İrtica ve Laiklik

 

İrtica ve Laiklik

Genel Kurmay başkanımız Yaşar Büyükanıt 1 Ekim 2007 tarihindeki konuşmasında  “hiç bir güç Türkiye Cumhuriyetinin laik yapısını değiştiremez ve bunu yapmaya gücü yetmez” açıklamasıyla AKP’li Prof. Üskül’ün istediği, yeni bir Anayasa yapılmalı ve bu yeni anayasadan Kemalizm kaldırılmalı, isteğine kimsenin gücünün yetmeyeceğini belirtiyordu.

Günümüzde Yeni Anayasa taslağı tamamlanmış ve Kemalizm’in özü olan laiklik AKP tarafından sözde korunurken özde çeşitli yollar, metotlar, yaklaşımlar ve manevralarla aşındırılma çabalarına maruz bırakılmıştır. Hatta bazı köşe yazarları (Taha Akyol, Atatürk, efsane ve gerçek" ---"İrticayı bırak, Kürtçülüğe bak", Milliyet) irtica tehlikesinin  “cumhuriyetin kuruluş dönemindeki kaygıların "kutsal metinler" gibi nesillerden nesillere aktarılmasından kaynaklanıyor. Zamanla geçecek” diyerek Anayasa taslağı hakkında irtica/laiklik tartışmalarının artık terk edilmesini tavsiye edebilmektedirler.

Laiklik büyük Atatürk’ün kurduğu Türkiye ülkesinin ve devletinin temel taşıdır.

Bu öyle bir taştır ki ülkenin bütünlüğünü sağlam tutmak isteyen her aydın, laiklik ilkesinin yok edilmesiyle dinci bir ülke haline döneceğimizi ve bunun sonucunda ülke bütünlüğünü koruyamayacağımızı görür. Eğer bunu idrak edemiyorsa ya zihinsel gaflete düşmüş bir dalalet mürididir; yahut bilerek ve isteyerek Kemalizm’e cihad açmış zavallının biridir.. 

Bu mücahitlerin çoğunluğu konuşmalarında ya da yazılarında Atatürk’e cepheden hücum etmek yerine onu, bir takım imalarda bulunarak ya da “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” Osmanlı fırsatçılığıyla yıpratmaktan adeta içsel bir zevk almaktadırlar. Örneğin “Atatürk... bir doktrin babası değildir...bugünkü bambaşka dünyamızda kendi çağımızın verileriyle düşünmek zorundayız; Türkiye'yi geçmişin değil, geleceğin dünyasında yaşatmak için!" tarzındaki  yazılarıyla Atatürk’ü yıpratıp aşındırmaya çabalamaktadırlar. Bir anlamda toplumu kendi inançları doğrultusuna çekme gayretlerine devam etmekteler ve hatta 22 Temmuz "dindar cumhurbaşkanı ister misiniz" referandumu ( pardon milletvekili seçimi) sonucunda Prof. Dr. Üskül'ün isteğini karşılayacak ve bu mücahitleri mutlu edecek Yeni Anayasa  taslağı bitmiş olmasına rağmen bu ısrarlarını sürdürmektedirler. R. Ecevit’in de belirttiği gibi bu şeriat özlemcilerinin yıllardır hayata geçirmek için çalıştıkları şeriat düzeninin yeni bir Anayasa ile yasallaştırılmaya çalışıldığı ortadadır. Ama Ecevit’e göre “Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci bir yarısı vardır. Cumhuriyetimizin bu ikinci yarısı boş durmayacak ve kendinin has parçası olan öteki yarısını bu şeriat hastalığından kurtarmasının yolunu mutlaka bulacaktır. Laik Türkiye Cumhuriyeti yara almıştır. Yara kangren olmadan Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yarısı bir an önce ağırlığını ortaya koymalıdır” diyerek gerçekçi bir saptama yapması ve Türkiye’nin  bu çağrıya Üniversiteler, yüksek yargı mensupları, hatta TUSIAD gibi laiklik ve Atatürk yandaşlarının seslerinin ülkeyi kaplaması üzerine bu mücahitler hemen gene "durumdan vazife" çıkarmaya başlamışlardır.  Yeni Anayasada laiklik tehlikesinin büyük oranlarda tehlike altına girdiğinin halkın görmesi ve tavır almaya başlamasının genişlemesi üzerine bu kez ülke insanının en hassas konusu olan Kürtçülük konusunu gündeme getirerek laiklik tartışmasının ikinci plana atılmasını sağlamaya gayret göstermektedirler.

Yani diğer bir ifadeyle bu kez kullandıkları format laiklik tartışmasını gündemden düşürmek için “irticayı bırak, Kürtçülüğe bak” diyerek “durumdan  çıkarttıkları vazifeleri gereği harekete geçmişlerdir. Bu Kürtçülük konusu tabiî ki ülkemizin temel sorunlarından biridir ama irticaının yayılması ve anayasal teminat altına alınması birçok Kürt kökenli vatandaşımızın da istemediği bir rejim değişikliğinin ilk basamağıdır. “İrticayı bırak, Kürtçülüğe bak “ demek ve hele  “Bizde irtica korkusu sosyolojik gerçeklerden değil, cumhuriyetin kuruluş dönemindeki kaygıların "kutsal metinler" gibi nesillerden nesillere aktarılmasından kaynaklanıyor. Zamanla geçecek” diyerek irtica tehlikesini hafifletmek ya da daha doğrusu göz ardı etmeye çalışmak  geç kalınmış bir eylem niteliğini göstermektedir. Zira Yargıtay başkanı Arslan “Her yerde, defalarca söylüyorum: Evet biz tarafız. Laiklikte tarafız. Cumhuriyetin kazanımlarında tarafız. Anayasanın ilk üç maddesinde tarafız. Ay yıldızlı bayrağımızda, başkentimizin Ankara olmasında tarafız. Bölünmez bütünlükte tarafız. Vatanın bağımsızlığında tarafız. Cumhuriyet’te tarafız.”  Yargıtay Başkanı devam ediyor “laiklik mezhep çatışmalarını engellemiştir. … Atatürk bu sistemi getirmeseydi toplum birbirini yer, ülke işte o zaman bölünme tehlikesiyle karşı karşıya kalırdı” diyerek laiklik ilkesinin muazzam gücünü vurgulaması laik kesime ışık olarak belirmiştir. Hele Genelkurmay Başkanı Sayın Büyükanıt’ın “hiçbir güç Türkiye Cumhuriyeti’nin laik yapısını değiştiremez ve bunu yapmaya gücü yetmez” vurgusu karşısında bu mücahitler kendilerine şunu sormalıdırlar: acaba ne yazmalıyız ki Yargıtay Başkanı ile Genelkurmay Başkanını ikna edelim ve irtica korkusunun geçici olduğunu nasıl “KABAKÇI Mustafa ile Derviş Vahdeti çoktan unutulmuş…” ise ve “Bizde irtica korkusu sosyolojik gerçeklerden değil, cumhuriyetin kuruluş dönemindeki kaygıların "kutsal metinler" gibi nesillerden nesillere aktarılmasından kaynaklanıyor. Zamanla geçecek” olduğuna dair “ilmi mülahazalarımız” ile “irticayı bırak,Kürtçülüğe bak” diye onları ikna etsek ve bu Başkanları da nasılsa irtica korkusu zamanla geçecekmiş o halde bizim de laikliği savunmamıza gerek yok dedirtsek?   

Dinci ve gerici gelişmelerden korku öyle cumhuriyetin kuruluş dönemindeki kaygılara bağlamak gerçekten tarihi gerçekleri belli bir amaç için tahrif etmekten ibarettir. Osmanlı devletinin baş belası hep Batılılaşmanın düşmanlarından ve onların dini kullanarak kışkırtmalarından kaynaklanmıştır. 28 Eylül 1730 Patrona Halil isyanını Ayasofya şeyhi İspirizade Ahmet Efendinin liderliği ile Müderris İbrahim Efendinin İstanbul kadısı olarak uygun fetvalar vererek ihtilali yasal hale getirmesi ve Ulemanın da bu ayaklanmaya katılması olmasaydı mahallelinin Saray’ı kuşatarak isyanı mümkün olacak mıydı? Rıza Zelyut’un dediği gibi “cami  ve çevresini işin içine sokmadan bir halk isyanını başlatmak mümkün olmadığından…”(1)

Ama “ Bizde irtica korkusu sosyolojik gerçeklerden değil, cumhuriyetin kuruluş dönemindeki kaygıların "kutsal metinler" gibi nesillerden nesillere aktarılmasından kaynaklanıyor. Zamanla geçecek” önermesini  desteklemek için“Kabakçı Mustafa ile Derviş Vahdeti çoktan unutulmuştu…çünkü sosyal gerçekliği yok” diye ne  olduğu belli olmayan, unsurlarının ne olduğu açıklanmayan, görünürde bilimsel bir veriymiş gibi  alayişli “sosyal gerçeklik”  ifadesinin arkasına sığınmak inanılmaz demagojik bir yaklaşımdır. Bu demagojinin yerlere parça parça atılması için 1730 Patrona Halil isyanı,1807 Kabakçı Mustafa isyanı, 13 Şubat 1909 tarihli 31 Mart Vakası,1925 Şeyh Sait isyanı, 23 Aralık 1930’da şeriat isteyenler tarafından öldürülen  "Menemen Olayı - Kubilay Olayı" da irtica korkusuna  dayanmıştır, geçicidir unutulmuştur ve bu günkü irtica korkusu da aynen bu olaylar gibi unutulacaktır onun için bu irtica  korkusunu bir kenara bırakalım ve Üskül anayasasını AKP’nin istediği şekilde oluşmasına bırakalım ve  Kürtçülüğü ele alalım  yaklaşımı absurd (abes-saçma) bir önermeden öteye geçemez...

Günümüzdeki irtica korkusu da nasıl kabakçı Mustafa ve Derviş Vahdeti unutulduysa unutulacaktır zira bizim halkımız alışır, çünkü bizim halkımız “nisyan ile maluldür” onun için şu gündemdeki “irtica-laiklik-yeni anayasa” olgularını unutalım ve AKP’yi serbest bırakalım istedikleri gibi Üskül Anayasasını Meclisten geçirsinler ve de şu Kemalizm’i Anayasa dışına atarak “göbeğini kaşıyan adam” aklını kullanmaya başlamadan en az 40 sene daha AKP zihniyeti  hüküm sürsün dileği bu mücahitlerin yıllardır mücadelesini  verdikleri akli değil nakli  yaklaşımları  sadece beyinlerini değil ruhlarını da sarıp sarmalamıştır.  

Atatürk, Atatürk düşüncesi, din, laiklik onlar için her saat her saniye  hakkında yazılması gereken konulardır. Örneğin onların Atatürkçülük  hakkındaki temel felsefeleri şöyledir:“Atatürk'ten "seçmeler" yaparak... Atatürk resimleri çizmek mümkündür! Yanlış olan, böyle 'seçmece' leri  "efsane" haline getirip tarihsel gerçekliğin dışında bir 'siyasi itikat' gibi, bir dogma gibi zihinlere dayatmaktır!.. Atatürk… bir doktrin babası değildir. Bugünkü bambaşka dünyamızda kendi çağımızın verileriyle düşünmek zorundayız; Türkiye'yi geçmişin değil, geleceğin dünyasında yaşatmak için!”

Tarihimizde birçok köşe yazarı örneğin Peyami Safa, Necip Fazıl, Refik Halit, Cevat Rıfat, Refii Cevat Ulunay, Ahmet Kabaklı bilgili ve etkili yazarlardandı. Ama bunların hiçbirisinin bugün sosyal hafızalarda etkileri kalmamıştır. Çünkü onların da yazdıkları sosyal gerçeklikle ilgili olmayan sanal yazılardı. Hemen hemen hepsi “ wishful thinking”(hüsnü kuruntu) yazılarıydı. Hemen hemen hepsi bugünkü ikinci cumhuriyetçi denilen yazarlar gibi toplum mühendisliğine soyunmuşlar, halkın neyi bırakıp neyin peşinde koşmaları gerektiğini anlatmışlardır. Hatta bazıları bilimsellik maskesi altında siyasal iktidar sahiplerine yol gösterme havasını vererek siyasal iktidar sahiplerinden nemalanmışlardır. Ortak özellikleri yazılarını akıl yerine dinsel öğelerle renklendirilmiş inançlarının doğrultusunda toplumu yönlendirmek dürtüsü ile yazmış olmalarıdır. Ama ne var ki hiçbiri Atatürk devrimlerinin ve Atatürkçü düşüncenin felsefi  ve sosyolojik  temellerinin oluşturulmasına yazılarıyla ön ayak olan ve yazılarını akıl  ve gerçeklik öğesiyle kaleme alan Ziya Gökalp(2) kadar başarılı olamamışlardır. Akıl ile inanç öğelerinin toplumu yönlendirmesinde diğer bir deyişle kazanan akıl olmuştur. Türkiye’yi kuran Atatürk’ün de hala yaşayan ve tüm taarruzlara rağmen bütününden tek bir yonganın dahi kopartılamadığı Cumhuriyetinin başarısı da işte bu akıl’ın öz olarak kullanılması olmuştur.

Gönlümüzden geçen  günümüzdeki mücahit kalemşorların da var olan irticaın sadece geçici bir korku olmadığını ama “göbeğini kaşıyan adam”ın, “ aklını kullanan adam” haline gelmesi için  kalemlerini  kullanabildiklerini yani Gökalp olabildiklerini görmektir.

Coşkun Ürünlü
4 Ekim 2007

-------------------------------------------------------------------------
(1) Rıza Zelyut, “377 Yıl Önceki Mahalle İsyanı” Akşam 30 eylül 2007, sayfa 9
(2) Ziya Gökalp(derleyen ve çeviren Niyazi Berkes), Turkish Nationalism 
and Western Civilization,Londra,1959

 

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır