Demokrasi ve AKP

Demokrasi ve AKP

Demokrasi, dünya tarihinde çeşitli biçimlerde uygulanan, bir ülkenin yöneticilerinin saptanmasını ve iktidardaki uygulamalarının halk tarafından murakabe (denetim) altında tutulmasını sağlayan bir sistemdir. Birçok ülkede siyasal iktidarları halk, seçim sandıklarında oylarıyla tespit ederler. Burada hareket noktası, ülke kuruluşunda “founding fathers” ların kabul ve tesis ettikleri temel ilkelere uyulmasıdır. Denetimde de, örneğin Amerika’da, devleti yönetecek başkan ve kongre üyelerinin, “founding fathers”ın ülkenin kuruluşunda çizdikleri esaslara göre yani kabul etmiş bulundukları anayasal ilkelere uygun yönetim becerisini gösterip göstermediği izlenir. Ayrıca halk, çağın değişen yeni koşullarına göre, akla uygun normların eklenmesiyle bu anayasal prensiplerin geliştirilmesi yönünde bir yaklaşım olup olmadığını denetleyebilir.

İngiltere’de, iktidara sahip olan başbakan seçimle işbaşına gelmiştir. Bu başbakan kraliyet (saltanat) sistemi içinde saltanatın ilk kurulduğu anlayışlar çerçevesinde ve batı uygarlığının ulaştığı yeni bilimsel verilerle ülkeyi yönetmektedir. Türkiye’de de halk,  kendini yönetecek siyasal iktidarı seçim yoluyla belirlemektedir ve ülke, Cumhuriyeti kuran ilk kurucularla birlikte Türk Milletinin temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından belirlenen anayasal ilkelere göre yönetilmektedir.

Demokrasinin temel şartı olan siyasal iktidara getirileceklerin halkın oylarıyla seçilmesi usulüne procedure (usul) demokrasi diyebiliriz. Bir ülkede “procedure” demokrasinin varlığı gerekli şarttır; ama yeterli değildir. Bunun ispatı olarak III. Reich döneminde Nazilerin iktidara gelmesi olayı ortada durmaktadır. Gerçek anlamıyla demokrasiyi tanımlamak için, siyasal iktidarın devlet kuruluşundaki sisteme, yapılanmasına ve dokusuna sadık kalması gerekmektedir. Kendini iktidara taşıyan sistemin özüne uyan ve bu özü insanlığın tarih boyunca ulaştığı uygarlığın akla dayalı temellerine saygılı bir yönetim uygulamasını takip etmesi zorunluluğu vardır. Hitler seçim yoluyla gelmiş yani demokrasinin procedure (usul) gerekliliğini yerine getirmiş ama bu uygulamanın sistemin özündeki değerlerine zıt olması Almanya’daki demokrasinin yok olmasını doğurmuştur. Hitler cinayet ve terörle beslenmiş bir yönetim sergilemiş, insan haklarına saygı yerine ırkçılığı ikame etmiş yani Almanya’nın “founding fathers”larının çizdiği özü ilerletmek ve geliştirmenin tam aksini uygulayarak demokrasinin çökmesini yaratmıştır.

Ülkemizdeki deneyimine bakacak olursak, bu siyasal iktidar sahipleri halkın % 47’sinin oylarıyla yani halk tarafından iktidara getirilmiştir. Türk Demokrasisinin özünde, cumhuriyeti kuran önderlerin yani “founding fathers”ların kurduğu cumhuriyetin özünde laiklik, tam bağımsızlık, üniter devlet, millete dayalı egemenlik, bu egemenliğin seçim yoluyla TBMM tarafından kullanılması vardır. Bu özün içinde dini ibadetler ve inançlara devlet tamamen ilgisiz hale getirilmiş ve bunların devlet yönetiminde etkili olmasını önlemek amacıyla gerekli düzenlemeler, cumhuriyet kurumlarının tesisi ile sağlanmıştır. Bu özde, insanların da kendi ibadetlerini kendi yaşamlarında yapabilecekleri bir ortam sağlanmıştır.

Osmanlı imparatorluğundan devralınan ülkenin kurulu sistematiğine, şeriatın yerine aklın esas alındığı batı uygarlığının özü olan bilimsellik yerleştirilmiştir. Aklın esas alındığı bilimsellik ÖZ’ü batı uygarlığının demokrasilerinde hiçbir zaman değiştirilmemiştir ve değiştirilmez bir kural olarak uygulanmaktadır.

Öyle görülüyor ki AKP iktidarı seçimle gelmiş yani, “procedure” demokrasiyi uygulamış, “process” demokrasi ise şöyle böyle sürdürülmüştür. Burada sorun, sistemin özünün değiştirilmesi çabalarıdır:

1. Şeriat hükümlerinin akıl yerine geçirilmesi,

2. Üniter devlet ve laiklik ilkelerinin değişeceğine dair çabaların ciddi yoğunluğa ulaşması ve “demokrasiyi güçlendiriyoruz”  iddialarının gerçekte “process” demokrasiyi ortadan kaldırmaya yönelik olması, sistemin özünü değiştirme demektir.

Süreç demokrasisi olmadığı halde sadece usul demokrasiyi kabul etmek, bilimsel olmadığı gibi art niyetli bir yaklaşımdır. Bu art niyet, siyasal iktidarı ele geçirenlerin kendi sübjektif değer yargılarına göre kendi akıl dışı inanç yapılarını topluma empoze ederek ortaya çıkacaktır ki bu da zor kullanarak sistemin özünü değiştirmek anlamına gelir ki bu da diktatörlük demektir. Bu diktatörlük teokratik bir diktatörlük özlemidir. Hele hele seçmenlerin çoğunluğunun oylarının parasal ya da yiyecek ve ısınma giderlerinin karşılanması yoluyla iktidar ele geçirilirse ya da milletvekili seçilecek aday adaylarının tespitinde mahali delegelerin oyları yerine Parti Başkanı tarafından ve sadece onun kendi iradesiyle bu adaylar tespit edilirse “procedure” demokrasinin de meşru olduğu iddia edilemez.

Gerçekten örneğin Atatürk Milletin Egemenliğini pratiğe dönüştürecek TBMM’yi ilk kez kurarken, Meclise gelecek milletvekillerini kendisi tespit etmemiş, 17 Mart 1920’de  “İntihabat Tebliği” yayınlayarak yeni meclisin seçim usulünü belirtmiştir. Nüfuslarına bakılmaksızın her livadan beş kişi seçilecektir. Bunları Belediye Meclis üyeleri ile Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin mahalli yönetim kurulu üyeleri seçecektir. Bu demokratik usul üzerinde Dr. Ergun Özbudun ve Bülent Tanör “1921 Anayasası için, hazırlanışı ve kabul özellikleri bakımından, Türk Anayasacılığının “belki de” tek demokratik örneğidir” demektedir.

Demek oluyor ki seçmenlerin serbest iradelerinin yansımasında çarpıklık yaratan kişisel iradeler ya da seçmenlerin “maddi” ihtiyaçlarına cevap vererek seçime gitmek “procedure” demokrasinin meşruiyetine gölge düşürmektir. Hele hele “dindar Cumhurbaşkanı ister misiniz” sloganıyla referanduma gitmek ( 22 Temmuz seçimleri) büyük affedilemez bir hatadır. 1934’te Atatürk; “Arkadaşlar yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâplar için nur ve münevverin yoluna gedeceğiz; hedef ve hünerimiz cahil kitleyi de nurlandırarak yolumuzda yürümek ve onu selamete çıkarmaktır. Cumhuriyetimizi, muasır medeniyet seviyesine ulaşmak isteğimizi köstekleyecek herhangi bir referanduma gitmek, yalnız cehalet değil, hıyanet olur. Yüzde sekseni ummi (kör cahil) bırakılmış bir memlekette inkılâplar plebisitle olmaz!” (Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi, 18 Ağustos 2007, sayfa:17) diyerek bizim toplumumuzda bu konuda referanduma gitmenin usul demokrasiye uygun olmadığını bize göstermiştir.

AKP iktidarının “process” demokrasiyi referandum yoluyla değiştirmeye kalkışması yani, usul demokrasinin dincilik yapılarak yozlaştırılması, demokrasinin özünü değiştirmek anlamına geldiği için toplumun itirazını davet etmiştir. Devlet bürokrasisini belli tarikat mensubu ve antilaik uygulamaya eğilimli bürokratlarla doldurması, demokrasiyi güçlendiriyoruz diye demokrasinin sadece usul demokrasi bölümüne sözde riayet edip süreç demokrasiyi göz boyacılığı ile yürütmesi ve özü teşkil eden devleti ve Cumhuriyeti kuran “founding fathers”ların ilkelerini batı uygarlığının akılcı temellerinden uzaklaştırma çabaları, AKP’nin “demokrasiyi geliştiriyoruz” görüşünün doğru olmadığının kanıtıdır.

____________________________

10 Nisan 2008

Coşkun Ürünlü

 

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır