Karşı-Devrimciler: Ilımlı İslamcılar

KARŞI-DEVRİMCİLER: ILIMLI İSLAMCILAR


 
The secret of freedom lies in educating people, whereas
the secret of tyranny is in keeping them ignorant. (*) 

Robespierre


Ülkemizdeki Karşı-Devrimcilerin insanlık tarihindeki aydınlanma döneminden önceki karanlık çağa geri  gitme çabaları 1450’li yıllarda keşfedilen matbaanın 1485 yılında Sultan II. Beyazıt tarafından yasaklanmasıyla başlamıştır. Özellikle  1730 Patrona Halil isyanı, 1807 Kabakçı Mustafa isyanı, 31 Mart (13 Nisan 1909) Ayaklanması, 1926 Atatürk’e suikast teşebbüsü, 1930 Kubilay olayı ile süregelen ve  zor kullanılarak “şeriata dönüş” feryatlarıyla devam eden çabalar günümüzde Kemalizm’in tasfiyesi amacına dönüşmüş olarak devam etmektedir. Bütün bu gerici eylemlerin temelini İsmet İnönü şöyle tanımlamıştır;
 
“bu, yüzlerce yıldan beri dini siyasete alet eden bütün olayların bir tekrarıdır. Bu zavallılar laikliğe karşı gelerek şeriat istemektedirler. Gerçekte çıkarlarını kaybetmişlerdir. Onu tekrar ele geçirmek istemektedirler, zira din işleri dünya işlerinden ayrılalı yıllar geçmiştir.” (1)
 
İsmet İnönü’nün belirtmiş olduğu nedenlere göre bu çabaları sarf edenleri tek cümleyle tanımlarsak onları akla ve bilime karşı Atatürk’ün bize bıraktığı “Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır” vasiyetine karşı gelenler olarak nitelendirebiliriz ve bir bakıma ülkemizi bu vasiyetin gerçekleşmesinden uzaklaştırmayı ve çağdaş uygarlıktan geriye dönüşü düşleyenler ve bu amacı elde etme davranışını göstermeğe devam edenlerdir diyebiliriz.
 
Acaba  bu Karşı-Devrimcilerin  günümüz koşullarında  hangi alanlarda başarı şansları vardır. Dikkat edilecek olursa 300 yıldan beri hala başarılı olamamışlardır ve hatta şeriatla yönetilen ülkeler dahi günümüzde sarsılmış durumdadır. Şeriatla yönetilen günümüz ülkelerinin hala ayakta durmalarının temel nedeni Klasik İngiliz emperyalizminin yerini alan ABD emperyalizmine dayanmalarıdır. İngiliz emperyalizmi silahla, zorla ve desise ile bu ülkelerin siyasal iktidarlarını manipüle ederek kendi  emellerine uygun yapılanmalarını sağlamışlardır.
 
ABD emperyalizminin (renkli) devrimleri teşvik ederek yarattığı halk isyanları sonucunda birçok ülkenin siyasal iktidarını kendi amaçlarına uygun olarak egemenliği altına almasının örnekleri hala hafızalardadır. Wikileaks kayıtlarına göre Tunus’taki siyasal iktidar sahiplerinin devrilmesinin gerekliliği de 2009 yılında Washington yönetimine o zamanki ABD elçisi tarafından salık verilmiştir.
 
Hillary Clinton’ın 13 Ocak 2011 tarihinde Doha’da Arap liderleriyle  yaptığı “Ortadoğu ve Kuzey Afrika” toplantısında bu liderlere eğer ekonomik reformlar ve şeffaf siyasi reformlar yapmazlarsa bölgede (yani Orta Doğu ve Afrika’da) artmakta olan huzursuzluğun (unrest)  giderek daha da kötüye gideceğini ihtar (warning) ederek ortaya koyduğu değerlendirmeler (2)  de bu görüşümüzü desteklemektedir. Yani Orta Doğu ve Afrika’daki Müslüman nüfusun ileri demokrasi adı altında Ilımlı İslam’a dayalı demokrasi görünümüyle Karşı-Devrimcilere devredilmesi sistemini empoze edeceği görülmektedir.
 
ABD’nin İslam dinini kullanarak kendi hegemonyasını pekiştirmesi Orta Doğu’da Ilımlı İslam (Büyük Ortadoğu Projesi) olarak uygulanmış ve kendi açısından başarılar elde edilmiştir. Clinton’un konuşmasından sonra Obama’nın, Tunus isyanının hemen ardından  “kutlama mesajı” yayınlaması da ABD emperyalizminin Afrika’ya ciddi bir adım atmış olmasının göstergesidir.
 
Bu görüşümüzü teyit eden AKP Genel Başkanı  Suriye’ye hareketinden önce gazetecilerin  sorusu üzerine Tunus’taki olayları  değerlendirmiş " Tunus'taki gelişmeler veya bu bölgedeki buna benzer gelişmelerin aslında bir hareketlenmenin bu bölgede olduğunun ve dalga dalga yayıldığının bir göstergesi olduğunu... Temennimiz odur ki bunlar süratle aşılır. Yönetimlerin halkla bütünleşip kaynaşması çok önemli. Olayın ben sadece istihdamdan, işsizlikten kaynaklandığını düşünmüyorum. Bunun dışında birçok şeylerin olduğunu özellikle hak ve özgürlükler noktasında birçok sıkıntı olduğunu değerlendiriyorum. Bunların üzerinde herhalde oradaki iktidarlar gerekli değerlendirmeleri yapacaktır" demiştir...
 
Burada önemli olan nokta Kuzey Afrika bölgesinde Amerika’nın Ilımlı İslam mekanizmasıyla Afrika’ya açılışının başladığını göstermesi ve dalga dalga yayıldığını belirtmiş olması ve çok yakın bir gelecekte yeni çiçek devrimlerinin yaratılacağının anlaşılmasıdır.
 
AKP Genel Başkanı ve Büyük Ortadoğu Projesi Eş-Başkanının konuşmasının son cümlesindeki “oradaki iktidarlar gerekli değerlendirmeyi yapacaktır” ifadesi, Yasemin devriminden sonra iktidara gelecek olan Ilımlı İslam siyasi iktidarlarının Tunus’u ABD hegemonyası altına sokacaklarının yakında görüleceğinin şimdiden  ifadesi izlenimini  yaratmaktadır (3).
 
Bu adımın atılmasının en önemli yanı ABD emperyalizminin başka ülkelerde geçen yıllarda turuncu, yeşil gibi renklerle adlandırdığı isyanlarla siyasal iktidara yandaşlarını getirme başarısının bu kez de Afrika’da Ilımlı İslam’a dönüş şeklinde yürütülmesidir. Tunus’taki “yasemin” ayaklanması öyle anlaşılmaktadır ki Cezayir, Mısır gibi ülkelerde papatya, karanfil veya gül devrimi(!) gibi isimlerle uygulanmaya başlayacaktır.
 
ABD emperyalizminin Afrika’ya adım atarak İslami Demokrasi uygulaması için seçilen ülke Tunus olmuştur. Çünkü Tunus uzun yıllardan beri laik rejimle yönetilen İslami kurallara göre yönetilmeyen Kuzey Afrika’da önemli bir ülkedir yani Tunus laik kültüre sahip bir ülkedir. Tunus Arap dünyasında çok eşliliğin yasaklanmış ve kocanın kendi iradesiyle karısını boşaması men edilmiş olan ve kadın-erkek eşitliğinin sağlanmış olduğu tek ülkedir. Tunus parlamenter sisteminde kadın temsilci sayısı %20’nin üzerindedir. Müslümanların resmi dairelerde halk toplulukları içinde, sokakta türban takması “yabancı bir kültüre ait olması ve siyasi simge oluşu” gerekçeleriyle yasaklanmıştır; bununla beraber, Tunus’ta yaşayan herhangi bir farklı din grubuna mensup insanlar yaşantılarında tamamen özgürdür (4).
 
ABD Müslüman ülkelerin yönetimlerine çağdaş uygarlığın temeli olan akıl ve bilim yerine 7. yüzyıldan beri  uygulanan İslam dininin beyin kıvrımlarını renklendirmiş doğmalarının kullanıldığı, siyasal iktidar sahiplerinin çoğunlukla okuma yazma oranları çok düşük olan ülke halklarını aldatarak siyasal iktidar sahipleri kanalıyla bir yandan iktidar sahiplerini zenginleştirirken diğer yandan çöküntü halindeki kendi ekonomisinin güçlendirilmesi için çabalamaktadır.
 
ABD kendine yakın kadroları siyasal iktidara getirerek o ülkelerde yaratılan artı değerleri kendi ekonomisinin hızla çöküşünü yavaşlatmak amacıyla bu ülkelerden yabancı sermaye yoluyla kaynak aktarmak ve kendi üretimine talep olacak şekilde Pazar yaratma amacını gütmektedir. Gerçekten de örneğin son sekiz yıl içinde Türkiye’den çıkarılan kar transfer miktarı 54 milyar dolardır. (5)
 
Burada önemli olan “çiçekler devrimi” projesinin temelinde Büyük Ortadoğu Projesi / “Ilımlı İslam” safsatasının Türkiye’de elde edilen başarılı sonucunun kullanılıyor olacağını idrak etmemiz olacaktır.
 
Dünyada saygın yeri olan Tarihçi Prof. Dr. Bernard Lewis AKP’nin nihai hedefi İslami Demokrasi demekte ve bunun tek yönlü sokak olması anlamına geldiğini belirterek “Bu yolla gelirsiniz ama aynı yolla gitmezsiniz” demektedir (6).
 
Prof. Lewis, AKP hükümetinin “çok becerikli” olduğunu belirterek “İş topluluğunu ele geçirdi, akademik topluluğu ele geçirdi, polisi ele geçirdi. Bir tek bağımsız kalan Anayasa Mahkemesi ve yargı idi. Şimdi onu da ele geçirmek için çalışıyorlar. Görünen o ki eğer başarılı olurlarsa bu yolda devam edecekler” demekte ve "Şimdiki asıl sorun anayasa değişiklikleri. Geçmişte Türk demokrasisinin en güçlü savunucusu yargı idi. Hükümetler halk, devlet memurları, polis ve hatta yargıçlar üzerinde çeşitli baskılar uygulayabilir ancak bunu Anayasa Mahkemesi üzerine yapamazlardı. Yargı tekrar tekrar Türk demokrasisine zarar vermeye çalışıldığında onun en iyi ve en etkili savunucusu olduğunu kanıtladı. Şimdi ilk defa bununla mücadele eden bir girişimde bulunuluyor. Anayasa değişikliği yargının bağımsızlığını etkileyecek. Hükümetin yargı üstünde kontrol sağlamasına yol açacak” olduğunu söylemektedir.
 
Türkiye’de uygulanan ve diğer ülkelerde uygulanmak istenen Ilımlı İslam demokrasi sisteminin asıl amacı dinsel duyguların, inançların ve düşüncelerin istismar edilerek İslami değer yargılarıyla koşullandırılmış, fakir ve eğitimsiz seçmenlerden oy toplayarak “ileri demokrasi” adı verilen ve unsurları belli olmayan boş sloganlarla ABD’nin istediği yönde ülkeyi yönetim gücünü ele geçirmektir.
 
Benim daha önce tanımladığım “sürec” demokrasi adını verdiğim gerçek demokrasi yerine, “usul” demokrasi dediğim salt oy sandığının sonuçlarının  kullanıldığı yolla demokrasi tanımının kullanılmasıdır (7). Bu tür, Bernard Lewis’in tabiriyle, İslami demokrasinin asıl yanlışı yani oy toplama yöntemi, din inancına sahip olanların iradelerinin tutsak edilmesiyle sağlanan bir sistem olmasıdır. Bir örnek verecek olursak “dindar cumhurbaşkanı isterseniz, bize oy verin” söyleminde bulunarak sanki kendi karşısındaki aday’a oy verilecek olursa “dinsiz” cumhurbaşkanına oy vermiş duruma düşülecek düşüncesine bağlayarak istedikleri oyu elde etmeyi sağlayan bir sistemdir.
 
Bernard Lewis’in İslami Demokrasi, AKP’nin ise İleri Demokrasi dediği olgu Karşı-Devrimci bir iktidarın Müslüman bir ülkede başarılı olabileceğini göstermektedir.
 
Karşı-Devrimciliğin temeli uygar ülkelerin ulaştığı çağdaş sistemin gerisine gidip ortaçağ karanlığına dönmektir.  İslam’da din inancı kullanılarak yani İslami inanışlar desise aleti olarak kullanılarak, Karşı-Devrimci siyasal iktidar sahipleri fakir seçmenleri korkutarak oy almakta ve ülkenin çağdaşlaşmasını engelleyerek Atatürkçü Düşünce Sistemi’ni Türk toplumundan uzaklaştırarak, TC’nin bağımsızlığını ve ülke bütünlüğünü tehlikeye atarak Amerikan emperyalizmine uygun kullanabilmek için yargıyı yürütmeyi ve yasamayı tek kişinin iradesine bağlayabilirler. İşte bu bağlanabilme imkânını sağlayan fakir kesimin din kullanılarak korkutulması, maddi ve aynî yardımlarla iradesinin iğdiş edilmesi, din baskısında olmasa da ulusal sosyal ve ekonomik  menfaatlere ilişkin gerçekleri idrak edemeyenlerin oy vermesi sonucunda kendi iktidarını güvence altına alarak sırtlandıkları ABD emperyalizminin varlığıyla yollarına devam edeceklerdir. Bu gidişin tarihi determinizm ilkesi uyarınca yok olması mukadderdir. Önemli olan referandumda % 42 oy kullanan kitlenin %58 oy kullanan kitleyi aydınlatıp aydınlatamayacağıdır; yandaş medya, yandaş kapitalist, yandaş çıkarcıların başarısızlığını ancak % 42’yi oluşturan gençlerin ve aydınların dirayetleri ve mücadele azimlerini kaybetmeden İslami Demokrasi ya da AKP’nin dediği gibi İleri (!) Demokrasinin gerçek içeriğini anlamaları ve ona göre tavırlarını belirtmeleridir.
 
COŞKUN ÜRÜNLÜ
 
20 OCAK 2011
 
 
____________________________________
(*)ÖZGÜRLÜĞÜN SIRRI HALKIN EĞİTİLMESİDİR.ZORBA HÜKÜMDARLIĞIN SIRRI İSE HALKIN CAHİL BIRAKILMASIDIR. Robespierre

(1) Prof. Dr. Nejat Çağatay, Türkiye’de Gerici Eylemler, Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi yayını, CXI, Ankara 1972, sh. 33
(2)
http://www.bbc.co.uk/news/world-africa-12190935
(3) http://www.birincikuvvet.com/ 
(4)
http://en.wikipedia.org/wiki/Tunisia#Religion 
(5) İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Raporu, g.y. Murat Muratoğlu, Sözcü, sh. 7
(6)  Tam metin için bknz:
http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=208876 
(7)
http://www.urunlu.com.tr/77-demokrasi-ve-akp

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır