanlışlara sürüklemeye ortak olmuştur. Çarşafa rozet takmak, türbanı serbest bırakmaya yönelik çalışmalar yapmak Mustafa Kemal’in laiklik devriminin temel ilkesi yıpratmaktadır.
 
Türban uygulamasını Türkiye’ye zorlayan AKP iktidarını taklit amacıyla Kılıçdaroğlu türban konusunu yeniden hayata döndürmüştür. Hatta türbanı bir inanç unsuru olarak değil, hukuk çerçevesinde hak ve özgürlükler sorunu olarak gördüğünü belirtmiş ve Türkiye’nin hukuk devleti olduğunu söyleyerek kendisini savunmuştur.
 
Ama bu savunmanın geçerliliği ne olursa olsun türban raporu hazırlanması için bir talimat verdiği gerçektir. Çünkü YÖK Başkanı Özcan’ın dediğine göre türban raporunun hazırlanmasını Kılıçdaroğlu CHP PM üyesi ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Sencer Ayata’nın bizzat yürütmesini istemiştir. Sencer Ayata bir röportajında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin vermiş olduğu kararları incelediklerini, bu çalışmanın uzun süredir devam ettiğini, ancak araya referandum çalışmalarının girmesi ile durakladığını da söylemiştir.
 
CHP, üniversitelerde türban serbestîsini öngören Anayasa değişikliğini yapan yasayı en son 2008 yılında müracaat ettiği Anayasa Mahkemesi tarafından hem iptal ettirmiş hem de yürürlüğünü durdurtmuştu. O zaman CHP’nin başında Deniz Baykal vardı!. Yani Ayata’nın söylemine göre bu çalışma iki yıl kadar uzun bir zamandan beri devam etmekte! O yüzden Ayata’nın dediği gibi çok da uzun olması mantıken mümkün değil. Ayata türban meselesi ile ilgili soruları cevaplarken “Din adamlarının türban konusundaki görüşlerine de başvurmak istiyoruz.” demiştir.(2)
 
Aslında CHP bu yaklaşımıyla kendi içinde bir tezada düşmektedir. Üniversitelerde türbanı özgürlük adı altında destekleyen bu yaklaşım neden diğer kamu alanlarında türbanı kabul etmemektedir? Aynı açıdan bakıldığında bu da bir özgürlük kısıtlaması değil midir? Oysa Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk şöyle demektedir:
 
Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki başına bir bez veya bir peştemal veya buna mümasil bir şeyler atarak yüzünü gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın anlamı ve medlulü nedir? Efendiler, uygar bir millet anası, millet kızı bu garip şekle, bu vahşi vaziyete girer mi? …. Derhal düzeltilmesi gerekir…
 
Kılıçdaroğlu Türkiye Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı ile türban olayı tarihe gömülmüşken tekrar onu mezardan çıkarıp gündeme taşımasının laiklik sisteminin yıkılmasına bir “anahtar” olduğunu unutmuştur.Bu politika AKP’nin gündemi meşgul etme politikasına destek vermekte ve ülke gündeminin yapay sorunlarla boğulmasına sebep olmaktadır.
 Bu aslında çağdaş hukuk sistemimizin yani Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının çiğnenmesi ve Atatürk’ün deyimi ile “Her devrimin kendine özel müeyyidesi bulunması gereklidir” düşüncesine aykırıdır.
 
Milletimiz kemali azimle içtimai ve fikrî tekâmülüne çalışırken, onu bundan alıkoyacak dahilî ve haricî maniaların karşısında kuvvetli, kudretli ve vazifei aliyesini müdrik güçlerin var olacağını düşünerek müsterih olabilir. Yeni hukuk esaslarından, yeni ihtiyacatımızın talebettiği kanunlardan bahsederken 'her inkılâbın kendisine mahsus müeyyidesi bulunmak zaruridir' hikmetine, yalnız bu hikmete işaret etmiyorum. Beyhude bir sistem temayülünden nefsimi tahzir ederek, fakat Türk milletinin muasır medeniyetin vasıflarından ve feyizlerinden müstefid olmak için lâakal üç yüz seneden beri sarf ettiği gayretlerin ne kadar elemli ve ıstıraplı mevani karşısında heba olduğunu kemali teessür ve intibahla göz önüne alarak söylüyorum.
 
AKP aydın kişileri, yazarları, basın mensupları, televizyon programcılarını, profesörlerin ve medya sahiplerini mahkemelere sevk edilmeler ve tutuklanmaları ve uzun tutukluluk  süreleriyle bertaraf edilmeleri karşısında CHP suskun kalmıştır. Bu durumlar sürerken bunları ülkenin temel problemleri olarak görmeyip daha aktif bir  muhalefet uygulamasını becereceğine gündeme  ölmüş bir  türban konusunu taşımış   böylelikle ülke gündeminde HSYK sorunu Anayasa mahkemesinin yapısı  gibi sorunların göz ardı edilmesine  yol açmıştır. Kısaca CHP'nin daha aktif olması sağlanamamıştır. 
 
AKP siyasal iktidarı günün her saatinde değil, her dakikasında gündem değiştirici olaylar, olgular ve haberlerle toplumu dengesizliğe iterken yani istikrarsız denge halini muhafaza ederek çeşitli konularda halkın temel sorunları düşünmesini bir yandan engellerken; diğer yandan da toplumun genel bir korku humması içine düşmesinin zeminini hazırlamaktadır. Yani,halkı, referandum atmosferinde ana konuların tartışılmasından uzaklaştırmak için bu istikrarsız dengeyi oluşturan  değişkenlerin birini ya da bir kaçını etkileyerek mesela yeni bir  “konu” gündeme sokularak ana konunun öne çıkması engellenmiştir. Kendi hatalarını göz ardı ederek gerçek konulardan kaçınarak, hatta toplumun değer verdiği olay ve olgulardan sakınarak ve özellikle toplumu rencide etme ihtimali bulunan (Habur Kapısı örneği gibi) veya AKP’nin öz niyetinin yani stratejik amacının belli edilmemesi için (örneğin, Kürt açılımının DNA’sının saklı tutulması gibi) unsurlar korku örtüsünün altında kullanılmıştır. CHP bu yaklaşımın temel nedenini kristalize edememiş ya da etmesine rağmen bunun panzehirinin Kemalizmin temelini oluşturan halka açıklıkla her şeyin anlatılması gerçeğini unutmuştur.
 
AKP nin ekonomi politikalarının temelinde özelleştirmeler ve özellikle milli varlıkların yabancıların eline geçmesi konularında, CHP’nin gerçekleri ve bunların ne kadar yanlışlıklarla dolu olduğunu ve sakıncalarını halka anlatmakta ve iknada daha aktif davranması sağlanamadığı gibi suskunluk içinde kalınmıştır ve elan kalınmaktadır.
 
AKP İktidarının var olma “sebebi” ile var olma “saiki” birbirine taban tabana zıttır. Varlığının “saikı” şeriat devletine yönelmek, Araplaştırmayı canlandırmak “Sünni” Müslüman dünyasının lideri olarak Osmanlı İmparatorluğu’ndaki halife sistemine geri dönüş yollarını asfaltlamak ve bunun için demokrasiyi salt sandık = oy kavramıyla isimlendirerek sonuca varmak olduğunu tespit edemeyen CHP referandum sürecinde “gemicik” edebiyatıyla vakit harcamıştır. CHP ne yazık ki hala günümüzde yavaş yavaş görülmeye başlayan, yasama erkine ek yargı erkini ele geçirerek laik sistemi değiştirmek ve Türkiye’yi Atatürk rejiminden geriye götürme yollarının hızla açıldığının görememektedir.
 
Türkiye’nin laik rejiminin bekası sadece Türkiye’nin değil şeriat kurallarıyla yönetilen birçok Müslüman ülke halklarının da geleceklerine ümitle bakmalarına neden olurken şimdi onlar da endişeli bekleyişler içine düşmüşlerdir. Hiç unutulmaması gereken bir olgu Irandan Türkiye’ye sığınan birçok İranlı kadın ve diğer göçmenlerin feryatlarının büyüklüğüdür. Ama ne var ki CHP için bunlar şu an gündeme getirdikleri “Türban” kadar önemli değildir. Ama o ülkeler halkları değerleri kendinden menkul Krallar, Şeyhler, Emirler ve Irandaki gibi İmamların akıl dışı eylemleri altında ıstırap çekmekteyken Türkiye’deki rejime gıpta ederlerdi. Şimdi emperyalizm çizmesi altında sömürgeci güçlere biat edenler bu sözde “dost” ülke yöneticileri, kırmızı halılarla Anıt Kabir’e gitmekten kaçınmaları bir yana beşuş çehrelerle izzet ve ikrama gark edilmektedirler. Ama ana muhalefet sessiz sessiz aynen eylemsizliklerine yenilmiş insanların Godot’yu bekledikleri gibi neyi beklediklerini bilmeden sakin sakin ‘turban nasıl kurtulur’u oynamakla  zaman geçirmektedirler.
 
AKP’nin referandumda söylenmeyen alt sebebi yani gizlenen “saik”in emareleri artık belirmeye başlamıştır. Anayasa Mahkemesine yapılan atamalar ile  laiklik resmini içinde barındırmadığı söylenen hâkimler ve savcılar, HSYK yoluyla görev yerlerine gelmeye başlamışlardır.
 
AKP referandum sürecinde kendi hatalarını ve yanlış icraatlarını örtülemek yolunda ise en dramatik olaylar gündeme getirilmiştir. Örneğin; Adnan Menderes’in idam edilmesi ve darbe olaylarını gündemde tutarak Habur Kapısı olayını göz ardı etmeyi başarmışlardır. Kürt açılımının karartılması dolayısıyla çoğu İç Anadolu ve Karadeniz Bölgelerindeki seçmenlerin bu olay hakkında bilinçlendirilmesi engellenmiştir.
 
Neden bu konu CHP tarafından kitlelere bütün ayrıntıları ile anlatılmamıştır. Anlatılmamıştır zira Kürt açılımı hakkında Parti’nin kesin ve kati bir görüşünün varlığı belli değildir; ya da bu konuda da CHP tıpkı çarşafa rozet takarak ve turbanı kabul ederek oy alacağı boş varsayımına inandığı gibi bu açılımın gerçek amacını bilmesine rağmen sessizliği tercih etmiştir.
 
Habur durumundaki Kürt açılımının temel DNA’sı izah edilmiş olsa idi Karadeniz ve İç Anadolu’daki evet oylarının azalmasının kaçınılmaz bir sonuç  olacağını düşünmeye hatalı bir yaklaşım denilebilir mi? Ne var ki Cumhuriyet Halk Partisi’nin 70 yıllık bir siyasi parti olarak tecrübeleri ve bilgisini değerlendirip Kürt açılımının temel DNA’sının ne olduğunu anlamaması, anlayıp ta açıklamaması ve bu konuyu sumen altı etmesi, CHP’nin aczini ifade etmek değil midir? 
 
AKP’nin referandumdan başarılı sonuçlar alması karşısında önemli olan olgu CHP’nin şaşkınlığa düşmüş olmasıdır. Ne yapacağını bilemeyen CHP, AKP’nin daha önce uyguladığı Sezen Aksu olayında olduğu gibi toplumla ilişki kurması gibi yani yarı trajik yarı komik olayları taklit etmeye başlamıştır.
 
Görünen odur ki, CHP yeni yönetimi eski yönetimin alışkanlıklarından ayrılmamış, onu devam ettirmektedir. Bu yaklaşımın temel nedeni Baykal yönetiminde CHP’nin yeniden kurulması aşamasında parti kadrolarının oluşturulmasında Maliye Bakanlığı, Dış İşleri Bakanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı bürokratları, üniversite öğretim üyeleri, avukatlar gibi toplumun yetiştirdiği saygın kişiler yönetime alınmıştır. Bunların temel özelliği  yabancı dil bilen, üniversite üstü eğitimi olan, Türkiye’nin elit tabakasından oluşan kadrolardan gelmeleridir. Ama tek özelliği bunların hemen hemen % 90’ının politika denilen “düşünce sistemi'' sahasında tecrübeye sahip olmayanlardan oluşmasıdır. Aralarında siyasete uygun öngörü sahipleri var olmasına rağmen Partideki üst kadrolar onlar için siyaset alanı içinde hem yatay hem dikey hareket etmelerini engelleme yolunda sistematik biçimde kısıtlamalar varlığını sürdürmüştür.
 
Siyaset bir bilim mesleği olmaktan çok bir yönetim elemanı olmaktan çok, bir felsefeye dayanan, bir tabana dayanan bir olgudur ve öngörü sahiplerinin toplumun gelişme merdivenlerinden yukarıya çıkarılmasının idrakine sahip olmaları gereklidir. Eğer bu parti yapısı gerçekten siyaset arenasında CHP’nin Atatürk zamanındaki kuruluşundaki amacına halkı yönlendirmek için ve halkoylarıyla iktidara gelerek kurucu atalarımızın öngördüğü Kemalist anlayışı uygulama olanağına kavuşmasını isterse  kemikleşmiş kadrolarla başarılı olunamayacağının bilinciyle hareket etmelidir. 
 
Aksi halde CHP'nin eski lideri  Ecevit'in geçmişte halk oylarıyla iktidara geldiğinde akademisyenler ve siyaset dışı kadroları devlet örgütüne atayıp dünya ekonomi literatüründe mevcut olmayan halk sektörü, köy kent gibi kavramlar uygulayarak ülkenin abesle iştigal etmesine yol açmış olduğu ve Atatürkçü Kemalist felsefenin halkoylarıyla iktidara getirildiğinde Kemalizm’in canlandırılması fırsatının kaçırılmış olduğu unutulmamalıdır. Ama ne var ki Ecevit’in Merve Kavakçı’nın TBMM’ye kaçak olarak getirilmesinde gösterdiği reaksiyon, yani günümüzde Atatürk’ün temel ilkesinin yok edilmesinin “anahtar”ı olan türbana gösterdiği reaksiyon Kemalizm tarihinde alkışlanacak tarihi bir olaydır. Ama Kılıçdaroğlu ile yenilenen CHP kadrosunun türbanı canlandırarak Atatürkçülüğe vurduğu darbe ve kendisinin türban söylemiyle hem kendisi hem de yönetimindeki Parti de tarihe geçecektir.
 
Sonuç olarak, Atatürkçü Düşünce Sisteminin korunması için gerekli çabaların gösterilememesinden dolayı, AKP iktidarının ülke yapısını anti-laik yapıya dönüştürmesinin engellenmesinde  Türkiye başarısız olmuştur. Bu arada Cumhuriyet Halk Partisi   avamlaştırılmış, ‘nabza göre şerbet vermek’ politikası uygulayarak CHP ülke içinde görünmez olmuştur. Halbuki ‘’ALTI OK’’ Parti’nin dayandığı temeldir. Eğer bu temel canlandırılamazsa CHP 2011 Milletvekili Seçiminin sonucunda çok derin bir hüsrana uğradığını görecektir.

Coşkun Ürünlü
23.10.2010
 
===============================================
 (*) Atatürk'ün Söylev ve Demeçlerinden alınan alıntılar için kaynak:   Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları 1; Türk Tarih Kurumu,1959, Cilt: II, Sh. 215.217.224
 
(1) Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Düşünce  ve Davranışları İle  Atatürk, Ankara,2009 Sh.IX (Anıtkabir Kitap Satış Salonu)

(2)  Taha Hazar, http://www.yenisehirim.com/yazar/566-chp-hep-aynı-filmi-cevirmekten-sıkılmadı-mı.html 

 

   

 

 

 

 

 

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır