Batı Dünyasında 'Ilımlı İslam' Ülkesi Türkiye

Batı Dünyasında 'Ilımlı İslam' Ülkesi  Türkiye

 

AKP’nin gerek birinci döneminde ve gerekse şimdiki ikinci dönemindeki gelişmeleri, olayları, olguları ve bürokrasideki atamaları takip eden her “aklını kullanan adam” yapılan bütün işlemlerin Prof. Üskül’ün çok veciz şekilde istediği gibi Türkiye’deki Atatürkçü düzeni değiştirmeye yönelik olduğunu anlar. Bunu Türk vatandaşlarını % 50 si de anlamış ve oyunu AKP’ ye vermemiştir.

Ama anlamayan dış çevreler cehaletlerinden çok kendi ülkelerin çıkarlarına hizmet için“AKP nin iktidara gelmesiyle istikrar kazanmıştır. Demokrasi kazanmıştır. Bütün dünya “ılımlı İslam” modelinin kurulmasını alkışlamalıdır; hem laik hem İslami kurallar demekki yan yana demokrasi içinde yaşayabilecektir” teraneleriyle sevinç çığlıkları atmakta onların yerli işbirlikçileri de medyada tamtamlar çalarak onlara eşlik etmektedirler.

Sanki tarih tekerrür ediyor. Mütareke döneminde  hatta 1920 de TBMM açıldıktan sonra bile  Sadrazam Damat Ferit ile Sultan Vahdettin’e destek veren  ve sonra da son günlerini 150 likler  listesinde yer alarak geçiren Babı Ali mensupları gibi günümüzdeki kibar adıyla medya sahipleri ve onların parayla tutulmuş şakşakçıları da tarihi tekerrür ettirircesine AKP ye “ılımlı İslam kazanmıştır” diye alkışlamaktadırlar.

AKP’ nin stratejistlerine duyduğum saygının ben de doğurduğu hayranlığı gerçekten söylemek zorundayım. Türkiye tarihinin hiç bir döneminde amacına bu kadar suhuletle ulaşan hiçbir ama hiçbir siyasi akım var olmamıştır, AKP doğuncaya kadar.

Turgut Özal’ın sessiz ve sakin operasyonu ve Süleyman Demirel’in onayıyla İmam Hatip Liselerinden mezun olanların istedikleri Üniversitelere girebilmelerinin yasallaştırılması sonucunda AKP lilerin dayanacağı temeller oluşmuş ve  Bülent Ecevit’in N. Erbakan ile ortak hükümet kurması ise dinci kadroların önüne müthiş bir olanağın varlığını göstermiş ve hatta öğretmiştir diyebiliriz. Bu olanak referandum sistemini demokrasinin temeli gibi uygulama tatbikatıdır. İmam Hatip ve Fethullah Gülen okullarından mezun olanlarla kanallarıyla elemanları sağlanan(A), amacına ulaşmak için(B)metodunu bulan(C) ve bu metodun ince ayarlarını(D) düşünüp sisteme katan ve kendisine kullanabileceği bir alem(bayrak-simge) seçip(E) kullanan Adalet ve Kalkınma Partisi bu yol ile iktidara gelmiş ve bu iktidarlarını önümüzdeki 15 -25 yıl daha güvence altına almıştır.(***)

AKP genel başkanı bunların farkındadır. Buna karşı muhalefet ve değerleri kendinden menkul bazı ikinci cumhuriyetçiler ve diğer bir takım AKP karşıtları hiçbir anlamı olmayan, ipe sapa gelmeyen, metotsuz, sistemsiz, toplumda hiçbir makes bulamayan yazılar yazmakta ve söylemlerine devam etmektedirler. Eminim ki AKP Genel Başkanı ve onun  “iç elit” strateji uzmanları hayranlıkla bu muhalefeti içlerinden gülümseyerek seyrediyorlardır.

AKP Başkanı açıkça “ılımlı İslam” olmaz diyerek alenen ve doğru biçimde bir din’in ılımlısı serti soğuğu sıcağı olamayacağını ilan etmiştir. Doğrusu da budur zaten. Din belirli kurallar bütünüdür. Hıristiyanlıkta İsa peygamber sadece peygamberdir derseniz Hıristiyanlar sizi affetmez. Müslümanlıkta gusül abdestsiz gezmek günah değildir derseniz hiç bir Müslüman sizi affetmez. Yani hiçbir şekilde din ılımlı hale getirilemez zira din yorumlanamaz. Hele İslam da  içtihat kapısı kapandığı için  böyle ılımlı İslam’ın  kavram olarak bile terminolojiye  dahil edilmesi  mümkün değildir, abestir, saçmadır. Zira İslam da “içtihat”  yani akıl’ın kullanılarak din hükümlerinin çağdaşlaştırılması mümkün değildir..

Demek oluyor ki ILIMLI İSLAM kavramı olamaz; sadece İSLAM kavramı  olabilir ki bunu da gerçekçi  ve doğru olarak zaten AKP başkanı söylemiş  bulunmaktadır.

Şunu tespit etmemiz lazım. Batılılar dini kuralların yumuşatılarak (ne demekse) korunacağını ve Arap ülkelerindeki gibi despotluk rejimlerinin yerine seçim sandığıyla Türkiye’nin yönetileceğini sanmaktadırlar. Hayır, sanmak değil hayal etmektedirler. AKP yeni anayasa yaparak Atatürkçülüğün ortadan kaldırılmasını sağlamak için durmadan referandumlara giderek, “göbeğini kaşıyan adam” ın oyunu din ekseninde propaganda yaparak alacak ve bu metot kesintisiz uygulanacaktır. Ne diyor AKP Başkanı “referandum kültürüne alışmalısınız”. Büyük önder bunu taa 1934 te görmüş ve şunu söylemiştir: “Cumhuriyetimizi, muasır medeniyet seviyesine ulaşmak isteğimizi köstekleyecek herhangi bir referanduma gitmek, yalnız cehalet değil hıyanet olur.(Cumhuriyet 18 Ağustos 2007,sh.17)”

Burada şu hususun altını çizmek zorundayız. Atatürk dönemimdeki kurallar ile din ekseninde iktidarda olanların uyguladıkları olgular taban tabana zıttır. Atatürk döneminde Mustafa Kemal, Cumhurbaşkanı olarak 1925 yılında “Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir bez veya bir peştamal veya buna mümasil (benzer) bir şeyler atarak yüzünü gözünü gizler… Bu tavrın mana ve medlulü (çıkarılan sonuç) nedir? Efendiler, medeni bir millet anası, bir millet kızı, bu garip şekle, bu vahşi vaziyete girer mi?.. Derhal tashihi lazımdır” derken 2007 de Başbakan olarak Recep Tayip Erdoğan “En büyük dileğim başı kapalı kızlarımızla başı açıkların el ele dolaştığı bir üniversite, bir ülkedir. Bunun için uğraşıyoruz. Bunu çözmek en büyük aşkımdır“ demektedir. Hele Türkiye kendi dilinde 3 ŞUBAT 1932 de Ayasofya Camiinde Kuran’ın, tekbirin ve kametin Türkçesi ilk defa okunup 1941 yılında çıkartılan 4055 sayılı kanunla, Türk Ceza Kanunu’nun 526. maddesine bir fıkra eklenerek Kendimizin öz dilinde değil de Arapça ezan ve kamet okuyanlar üç aya kadar hapsedilmeleri ve on liradan iki yüz liraya kadar para cezasına mahkûm olacakları uygulamaya alınmışken 2007 yılında bir üniversite rektörü “Bizi namaza bile yabancı bir dille çağırmaya devam ediyorlar. Namaza bile Arapça çağırıyorlar” diye yakınırken AKP iktidarı tarafından Milli Eğitim Bakanlığı müdürlüğü görevini yürüten AKP bürokratı “Allah Kahretsin! Bir de bunu alkışlıyorlar” diye elit dinleyicileri dinsel inancı doğrultusunda lanetleyebilmektedir.

Şu açıktır Türkiye’nin önü Kemalistler açısından kapanmıştır ve ülke dini esaslarına göre yönetilmeye doğru hızla gitmektedir. Bunu Batılılar ya anlamamakta ve İslam dininin kendi ülkelerindeki gibi reform ve Rönesans süzgecinden geçmiş olduğunu sanmaktadırlar ya da Hıristiyanlıkta var olmayan yani İncil’in toplumun yönetilmesini düzenleyen kuralların Kuranda da olmadığını sanmaktadırlar.  İncilin esasını sadece inanç unsurları teşkil ederken Kuranda hem inanç hem de toplumun nasıl ve ne şekilde yönetileceği derpiş edilmiştir. Örneğin kadınların başlarını kapaması Kuranda vardır varsayımıyla AKP bunu istemekte haklıdır, çünkü o din eksenini esas almıştır. İşte aslında bilim ve aklı esas alarak kurduğu ülkeyi ve onun yönetim şeklini yani Cumhuriyeti kurarken Atatürk laiklik esasını Cumhuriyetin temel taşı yapmıştır.

Burada önemli olan Batılıların hala AKP nin din eksenli oluşunu ve Kuran hükümlerinin emredici olduğunu bilmemeleri değil bilmelerine rağmen kendi çıkarların için sessiz kalmaları ve AKP yi “istikrar kazanmıştır” diye alkışlamaya devam etmeleridir.  En üzücü tarafı da zenginliklerinin verdiği güçle bu “istikrar kazanmıştır” demeçleriyle yerli bazı ve medya ve üniversite mensuplarının da bu alkışlamaya tempo tutmalarıdır.

AKP nin temel çabası günümüzdeki Anayasayı ortadan kaldırarak yeni bir anayasa yapmaktır. Eski tabiriyle Teşkilat-ı Esasiye Kanununu yeniden yapacaklar ve bunu kolay kolay değişmemesi için 22 Temmuz seçiminde uyguladıkları “dindar cumhurbaşkanı ister misin” referandumu gibi bu kez de referanduma götürerek “dindar bir anayasa ister misiniz; evet mi hayır mı” halka soracaklardır. Şimdiden açık ve bellidir ki sonuç “evet” olacaktır. Bunu bilen AKP Kurmayları, nereden tepki gelirse gelsin, kim ne derse desin, kendi iktidarlarını dahi riske atacaklar ama sonuca varmaktan vazgeçmeyeceklerdir. . Zira 1730 lardan bu yana süregelen Batılılaşma karşıtı İslami sisteme devam çabası; bilime karşı inançlarından dolayı doğmalarla hareket zorunluluğu; akla karşı inançların mücadelesi; laikliğe karşı şeriatı uygulama; bilimselliğin mürşit olması yerine ulemanın önderliği gibi yıllarca dinci kişilerin ellerine geçirdikleri bu günkü 2007 manzarası onlar için bir zaferdir. Bu zaferin taçlandırılması ve bu zaferin Türkiye’yi en az 50 yıl daha yönlendirilmesinin tek koşulu yeni anayasayı yapmaktan geçmektedir.

Teşkilat-ı Esasiye demek ülkenin teşkilat yapısının esaslarını saptamak demektir. Diğer bir deyişle Anayasa, ülkenin yönetilmesinde hangi esasların var olacağının tespiti demektir. Sosyolojide anayasa demek bir Toplumsal Mukavele demektir. Ama İslam’da toplumsal mukavelenin koşulları Kuranda ve diğer dini kaide ve kurallardan alınırsa geçerlidir. Oysaki Sosyolojide Toplumsal Mukavelede idare edenler ile edilenler arasında karşılıklı anlaşma, bir mutabakat Batılılar elbet bir gün gelip kendilerinin Türkiye insanının çok özel kişisel hayatının bile şeriatla idare edildiğini gördüklerinde onlara en yakın Müslüman bir ülkenin kendi saflarında değil ama Arap ve Iran dünyasının yanında gördüklerinde çok pişman olacaklardır ve bu cehaletlerinin ve kısa vadeli çıkarcı yaklaşımlarının bedelini ödeyeceklerdir.

---------------------------------------------------

(***)

A- İmam Hatip Lisesi mezunları ile Fethullah Gülen okullarından mezun olanların AKP’ye kaynak olması devam etmektedir. AKP hükümetinin Fethullah Gülen ile olan ilişkisinin giderek sıklaştığının en güzel örneğini “Mevlana’nın doğumunun 800’üncü yıldönümü nedeniyle Londra’da Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından düzenlenen gecede davetlilere, içinde Fethullah Gülen’in kitabının tanıtıldığı kitapçıklar dağıtıldı (Milliyet  8 Ekim 2007) haberinde görmekteyiz.

B- Prof. Üskül anayasadan Kemalizm ilkelerinin kaldırılmasını önerdiğinde AKP nin amacı daha belirgin olarak ortaya çıkmıştır.

C- Metot olarak kullanılan yol Erbakan-Ecevit ortak hükümetinin kurulmasına yol açan “demokrasi” kavramıdır.  Diğer bir deyişle “usul” demokrasiyi uygulamak ama “süreç” demokrasiyi ihmal etme metodudur. Bilindiği üzere usul demokraside her vatandaşın sandıkta oy kullanması ve oy çoğunluğunu kazanan Partinin iktidara gelmesidir. Süreç demokrasi ise usul demokrasiyle iktidara gelen Partinin ülkeyi ülkenin kuruluşu aşamasındaki ilkelere sadık kalarak Anayasaya ve insan haklarına uygun olarak yönetmesidir.

D-Metodun ince ayarı ise demokrasinin gereği halkoyudur diye seçmenlerinin %56 sının ortaokul tahsilinden az tahsili olan bir ülkede seçimlerin din ekseninde referandum haline dönüştürülerek uygulanmasıdır. Bu 22 Temmuz 2007 seçimlerinde “dindar bir cumhurbaşkanı ister misiniz sorusuna cevap arama şeklinde yürütülmüştür. Hatta 7 Ekim 2007 de Başbakan Recep tayip Erdoğan şunları söylemiştir: “Türkiye bundan böyle referandum kültürüne de alışmalıdır. Bu ülkede öyle konular gündeme gelecek ki, artık bu konuları Sahibine götüreceğiz. Millete götüreceğiz ve millet çözecek (http://www.ntvmsnbc.com/news/422165.asp).

E- Alem olarak seçilen nesne ise  hem TC Anayasa Mahkemesi hem de Avrupa İnsan Hakları mahkemesi tarafından ret edilen “Türban” dır.

 

 

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır