Laiklik

LAİKLİK 

Avrupa’daki laiklik anlayışı (laicism) temelde geleneksel dini değerlerden uzaklaşmak ve toplumu çağdaşlaştırmak  hareketi olarak tanımlanmıştır.

Her ne kadar bu anlatım “sekülarizm” olarak ilk kez İngiliz yazar G.J.Holyoake  tarafından 1846 da  terminolojiye katılmış ise de  ilk laiklik fikirleri İbn Rüşt’ün yazılarında vardır. Aristo’nun düşünce sistemini İslam ile kaynaştırmaya çalışması esnasında ele almıştır. İslam ile eski Yunandaki akıl‘ın (Aristo) bağdaştırılması çabalarında belirmektedir. Laiklik felsefe ve dinin birbirinden ayrılması olarak formüle edilmiştir.

Bilimsel ve felsefi anlamda laiklik belirli uygulamaların ve kurumların din veya  dini inançlardan ayrılması olarak görülmektedir. Bu anlamda laiklik din hürriyetini teyit edip güçlendirirken  ederken siyasal iktidarların halk üzerine din’i empoze etmesini reddeder.

Devlet inanç konuları karşısında nötrdür tarafsızdır; devletin imkanlarını ve yardımlarını dine tahsis edemez. Özellikle politik faaliyetler ve kararlar dini verdilere değil akla ve bilime dayanmalıdır.

Kısaca laiklik sosyal düzenin dinden ayrı olarak yürütülmesini ama dini inançları tenkit etmeyen ve onları yok farz etmeyen bir düzendir.

Laiklik ışık ve rehberliğin laik gerçekte yattığını ve hayattaki bilgiye dayalı gerçeklerde bu ışık ve rehberliğin olduğunu teyit eder.

Laikler normal olarak politikacıların kararlarını dini sebeplere göre değil laik nedenlere göre almasını ön görür. Örneğin kürtaj meselesinde embriyonik kök hücre araştırmalarında dine dayalı hükümlerde bulunulmamalıdır.    

Bu bilimsel ve felsefi tanım Atatürk’ün Tevhidi Tedrisat Kanununu yasalaştırırken kabul ettiği tanımdır. Yıllardır sağ siyasal iktidar sahipleri tarafından aşındırılmasına rağmen günümüze kadar kullanılan bir tanımdır. Ama  bu bilimsel laiklik anlayışını yeni bir anayasa yapmak üzere olan siyasal iktidar sahiplerinin kabul etmeyecekleri anlaşılmaktadır. Bu olasılığın belirgin hale gelmesi Kemalizm’in temelindeki laiklik anlayışının yıkılması ihtimalinin gündeme geldiğini görmekteyiz. Nitekim sayın Prof. Üskül 1982 Anayasasında yer alan Atatürk devrim ve ilkelerinin Yeni sivil anayasadan çıkarılmasını istemiştir. Bu ilkelerin temelinde ise bilindiği üzere laiklik kavramı gelmektedir. 

Yeni Cumhurbaşkanımız T.B.M.M. de yaptığı yeminden sonra laiklik hakkında şunları söylemiştir:
”Cumhuriyetimizin temel ilklerinden laiklik, bir hak ve özgürlükler sistemi olan demokrasi içerisinde farklı hayat tarzları için özgürleştirici bir model olduğu kadar, bir sosyal barış kuralıdır da. Yalnız bu kadar da değil, hemen her toplumda zaman zaman baş gösteren çatışma ve kavga unsurlarını daha baştan ortadan kaldırmanın en kestirme yolu da yine laiklik ilkesine bağlılıktır. İçinde yer aldığımız coğrafyaya özgü gerçekleri ve hassasiyetleri düşündüğümüzde, din ve vicdan özgürlüğünü de içinde barındıran laiklik ilkesinin değerini daha iyi kavramış oluruz."

Bu anlatıma göre laiklik;

1)farklı hayat tarzları için özgürleştirici bir MODEL dir,
2)sosyal barış KURAL ıdır,
3)çatışma ve kavga unsurlarını ortadan kaldırmanın en kestirme YOL  udur
4)coğrafyamıza özgü gerçekler karşısında din ve vicdan özgürlüğünü İÇERİR.

Kısaca  laiklik;

1-Farklı hayat tarzları olanlar Anayasa Mahkemesinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına rağmen dinsel simge olan "turban"ı kamusal alanlarda da takabilmelidirler zira laiklik MODEL i buna izin  verir

2-Ülkemizde hilafetin kaldırılmasından bu yana Kemalizm savunucularıyla yani  Atatürk' cüler  ile  Kemalist  devrimleri  red  eden karşı-devrimciler arasındaki mücadelenin  barışa ulaşmasını laiklik bir KURAL  olarak sağlar, Yani,Türkiye’nin temel yapısında dinin devlet yönetiminde etkin olmasının sağlanmasıyla sosyal barış(!) laikliğin bu kuralı ile sağlarlar.

3-Kemalist'ler ile dinci karşı-devrimciler arasındaki çatışmalar ve kavgalar Cumhuriyet döneminde Menemen'de Kubilay'ın şehit edilmesi olayıyla (23 Aralık 1930) başlamıştır. 1950 den sonra şeffaf olmayan yollarla süregelmiştir. Siyasal iktidar sahipleri tarafından oy almak için  halk dini söylemlerle kışkırtılıp teşvik edilmiştir. Dini kuralların Devlet yönetimine hakim olmasını  sağlayacak yeni laiklik anlayışı bu kavgalar ve çatışmalar sona erecektir. Bu anlayış bunu sağlamakta "en kestirme YOL" olacaktır.

4-Coğrafyamıza özgü gerçekler karşısında örneğin bazı tarikatların faaliyetlerini serbestçe yürütememelerinin son bulması ile din özgürlüğü sağlanır.

Yukarıda yapılan analizlerin temelinde Türkiye'ye özgü koşullardan ortaya çıktığı  söylenen mesela

(a)  farklı hayat tarzlarının  yeterince özgür olmaması (örneğin türban takmanın  bazı alanlarda yasak olması )

(b) sosyal barışın yeterli olmayıp "çekişme ve didişmenin" yıllardır devam etmesi (örneğin tarikat liderlerinin Çankaya köşkünde yemeğe serbestçe gidememeleri)

(c) çatışma ve kavga unsurlarının bir türlü ortadan kaldırılamaması(örneğin imam hatip liselerinden mezun olanların Üniversitelere rahatça  geçememeleri) 

(d) ülkemizin  coğrafyasından kaynaklanan  bazı unsurların din ve vicdan özgürlüğünü  kısıtlar  olması (örneğin bazı tarikatların  Nakşibendi – Nurcu - vs faaliyetlerini serbestçe, yürütememesi ya da bazı dinci liderlerin yurt dışında ikamete mecbur bırakılması).

Son bulacaktır.

Demek oluyor ki bu 4 unsurlu laiklik tanımında öngörülen özellikler Türkiye'ye özgü koşullardan süzülen sonuçlardan elde edilmiştir. Kısaca "durumdan tarifname" çıkarılmıştır. Şimdi sıra bu laiklik anlayışının Yeni Anayasada öyle formüle edilmesi sağlanacaktır ki  toplum  "tranquility" e ulaşsın  yani Türkçesiyle "asude"  bir  Türkiye olsun. Bu asude durumu tanımlayan etiket gene "laiklik" kelimesi olacaktır. Farklı hayat tarzları özgürleşmiş olacak; sosyal barış sağlanacak; çatışma ve kavga unsurları ortadan kalkacak; coğrafyamıza özgü gerçeklerin gerektirdiği din ve vicdan özgürlükleri sağlanmış olacaktır. Kısaca Devlet laiklik ilkesinin gerçek anlamıyla değil bu "tarifname" deki  hususlar amaçlanarak ve uygulayarak teşkilatlandırılacaktır.

Ama ne var ki bu söylevde gerçek bilimsel ve felsefi Laiklik kavramının bünyesini oluşturan din ile devlet ilişkilerin temel bağlantısının ne olup olmayacağı hakkında hiç bir husus yoktur ve bu nokta sessiz kalmıştır yani laikliğin gerçek anlamı kayıptır. Diğer bir deyişle acaba bu 4 unsurun laiklik (per se) kelimesine izafe edilen ve genellikle hükümet programlarında sık sık görmeğe alıştığımız "yapılacak-edilecek" işlevler ve hedeflerin belirtilmesi için özellikle kullanılan seçilmiş bir kelime olup olmadığı ve bu yeni anlamlar yüklenen Laiklik kavramının toplumda kavram kargaşası yaratıp yaratmayacağı  açık bir soru olarak ortadadır.

Buna karşılık Yeni Anayasa yapmak üzere AKP tarafından saptanan AKP görüşlerine eğilimli ve yatkın profesörlerden oluşan Kurul 1982 Anayasası'ndan daha geniş laik unsurlara yer verileceğini söylemişler ve buna delil olarak da Yeni Anayasada din derslerinin zorunlu olmayacağını,  din dersi istemeyenlerin "muaf" tutulacağını belirtmişlerdir. Bu iddia sahipleri kitleleri kandırdıklarını sanma gafletindedirler;

Bu kurul üyeleri Laikliğin gerçek anlamını çok iyi bilen zevattan oluşmuştur ve ne yazık ki temel amaçlarına uygun biçimde ve halkın çoğunluğunun "komşu baskısı" sosyolojik gerçeği yüzünden "çocuğum din dersinden muaf tutulsun" dilekçesini veremeyeceklerini bilmemek gibi saflık  gösterisinde bulunmaları sadece garip değil etik de değildir. Kaldı ki okullarda din dersi verilmesinin laikliğe ters olduğunu ve bunun Tevhidi Tedrisat yasasıyla yasaklanmış olduğunu unutmuş görünmeleri ayrıca şaşırtıcıdır.

Diğer yandan ülkemizde tarikatların cirit attığı ve toplumu ve özellikle siyasetçilerin çoğunluğunu etkileri ve sultaları altında tuttuğu bilinmektedir. İmam Hatip lise mezunlarının çoğu üniversitelerden mezun olarak siyaset alanında ve toplumda etkin yerlerdedirler. Ayrıca, bazı tarikat liderlerinin açtığı liseler ve bu liselerdeki öğrencileri özel yurtlarda barındırarak nasıl dini propaganda ile koşullandırıldıkları bilinmektedir. En acısı bütün bu sakıncalı gelişmeler karşısında liselerde "din dersleri tercihli olacaktır" söylemleriyle adeta komik bir duruma düşmüşlerdir. Nasıl olup ta din kurallarının Devlet yönetiminde etkinliğe ulaştığını  görmemiş olmaları gerçekten düşündürücüdür.

Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu bile dersin  zorunlu olarak devam  etmesini insanlığın,.Türkiye'nin ve gelecek neslin hayrına gördüğünü belirtmiş ve AIHM'nin zorunlu din dersinin insan haklarına aykırı olduğu  yönündeki yaklaşımını eleştirerek "İki gün sonra  AIHM Atatürk İlke ve İnkilapları dersini de insan haklarına aykırı görebilir. Ne zamana kadar insan hakları deyince akan suları durduracağız" demiştir (Sabah,13 Ağustos 2007sh.4)


Devlet yönetiminde din kurallarının birincil pozisyonlara gelmemesini sağlayacak tarzda yani laikliğin gerçek tanımına uygun kurallar vaz edeceklerine Devletin ikincil duruma düşmemesini sağlayacak kuralları koyacaklarına "din dersi" saptırmasıyla  Laik kesime bir "parmak bal çalma"  hesaplarıyla  uğraşmaları  gerçekten etik olmayan bir bağnazlık örneğidir.

Önemli olan Yeni Anayasada laikliğin gerçek tanımının ne olacağıdır. Yeni Anayasada "laiklik" kavramı Kemalizm'e uygun ve Büyük Atatürk'ün öngördüğü  laiklik düşüncesini içeren ve sosyolojik ve felsefe dünyasında geçerli tanımlarla (definitions) mı yoksa yöresel (Türkiye) koşullar ileri sürülerek ülkemize özgü AKP felsefesine paralel betimlemelerle (descriptions) ifade edilen bir  4 unsurlu  işlevsel  laiklik tanımı ve anlayışı mı?

Gerçekten de daha TBBM toplanmadan, hatta milletvekilleri Meclise kaydolmadan CHP'den transfer olan yeni AKP'li Zafer Üskül "Kemalizm anayasadan kaldırılsın" diye beyanat veriyordu. CHP'den transfer edilmesi kimi çevrelerde hayretle karşılanan ve AKP genel başkanı tarafından özel istekle AKP ye alınmış bulunan Dr. Üskül'ün bu telaşlı beyanatının AKP genel başkanından habersiz   yapılamayacağı  parti  disiplini açısından düşünülemeyeceği için bu beyanatın neden bu kadar acele verdirildiği düşüncesi ortaya çıkmıştır. Bu "neden" sorusunun zihinleri kuşkuya sürdüğünün anlaşılmasıyla Dr. Üskül'ün kendisi de "konuşmam biraz erken, acele ve gereksiz oldu... Ama ok yaydan çıktı bir kere" (Yavuz Donat, Sabah, 4 Ağustos 2007) derken bu "aceleci ve işi olup bittiye getirilişinin" etkilerini hafifletmeye çalışmıştır. Ama aslında bu beyanat hiç de erken hiç de acele verilmiş bir beyanat değildi. AKP'ye CHP den geçiş yapmasıyla dikkatleri üzerine çekmiş bulunan ve unvanı Anayasa Profesörü olan AKP' li yeni milletvekilimizin bu beyanatı çok büyük bir olasılıkla önceden tasarlanmıştır. Profesör unvanına ulaşmış ve toplumda önceden yaygın biçimde tanınması sağlanmış bir yeni parlamenterin yönlendirilmesi; kimin, nerede ne zaman ne söyleyeceğini önceden belirleyen AKP'nin Atatürkçülüğün karşısında yer almış, anti-Kemalist devrimlere karşı rövanş alma yol haritasındaki kilometre taşlarından biri olmuştur.

Dikkat edilecek olursa AKP'nin programında Anayasadan Kemalizm'in kaldırılacağına dair bir şey yok iken,  Partinin eski kurmayları bu konuda sessizken, 22 Temmuz seçiminde meydan mitinglerinde ortaya sürülmemiş ve hatta AKP yandaşı medya aktörlerince tek bir kelime sarf edilmemiş iken aniden ve daha Meclis toplanmamışken ülke gündemine  Kemalizm'i yok etme nihai hedefi alenen ve acil koduyla getiriliyordu. Bu AKP'nin yıllardır uyguladığı bir yaklaşımın, bir sosyal psikolojik yaklaşımının toplumu yönlendirme mekanizmasının son uygulama örneğini veriyordu. Daha önce örneğin TBMM eski başkanı Bülent Arınç kitlelere hiç bir neden yok iken, durduk yere "dindar bir cumhurbaşkanı istiyoruz" diye ortaya bir slogan görünümünde kitlelere "slogan kavram" göstermiş ve kitleler bu sloganı kendilerine alem (flag/banner) yaparak 22 Temmuz Milletvekili seçiminin kaderini değiştirmiş ve cumhurbaşkanının kimin olacağı hakkında Milletvekili seçimini bir "referandum" haline dönüştürerek AKP liderliğinin dayandığı anti-Kemalist nihai hedefine doğru önemli yeni bir kilometre taşına varmasını sağlamıştı.

Dr. Üskül de Yeni Anayasadan Atatürk ilke ve inkılaplarının  kaldırılması senaryosunun oynanmasında gerçekten başarılı olmuş ve toplum şimdi her şeyi bırakmış ne ulusal birlik sorunuyla, ne bölücü teröre karşı yapılan silahlı mücadeleyle, ne iç borç-dış borç sarmalının hızlanmasıyla, ne Kıbrıs sorunuyla ilgilenmeyip "renksiz anayasa" fikrine "alışırlar alışırlar" anti-etik ruhsal oyunlamasıyla meşgul olma durumuna itilmişlerdir.

AKP bir dahaki seçimde de iktidara gelirse elinde renksiz bir anayasa olacak ve kendi anti-Kemalist anti-laik dinsel motiflerle yüklü dünya görüşünü topluma daha derine inerek daha ayrıntılı empoze edecektir. Zira AKP'nin temelinde akıl-bilim yerine "ulemaya sorma" esastır. Eğer iktidara başka bir sağ parti gelecek olursa onun da işi Kemalizm'i ihya etmek olmayacaktır. Çünkü Cumhuriyet döneminde hep sağ partiler iktidara gelmişler ve hepsi de din ekseninde kalarak oy avcılığıyla dinciliği teşvik etmişlerdir.

Aslında yasalarda yazılı olan hususlar özellikle de Anayasa eski tabiriyle “teşkilatı esasiye” normları olarak yasalaşan esaslar bir ülkenin geleceğini oluşturur, yönlendirir ve ülke insanlarının hayatlarını nasıl ve hangi kurallara göre sürdüreceklerini öngörür, saptar ve bu esaslar asgari 25, 50 ve bazı ileri teknolojinin hakim olduğu veya genel eğitim ve kültür düzeyi yüksek olan toplumlarda çok uzun yıllar hüküm sürer.

Yeni anayasa taslağında Atatürk ilke ve inkılaplarının kaldırılması  düşüncesi gerçekleştirilecek olursa yani Kemalizm'in belkemiği olan laiklik içi boş bir kavram olarak ya da 4 unsurda belirtilen amaçlara yönelik kullanılmak için kelime olarak yasalaştırılırsa ülke Atatürkçü çağdaş rejimi terk edecek ve ülkemiz içerden ve dışardan çeşitli çevrelerin adını koyduğu "Ilımlı İslam" rejimine kolaylıkla dönüştürülebilecektir.

Diğer bir deyişle, “Atatürk ilke ve inkılapları anayasadan kaldırılsın" isteğine uymak için laiklik ilkesi, laikliğin gerçek bilimsel ve felsefi tanımına uygun olmadan uygulanacak olursa Kemalizm'in temeli çeşitli uygulamaların tatbik edilmesiyle kolaylıkla yok edilecektir.

Toplumun "Ilımlı İslam" rejimine barış içinde dönüştürülebilmesini temin için toplumu oluşturan bireylerin içsel (akli ve psikolojik) yapılarının "isteğe uygun hale" getirilmesi yolları kullanılmaya başlanacaktır. Örneğin aklı arka plana geçirtecek ve doğmaları ön planda tutacak eğitim ve öğretime öncelik tanıyacaklardır. Aklın ikinci plana ittirilip dini kuralların öncülüğünün temel alındığı medrese eğitimi ve öğrenimine benzer müfredat değişiklikleri gerçekleştirilecektir. Ama teknoloji ve dünyadaki evrensel değerlerin ilerlemesi ve yaygınlaşması sonuncunda laik kesimin yeniden genişlediğini görmeleri mukadder olan bu anti-laik ılımlı İslam yandaşları hiç bir dinin ılımlı ya da ılımsız olarak ayrılamayacağını fark edince İslam dinine ait şeriat hükümlerini daha sert uygulamaya geçeceklerdir.

Teokratik inanışın ılımlısı, ,sıcağı soğuğu olamaz. Din akıl ilkelerinin öncülüğüne değil inanç ögelerinin üstünlüğüne inananların dünyasıdır. Bu dünya kötüdür iyidir denilemez. Her inanış, her din inananlara saygı gereği kutsaldır. Sorun aklı esas almayan bu sistematiğin kurallarını bazı kişilerin diğerlerini hüküm altına almak için kullanıp kullanamayacaklarıdır.

Dinsel kurallar dünyaya hükmeden emperyalist çevrelerin kendi amaçlarına uygun olarak yaratılamaz. Kemalizm'in 90 seneye yakın uygulamasıyla bilinçlenmiş büyük Türk milletinin önüne İran örneği ya da Suudi Arabistan örneğinde olduğu gibi zina yapanların recm edilmesi (taşlanarak öldürülmesi) hırsızlık yapanlara fiziksel ceza uygulanması ya da erkeklerin saç traşlarının nasıl olması ya da kadınların örtünmelerinin biçimi, kitleler önünde icra edilen idam cezalarının uygulanması, sokaklarda din polisinin saçını nizami (yani dini liderlik makamının  koyduğu esaslara uymayan erkek berberlerinin dükkanlarının kapatılarak ruhsatlarının iptal edilmesinin yanı sıra) kestirmeyen erkekleri tutuklaması, kadınları alışveriş yaptıkları mağazadan alıp götürmeleri gibi korkutucu, akıl dışı ve ürkütücü olguların Türkiye'de olmayacağı ya da olamayacağını ima etmek, kandırmak, takiyyedir, geçersiz bir uydurmadan ibarettir.

Sistem laikliği şeklen korur ama fiilen bilimsel ve felsefi laiklik anlamına ters düşen olguları Yeni Anayasaya

1)eklerse ya da ,

2)uygulamada anti-laik icraatlar yaparsa ,

3)Anayasa Mahkemesinin  yapısını  değiştirirse ,

 durumunda laikliği koruma imkanı devam edebilecek midir?

1)Anayasaya eklenirse ve halkoyuna sunulduğu zaman “oy vermezseniz din elden gider“ tarzı bir propaganda tıpkı 22 Temmuz seçimlerinde “dindar cumhurbaşkanı istiyoruz” sloganı altında yapılan seçim=referandum gibi yürütülürse sonuç İslam cumhuriyeti için “evet” olacaktır. Büyük önder Atatürk 1934 yılında ‘Yüzde 80 i ümmi olan bir ülkede Cumhuriyetimizi, muasır medeniyet seviyesine ulaşmak isteğimizi köstekleyecek herhangi bir referanduma gitmek yalnız cehalet değil hıyanet olur(Cumhuriyet 18 Ağustos 2007,Sh.17) demiştir.

2)Uygulamada anti-laik icraatın murakabesini yapacak merci Anayasa Mahkemesidir. Ama yeni anayasa anti-laik unsurları içeriyor ise bu durumda Anayasa Mahkemesinin yapacağı hiçbir şey yoktur. Anayasa Mahkemesi olayları kendisine hukukun verdiği çerçeveler ve olanaklarla sınırlı bir biçimde ele alabilir. Bu kez Anayasa Mahkemesi anti-laik anayasaya karşı laik uygulamaları iptal zorunda kalacak bir bakıma şeriata uygun hükümler vermek zorunda kalacaktır. Bu ise dolaylı olarak Osmanlıda hüküm süren Şeyhülislamlık kurumuna dönüşmüş bir Anayasa mahkemesinin ortaya çıkması ve kararlarının da “fetva” olması demek olacaktır.

3) Yürürlükteki 1982 Anayasasında Yüce Mahkemenin oluşma sisteminde siyasal iktidar sahipleri fazla söz sahibi değildirler. O halde bilimsel ve felsefi anlamda olmayan laiklik tanımının temel alındığı bir Anayasa doğacak olursa  Anayasa Mahkemesinin  oluşturulmasının da değiştirilmesi ve yeni Anayasa’ya uıygun hale dönüştürülmesi gerekli olacaktır. Nitekim bu zarureti gören AKP’nin oluşturduğu Yeni Anayasacılar Yüce Mahkemenin  üye sayısını arttıracaklarını şimdiden ilan etmişlerdir. Hiç unutulmamalıdır ki halen mevcut olan yapısıyla Mahkeme “türban” yasağını kaldırmayı laiklik anlayışına sahip 1982 Anayasasına göre red etmiştir.  Eğer yasak kaldırılsaydı Anayasadaki Kemalist Laiklik anlayışı kaldırılmış olacaktı. 

Aslında siyasal iktidarların Yüksek Mahkemelerin üye sayılarıyla oynamalarının tarihte bir çok örnekleri mevcuttur. Özellikle ABD de çok görülmüştür. Amerikan Yüksek Mahkemesinin (Supreme Court) üye sayısı  Kongre tarafından belirlenir ve bu sayı 1789 Yasama Kanununa göre 6 olarak saptanmıştı. Ama geçen yıllar boyunca Kongrede çoğunluğu ele geçiren siyasal parti o anda Başkan olan liderin işini kolaylaştırmak ya da zorlaştırmak için  bu sayı ile oynamışlardır. 1807 yılında sayı 7 olmuş ve sırasıyla 1837 de 9, 1863 de 10, 1869 da tekrar 9 olmuştur. 1937  de Başkan Roosevelt sayıyı Yeni Ekonomi  politikasının kolaylıkla onaylanmasını temin için kurulun yapısını tamamen değiştirmek ve 15 üyeli yapmak istemiş ise de bu çabası Kongre tarafından red edilmiştir. Halen 9 üyelidir.

XXX

Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz:

1) Hilafetin kaldırılması ve Tevhidi tedrisat kanunun yasalaşmasından önce var olan (31 Mart vakası ile Menemen hadisesinde vuku bulan) olaylardan başlayıp günümüze kadar gelen stratejik hedeften hiç sapılmadan tek çizgide ilerlemede ve mücadelelerin Atatürk sonrası dönemde başarı gösteren tek siyasal parti AKP’dir.

2) Stratejik hedefe ulaşmada kullanılan tüm planlama faaliyetlerinde kullanılan temel faktör “din” unsurudur. Bu unsur o kadar güzel bir biçimde kullanılmıştır ki seçim meydanlarında AKP “dindar cumhurbaşkanı ister misiniz istemez misiniz” referandumu yaparken  karşısındaki tüm muhalefet partileri “göbeğini kaşıyan adam”ın hiçbir şekilde ilgilenmediği gemicikler, idam ipleri, dokunulmazlıklar, yolsuzluklar ve hatta şehitler gibi konulara yapışıp kalmışlardır. Ama oy deposu olan bu çoğunluk örneğin Ordu ilinin caddelerinde “açız”  dediğini unutup “aman dindar başkan seçeyim” diye oyunu AKP’ ye vermiştir.

3) AKP’nin taktisyenleri anında karar değiştirmede  hiç çekinmeden  bir gün önce söylediklerinin tam tersinin icra edilmesini sağlamışlardır. Bu hareket serbestliği AKP li yöneticilerin “uzlaşma arayacağım” düşüncesinden “dayatarak sonuca  varacağım” ı gördüğü anda dönüş yapabilmişler ve Machiavelli’nin haklılığını ispat  etmişlerdir.

Ama Machiavelli’nin   şu deyişi unutulmamalıdır: “”it is therefore important not to displease the nobles too much and to satisfy the population  and keep it contented (burada önemli olan nokta halkı  tatmin etme bahasına eliti daha fazla  memnuniyetsizliğe itmemektir.

07.09.2007
Coşkun Ürünlü

 

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır