Atatürkçü Düşünce Sistemi ve AKP

Atatürkçü Düşünce Sistemi ve AKP

 

Batı dünyasındaki uygarlığın kitlelere yayılmasındaki en önemli etkenin 1429 yılında Gutenberg tarafından icat edilen matbaa olduğu kabullenilmektedir.  Osmanlı Devleti Fatih Sultan Mehmet zamanında matbaanın Osmanlı ülkesine getirilmesiyle ilgilenmemiş ama onun ölümünden sadece 4 yıl sonra 1485 de Sultan II Beyazıd tarafından matbaa yasaklanmıştır. Oysa ki 1439–1480 döneminde Avrupa da 40000 adet kitap basılmıştır.(1) Osmanlı'daki yasak 1515'te Yavuz Sultan Selim tarafından tekrarlanmış, matbaanın girişi ancak 1729 da gerçekleşmiştir. 

Matbaanın Osmanlı'ya girişi Batılılaşma hareketine bir başlangıç olabilrdi diye kabul edilse bile,1 yıl sonra Patrona Halil İsyanı başlar. İsyancıların sloganı şöyledir: ”Şeriat için herkes bayrak altına gelsin”. Batılılaşmaya karşı yürütülen bu dinci isyanlar Osmanlı ülkesinde devam eder gider ve
Batı devlet düzenine ulaşmak hedefi Atatürk’e kadar bir türlü başarılamaz.  Prof. İnalcık bu durumu şöyle ifade ediyor: “Atatürk, ‘ma’şeri vicdanı (toplumsal bilinci) izlediğini  ileri sürerken, kuşkusuz, Türk tarihinde özlenen Batılı Devlet düzeni için yapılan reformları  göz önünde tutmuş olmalıdır…Atatürkçülük, bir tarihi gelişimin son  ve radikal ifadesidir…”(2)

Prof İnalcık’ın  “tarihi gelişimin son ve radikal ifadesi” olarak gördüğü Atatürkçülüğü Genel Kurmay Başkanımız Orgeneral İlker Başbuğ ise bir “düşünce sistemi” olarak ele almakta Çağdaş Türkiye için bir “itici güç” olarak görmektedir. Gerçekten de Genel Kurmay Başkanımız Sayın İlker Başbuğ'un Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünün 70. yılı münasebetiyle yayınladığı konuşmasında çok önemli bir hüküm cümlesine rastlıyoruz ve bu hüküm cümlesi aynı zamanda bir nitelemeyi de içeriyor.

Orgeneral Başbuğ söyle diyor:  "Atatürkçü Düşünce Sistemi", Türkiye Cumhuriyeti'ni ülkesi ve ulusuyla sonsuza dek bölünmez bir bütün olarak yaşatacak en büyük itici güçtür".  Diğer bir deyişle  Sayın Başbuğ "Atatürkçü Düşünce Sistemi"nin  Türkiye için büyük ve hayati bir güç olduğunu belirtiyor ve ADS'nin karşısında atılacak her adımın ya da faaliyetin Türkiye'nin aleyhine olacağını vurguluyor.


Şimdi bu ADS'yi oluşturan unsurları ve bu unsurların özünü oluşturan kök hücreyi saptamamız gereklidir. 

Yirminci yüzyıl, toplumların emperyalist zincirlerden kurtulma ve uygarlığın çağdaş düzeyine yani evrensel değerlere ulaşması için verilen mücadelelerle başlamıştır.  Bu devrimci mücadelelerin amacı 1830'lu yıllardan beri dünya halklarını ezen emperyalizmden kurtulma ve halkların çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmasını sağlamaktır.


İlk sosyal yenilenme hareketi 1910 Modero- Meksika Devrimidir. Onu sırasıyla 1917 Lenin- Rusya İhtilali, 1920 Atatürk- Türkiye ihtilali,  1945 Gandi Hindistan Mücadelesi, 1946 Mao-Çin ihtilalidir (3).

Bu hareketler içinde günümüze kadar yaşayan tek devrim Mustafa Kemal Atatürk'ün devrimidir. Diğerlerinin hiç birisi günümüze kadar sürememiştir ve liderlerinin ölümüyle sona ermiştir.

Neden?


Bir hareketin değerlendirilmesi sübjektif yargılara göre değil bilimsel olgulara göre yapılmalıdır. Aksi takdirde günümüzdeki birçok köşe yazarının yaptığı gibi yazılanlar ve anlatılmak istenilenler zaman ve mekân boyutunun değişmesiyle  değişirler (4).  Böyle yaklaşımlar uygulanacak olursa “neden” sorusunun  yanıtını bulmak  olanaksız olacaktır.


1299 yılında kurulan Osmanlı Devleti, 1920'de Sevr Antlaşmasının imzasıyla tarihe gömüldü (5).  Ama tarihin derinliklerine gömülen bu devletin küllerinden 23 Nisan 1920'de yeni bir devlet doğdu. O da Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti adını alan ve "Atatürkçü Düşünce Sistemi" ile doğup büyüyen ve günümüze kadar gelen  ve Osmanlı Devletinin dayandığı teokratik ilkeleri ve şeriat kurallarını yıkan, Halifeliği bir daha gelmemek üzere insanlık tarihinden silen laik bir Devlet olarak doğdu.


Büyük önderin bu devrimi yapmasında ve  devrimin yürütülmesinde izlediği "terms of reference"ı (*) anlamamız gerekmektedir. Diğer bir deyişle bu referans;

Neydi?

Atatürk'ün hareket noktası olarak ele aldığı “terms of reference”ı üç temel stratejik hedefi mündemiçtir (intrinsic). Bu üç temel hedefin muhassalası Atatürk’ün varlığıdır. Dolayısıyla Atatürk uyguladığı programlar ve mekanizmalar onun terms of reference’ına uygun sonuçlar vermesi halinde başarılı olacağının idrakindedir. Çünkü başarılar, önderlerin terms of reference’larına göre değerlendirilir. Terms of reference’yı başaranlar ancak başarılı liderler sayılırlar.


Bu muhassala, bir bakıma  TEK bir olguyu oluşturan farklı DNA’ların bir arada varoluşlarıdır. Bunlar birbirileriyle etkileşim içinde bulunarak Atatürkçü Düşünce Sisteminin kök hücresini oluşturmaktadırlar.


Birincisi Tam Bağımsızlık’ın elde edilmesidir.


İkincisi Batı Uygarlık Düzeyine ulaşmanın başarılmasıdır.


Üçüncüsü ise Dünya ülkeler topluluğuna katılan yeni Türkiye’nin sosyal kültürel yapısını 1517’de Halifeliğin alınmasıyla başlatılan Araplılaştırma olgusuna son vermektir.

Tam Bağımsızlık hedefi 20. yüzyıla damgasını vuran bir hedeftir. Bu hedefe ulaşmayı yani İngiliz Emperyalizminden kurtulma hedefine varmayı Türkiye, Hindistan ve Çin başarmışlardır.

Türkiye bu hedefine savaşarak, Hindistan pasif mukavemet uygulayarak Çin ise  Uzun Yürüyüş ile mevcut düzene isyan ederek ulaşmışlardır.

Atatürk’ün ikinci hedefi Türkiye’nin Batı Uygarlık Düzeyine ulaşmasıydı. Bu hedefe ulaşmada Büyük Önder’in kullandığı temel ise akıl ve bilim kurallarının gidilecek yolda ışık olarak kullanılmasıydı. Ona göre (6) akıl ve ilmin rehberliği esas olmalı ve hiçbir doğma, hiçbir donmuş kalıplaşmış kural ya da hiçbir ayet esas alınmamalıydı. Gerçekten de yaptığı bütün devrimlerde bu ilkeyi takip etmiş ve bir bakıma Batı Uygarlığının çok gerilerine düşmüş, “enkaz” halindeki toplumu yeniden inşa etmiştir.


Bilim ve akılın ışık olarak kullanılması yani Onun terms of reference’ına  renk veren “bilim ve akıl” esası onun ölümünden sonra dahi kurduğu sistemin yaşamasını sağlamıştır. Osmanlıda “içtihat kapısının kapanması” ile doğmaların dondurulmasını değiştirip “içtihat kapısını” yeni “içtihat”larla zamana uydurma yerine (7) eskisini tümden ilga  ederek Batı sosyal ve hukuk ilkelerini Türkiye’nin öz dokusu haline getirdi. Bu devrimin gereği olan tekke ve zaviyelerin kapatılması, tevhidi tedrisat kanununun kabul edilmesi gibi toplumun özünü batılılaşmaya yönelik  olarak değiştirmesi  ama bunu reform olarak değil devrimci yaklaşımla kökten değiştirmesi Atatürkçülüğün bugüne dek yaşamasının  temel nedenlerinden biri olmuştur.


Üçüncü hedefi ise Yavuz Sultan Selim’in  1514 de Taht’a hakim olur olmaz “bütün İslam devletlerini tek bir devlet çatısı altında birleştirmek amacı”nı gerçekleştirmek  üzere savaşlar yapması; özellikle  Mısır’ı alarak  Hadim-i Haremeyn-i Şerifeyn  ünvanını  alması(**) ve bu tarihten itibaren de Devlet’in belkemiğini  oluşturan Türkmenlerin İslam/Araplaştırılmasının nihayete  erdirilmesi olmuştur.
  
 
TAM BAĞIMSIZLIK STRATEJİK HEDEFİNE VARIŞ
 

Atatürk’ün kazandığı ilk muhteşem zafer 1915 Çanakkale Zaferidir. Ama bu zaferin sonuca vararak yani Tam Bağımsızlığın elde edilmesi Lozan Antlaşmasının imza edilmesine kadar Sakarya, Dumlupınar, Birinci ve İkinci İnönü ve  Büyük Taarruz gibi savaşların kazanılması gerekli olmuştur. Kısaca sadece Çanakkale zaferi ile Lozan Antlaşmasının  imzalanmasına ulaşılması mümkün değildi. Hiç unutulmamalıdır ki 13 Kasım 1918'de Haydarpaşa önlerine demirleyip İstanbul'a giren düşman güçleri fiili işgali 16 Mart 1920 günü resmi işgale dönüştürmüşler ve Lozan Antlaşması gereğince  4 Ekim 1923 günü İstanbul’dan ayrılmışlardır. Diğer bir deyişle 18 Mart 1915 Çanakkale zaferinden sonra düşman güçleri dokuz yıl daha Türkiye’yi işgal etmeğe devam etmişlerdir(8).


Aslında Tam bağımsızlığın elde edilmesine bu zaferler de yeterli olmamıştır. Tam bağımsızlığımızın kazanılması  iki önemli engelin daha aşılmasına bağlı kalmıştır. Bunlardan birincisi Gümrüklendirmede gümrük vergilerinin ve sair kısıtlamaların saptama yetkisinin Türkiye’ye tanınması(9) ve ikincisi Boğazlarda cari rejimin Türk egemenliğine bırakılmasının  (9) elde edilmesi gerekliydi.


Bunlar  Atatürk’ün dehası sayesinde başarıldıktan sonra Türkiye tam bağımsız bir ülke olmuştur. Kısaca, dünya tarihinde emperyalizme karşı savaşarak bağımsızlığını kazanan tek ülke Türkiye olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk’ün dünya tarihine yazdırdığı Türkiye’nin bağımsızlığını elde edişinde hiç kuşkusuz Çanakkale, Dumlupınar, 1. ve 2. İnönü, Sakarya ve 26 Ağustos 1922 Büyük Taarruz zaferleri temel olmuştur. Ama daima hatırlanması gerek diğer bir gerçek de bu  zaferlerin kazanılmasındaki başarının diğer bir temeli de aynı zamanda Büyük Önder’in dehasıdır.
 
BATI UYGARLIĞINA ULAŞMA STRATEJİK HEDEFI

Bir ülkenin batı uygarlığına ulaşması demek o ülkede teknolojinin son buluşlarını uygulayıp mal ve hizmet üreten ya da bilim adamlarının sayısının çokluğu demek değildir. Bir ülkede açlıktan ölen insanlar sokaklardan her sabah çöp kamyonlarıyla toplanıp atılıyorsa o ülkede binlerce bilgin veya matematikçinin bulunması o ülkenin batılılaşmış olduğunu göstermez.


Eğer bir ülkede başka bir ülkeye tecavüz edilerek insanların yakalanıp daha başka bir ülkenin kamplarında işkence edilerek yargısız olarak yıllarca tutuluyorsa o  ülke dünyanın en zengin  ülkesi olsa dahi o ülkeye batılılaşmış bir ülke denilemez.


Eğer bir ülkede yönetimin en yetkili yerlerinde söz sahibi olan ama o ülkenin kurucularının (founding fathers) ilkelerine ters düşerek kişisel dini inançlarına bağımlı kalmaları, örneğin Katolik dünyasının merkezi olan Vatikan Devletine bağımlı kalmaları durumunda  yani başka bir devletin kurallarına bağlı kalmaları halinde o ülke batılı sayılamaz. Diğer bir değişle yöneticilerinin akla değil kalıplaşmış ve dondurulmuş ilkelere bağımlılıktan kurtulamamış idarecilerle yönetilen bir ülke. http://www.urunlu.com.tr/20-nancy-pelosi:-the-knight-of-vatican özde batılılaşmış sayılamaz.


Batılılaşmanın 21. yy’ın bu başlangıç yıllarında anlamı daha derindedir. Bu insanlık tarihinin başardığı tek bir anlayışa ulaşmış olmak demektir. Bu anlayış tüm insanlığın  insanlık onurunun gerektirdiği özgür bir insan olarak varlığını sürdürebilmesidir. Yani insanın  evrensel değerlere sahip olarak yaşantısının sağlanması demektir.


Karanlık çağlardaki doğmalarla dolu, inanç zorlamalarıyla ve bir takım dinsel öğelerle aklın yasaklanması döneminde hiç unutulmamalıdır ki insanın insan olarak yaşamasının önü akıl ret edildiği için insanlık  zulme  uğramış ve uygarlığın gelişmesinin önü tıkanmıştır. 15-16. yüzyıl Medici Devrimi ile aklı esas alan Rönesans’ın yaratılması ile insanın dondurulmuş kalıplardan ve dogmalardan ve ilahi olduğu iddia edilen kuralların kendilerine yetki verdiği iddiası ile insanlara hükmeden zümrelerin akıl karşısında yenilmesi demek olan Rönesans, Batı Uygarlığının ivme kazanmasında başrol oynamıştır. Ortaçağ karanlığının eski Yunan akılcılığının ışığı ile aydınlatılması uygarlığın yeniden yeşermesini sağlamıştır.  Ayrıca 1789 Fransız İhtilali ile sosyal ve siyasal alanlara sirayet eden aklın esas alınışı insanların yönetme tarzını da etkilemiştir.


1838 Baltaliman’ı Antlaşması ile İngiltere’nin Osmanlı Devletini sömürge haline getirmesi, 1842 İngiltere – Çin Afyon savası ile Çin’in İngiliz boyunduruğu altına girmesi ve Hindistan’ın 1856 da İngiltere’nin eyaleti haline dönüştürülmesi 20. yüzyıl başlarında sona erdirilmiştir.  Buna rağmen insanlığın yakın tarihinde ne yazık ki gene akıl ve bilim esasının çiğnenerek insanın insanca yaşamasına ters akımlar Örneğin, Hitler, Mussolini, Salazar, Franco, gibiler  yakın tarihimizin tanıdık simalarıdır.Bunların karanlık ortaçağdaki Vatikan mezaliminden farkı yoktur.

Her ikisinde de  uygulanan  özde “insan hakları”nın çiğnenmesi  diğer bir deyişle "akıl"ın hapsedilmesidir.

İnsanın insan olarak tüm insan haklarından faydalanması anlayışının Türkiye’ye ilk kez getirilmesi Atatürk’ün devrimciliğinin özünü oluşturur. Batı Uygarlığının temel taşlarından biri olan Eski Yunan Felsefesinin, Rönesans ilkelerinin, 1789 Fransız İhtilali ile aydınlanma felsefesini ilk idrak eden lider Atatürk’tür. Yaptığı bütün devrimlerde bu ilke her zaman göz önünde tutulmuştur. Kendisinin batılı yazarlardan özellikle J.J. Rousseau ile Türkiye’nin ilk ve son teoricisi olan Ziya Gökalp’in batılı düşüncesinden faydalandığı bilinmektedir.  

SOSYAL - KÜLTÜREL YAPININ ÇAĞDAŞLAŞTIRILMASI

Onun için Atatürk,

- Osmanlı’dan sınırları belli olmayan bir toprak parçasını devir alarak,

- Bu toprağın sınırlarını uluslararası camiaya onaylatarak;

- Bu toprak üstünde bir Devlet yaratması,

- Bu devletin sınırları içinde tevarüs ettiği çeşitli milletlerden yeni bir Millet yaratarak;

- Bu oluşumları elde ederken uyguladığı ve bu devlet ve milleti batı felsefesine uygun değerlerle örgütleyip inşa ederken hafızasında muhafaza ettiği temel ilke daima batı değerlerinin özünde olan Eski  Yunan-İtalyan Rönesans-Fransız aydınlanma döneminde yürürlükte olan Batı Uygarlığının temel unsuru olan aklı kullanmasıdır.
 
Örneğin;

1- Türk devletini yaratırken Anayasada laiklik ilkesini kabul etmiş,

2- Türk milletini yaratırken dogmaları ve ayetleri reddetmiş,

3- Işık olarak aklın rehberliğini kabullenmiş,

4- Ülkesini başka bir devletin lisanından kurtarmak için dil devrimi yapmış,

5- Başka bir ülkenin alfabesini kullanmak yerine uluslararasında geçerli Latin alfabesini almış,

6- İslam dininin kutsal hicretini başlangıç olarak esas alan başka bir devletin takvimini terk ederek uluslararası geçerli takvimini kabul etmiş,

7- Kadına medeni ve sosyal haklar tanımış,

8- Arap ülkelerinden devşirilmiş kişisel kıyafetleri yasaklayarak çağdaş kıyafetleri kabul ederek toplumun Batıya yakınlaşmasını sağlamış,

9- Eğitimde akıl ve müspet bilimlerin ışığında tedrisat yapılmasını getirmiştir. Hatta din eğitimin Türkçe yapılması için  Kuran'ı  Türkçeleştirmek istemiş ve böylece kendi dininin yüce kitabını başka bir milletin diliyle okuyan dünyada imparatorluk kurmuş tek ülke olan Türkiye'nin  bu yanlıştan kurtulması için uğraşmış ve hatta Hutbelerin ve ezanın Arapça değil Türkçe okunmasını sağlamış,

10- Kırsal kesimdeki halkın eğitim ve öğrenimini sağlamak için Köy Enstitülerini  kurmuş ve Kentsel Halkın  aydınlanmasını sağlamak için Halkevlerini açmıştır.

Ama bütün bunların önünde en büyük devrim olarak Batının hukuk sistemini alarak mevcut din öğeleriyle oluşturulmuş Osmanlı/Arap/İslam hukuk sistemini ilga etmiştir. Halifelik ve Şeyhülislamlık kurumları kaldırıldığı için Şeriat hukuku da kendiliğinden kaldırılmış oldu.

XXX


Demek oluyor ki ADS yukarda sözünü ettiğimiz 3 temel stratejik hedeflerin bir muhassalasından (resultant; resulting from a combination) ibarettir. Diğer bir deyişle bu muhassalanın  aslında kendisi bir kök hücre niteliğindedir. Bu kök hücreyi oluşturan hedeflerden sadece biri zarar görürse o zaman ADS yıpranır ve zamanla çöker.

AKP’nin uygulamalarıyla Amerikan ve AB  çevrelerinde  alkış tutulan ILIMLI İSLAM projesi temelde ülkemizin bağımsızlığına nasıl karışıldığının en açık göstergesi olmuştur.

Her ne kadar AKP’nin Anayasa mahkemesi tarafından “Odak” olduğu tescillenmiş olmasına rağmen ve gene her ne kadar “turban” davasıyla Anayasadaki laiklik ilkesi korunmuş olsa dahi durum hiç de iç açıcı değildir. Zira, yürütme organının idareyi yürütmede kullandığı çarklar yani bürokrasi kaybedilmiştir. Milli Eğitim ADS’ye karşı olan Odak taraftarlarının eline geçmiştir.

Hukuk, Anayasa mahkemesi başkanının söylemleri ve davranışlarıyla ve özel bazı davalar nedeniyle sarsılmış bulunmaktadır.

Ülkeyi 700 yıldan beri Batıdan uzaklaştırma çabaları patrona Halil İsyanından beri devam etmektedir. AKP bu duruşun son halkasıdır ve de tam bir başarıyı ilk defa elde etmiş gözükmektedir. Bu duruma karşı seslerini yükseltenlerin varlığı karşısında AKP sessizdir zira  Taha Akyol’un bir  yazısında dediği gibi “ zamanla unutulur” yani halk alışır ve dolayıyla AKP  laik sistemi sarsmağa devam edebilir inancı hakimdir.

Belediyeler antidemokratik yollar yaratmışlar ve  kömür  pirinç vesaire malzemeleri seçim  mahallelerine  bedava vererek geçim derdindeki fakir  vatandaşların  oylarını adeta iğfal ederek Demokrasiyi tahrip etmişlerdir.

AKP’nin temel teoricisi ve düşünsel lideri ve bu düşüncelerin temel uygulayıcı mimarlarında olan Manisa Milletvekili Bülent Arınç’ın 22 Temmuz seçimlerinde söylediği “dindar bir cumhurbaşkanı ister misiniz” söylemiyle ADS’nin temel ilkelerinden biri daha yıpratılmıştır. Seçim referanduma dönüştürülerek Laikliğin sarsılmasına yol acilmiş ve günümüzde Anayasa mahkemesi Başkanı’nın Anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilmesine ilişkin bir tartışmayı açma cesaretine kadar  ulaşılmıştır.

Ama Prof. Dr. İnalcık’ın dediği hiç unutulmamalıdır; “Atatürkçülük, ...bir tarihi gelişimin son ve radikal ifadesidir.” Bunun aksi bir yöne doğru gidişe dönülmesi, tarihi geriye çevirmek anlamına gelir ki bu “abes” ile iştigaldir. Sayın İlker Başbuğ’un dediği gibi Atatürkçü düşünce sisteminin bizahiti kendisi bir “itici güç”tür. Bu gücün yenilmesini hayal edenler nihai tahlilde mağlup olacaklarını göreceklerdir.

-------------------------

(1) Matbaanın Osmanlı ülkesine girişinden sonra geçen 100 yıl içinde basılan kitap sayısı ise sadece 180 (yüzseksen) adettir.
 
(2) Hürriyet, 23 Kasım 2008
 
(3) Modero'nun Meksika devrimi amacına uygun bir bilimsel temele dayanmadığı için uygulamada başarısızlığa uğramıştır. Modero öldürülmüş ve sonuçta Meksika yine eskiden olduğu gibi ABD emperyalizminin pençesine geri dönmüştür.

Aklı esas alan ve evrensel değerler taşıyan 1917 Lenin devrimi Lenin'in ölümüyle halkın Stalinist zincirlere vurulmasıyla sonuçlanmış ve  halk  kendi  vatan topraklarında köleleştirilmiş ve sonunda Batı Emperyalizminin kuklası Gorbacov dönemiyle son bulmuştur.

Aklı esas almayan (***) ve evrensel değerler içermeyen diğer bir  mücadele 1945 Mahatma Gandi hareketidir. Zira onun hareketi her ne kadar İngiliz emperyalistlerini Hindistan'dan kovma sonucu vermiştir ve bugün Hindistan bilişim sektöründe akla dayanan çalışmalarıyla ünlü düşünce insanlarının en yüksek olduğu bir ülke olmasına rağmen her  sabah sokaklardan insan ölülerinin çöp arabalarıyla taşınan tek ülke olduğu gerçeği de  unutulmamalıdır. Açlık sefalet ve insan haysiyetine uymayan   evrensel değerlerin  en temel  ilkesi olan "insanın insanca yaşaması"  dahi ihmal edilen tek ülke olan  ne yazık ki Gandi'nin ülkesidir.

Mao İhtilali ise çok büyük başarılar elde etmiştir. Çin'i bugün dünyanın en güçlü ekonomik ve askeri devleti olmasını sağlamıştır , ama ne var ki sonuçta ideolojisine uygun ama akla ters  olan tek tip insan yaratma yanlışlığına düşerek  Çin "insan"ın evrensel  değerlerinin  Çin'de hala  bir sorun olarak kalmasına neden olmuştur.
 
(4) Milliyet gazetesi yazarlarından   Taha Akyol'un  "Atatürk, efsane ve gerçek ---İrticayı bırak, Kürtçülüğe Bak--- İçtihat Kapısı Açıldı” başlıklı makaleleri bu tarz yazıların en belirgin örneklerindendir.
 
(5) 18 Mart 1920'de İngilizler, İstanbul Meclis -i Mebusanın etrafını makineli tüfeklerle sararak, toplantı halinde bulunan milletvekillerinden  bazılarını tutuklayarak ve sürükleyerek götürdüler. Bunun üzerine milletvekilleri meclisin çalışma süresini ertelediler. Böylece, Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı düşman süngüsü altında zorla kapatıldı ve 22 Haziran'da İstanbul'da toplanan Saltanat Şurası, Paris'e Sadrazam Damat Ferit Paşa başkanlığında bir heyet göndermeye karar verdi, bu heyet 10 Ağustos 1920'de Sevr Antlaşması'nı imzaladı. Ama Anlaşmanın yürürlüğe girmesi için önce Meclis-i Mebusan'ın anlaşmayı görüşüp kabul etmesi, sonra da imzalanmak üzere Padişah Vahdettin'e göndermesi gerekiyordu. Fakat anlaşma imzalandığı tarihte Meclisi Mebusan 18 Mart 1920'de İngiliz silahlarıyla zorla kapatılmış olduğundan, anlaşma mecliste görüşülemedi ve padişahın önüne gelmedi. Dolayısıyla anlaşma hiçbir zaman yürürlüğe girmedi.

Antlaşma bir yanda Osmanlı İmparatorluğu devleti diğer yanda İngiltere, Yunanistan, Ermenistan, Hicaz Krallığı (günümüz Suudi Arabistan Krallığının ilk adıdır), Fransa, İtalya ve diğer bazı düşman Devletlerarasında imzalandı. ABD ve Rusya imza atmadılar.
 
(6) Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur…Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar.” (Kaynak:İsmet  Giritli ,Kemalist Devrim ve İdeoloji, İ.Ü Yayınları)
 
(7) öyle yapılmayıp ayetlere ve hadislere göre yeniden içtihatlara yaratılmasını savunan  ve  sanki sisteme aykırı olmaması için ayrıca “İslam bilginlerince ilk dönemlerden itibaren geliştirilen klasik yöntemlerin yanı sıra çağdaş yöntemlerden de yararlanılması gerekir..." (vurgular bana ait c.ü.) denilmesini alkışlayan Taha Akyol’un ibretle okunacak makalesi için bknz. Milliyet  20 Mayıs 2002
 
(8) Atatürkçü düşünceyi içine sindiremeyen günümüzdeki Kabakçı Mustafa, Patrona Halil, Derviş Vahdeti, Derviş Mehmet’in günümüzdeki takipçileri olan dinciler Atatürk’ü her nedense Çanakkale savaşı muzaffer komutanı olarak dondururlar. Onlara göre Atatürk Çanakkale zaferini kazanmış bir komutandır; sonrası için suskunlukları sürer. İstanbul’un kurtuluşu denilince Fatih Sultan Mehmet’in Bizans İmparatorluğunu yıkmasını anlarlar. Onlara göre! 1923 Cumhuriyetin ilanından 1938 ölümüne kadar olan dönemde Atatürk yoktur. Zira 1923–1938 dönemi Türkiye’nin donmuş kalıplardan kurtulma ve aklın ve bilimin hüküm sürdüğü ve ayet ve doğmaların silindiği çağdaşlaşma dönemidir.(Bu hususta bknz: 
http://www.urunlu.com.tr/60-ataturkculugu-bekleyen-tehlike
 
(9) Lozan Antlaşmasında gümrüklerde Türkiye’nin tam yetkili olması 1929 yılına ertelenmişti. Atatürk, “bir devlet ki gümrükleri için vergilendirme işlemleri düzenlemesi hakkında men edilir o devlete bağımsız denilemez” düşüncesindir ve sonunda Lozan’da bu yetkiyi gecikmeli de olsa kabul ettirmiştir..

Boğazlar rejiminde Türkiye’nin tam yetkili olarak kabul edilmesi ancak 1936 Montrö Sözleşmesiyle olmuştur.
 
(*) Terms of reference are the instructions given to someone when they are asked to consider or investigate a particular subject, telling them what they must deal with and what they can ignore.

(**) Yavuz Sultan Selim, Halep Ulu camii'nde Cuma namazını eda ederken hatip, Mekke ve Medine'nin hakimi manasına gelen ''Hakimu'l-Harameyn es-Serifeyn'' ünvanıyla hitap edince o, yerinden kalkıp bu lakabın yerine ''Hadimu'l-Harameyn es-Serifeyn'' (Harameyn'in hizmetkarı) kelimelerini telaffuzla kendisine bu ünvanın verilmesini istemişti.Hatip’in ayni sözleri tekrarlaması üzerine çok sevinen Yavuz Sultan Selim, 1000 dukadan daha fazla değeri olan kaftanını çıkarıp hatibe giydirecek ve üzerinde namaz kıldığı halıyı kaldırıp toprağa secde edecektir.Böylece o, İslam’a ne kadar bağlı olduğunun göstermiştir. Bu Osmanoğullarının en karakteristik vasfını teşkil eder. 

(***) Ocak 1934'te Hindistan Bihar'da meydana gelen bir deprem çok büyük yaşam kaybına ve zarara yol açtı. Gandi bunun Hindistan'da toplumsal sınıfların dışında kalanları yani Parya'ları  kendi tapınaklarına kabul etmeyen üst kast Hinduların günahları nedeniyle olduğunu belirtti.  Hintli büyük düşünür ve filozof Rabindranath Tagore ise Gandi’nin  bu görüşüne şiddetle karşı çıktı ve ahlaki sebeplerin değil yalnızca doğal sebeplerin depreme yol açabileceğini savundu..
 
 
Coşkun ÜRÜNLÜ

25 KASIM 2008

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır