Baykal Sonrası CHP

BAYKAL SONRASI CHP

 

Yıllardır birçok seçmenin söylemi “Baykal gitmeli, ondan sonra oyumu CHP’ye veririm” olmuştur. Ama bunlar bütün bu söylemlerine rağmen Atatürk’ün kurduğu bağımsız ve akla dayalı Kemalizm’in savunucuları olduklarından oylarını ''kerhen '' de olsa yine Cumhuriyet  Halk Partisi'ne vermişlerdir.

Çok açıktır ki Kemalist ilkelere gönül vermiş bu insanlar, CHP  liderinden, Kemalizm’e vurulan darbelere engel olmasını istemekte ve bunun başarısızlığını parti ilkelerine ve yapısına değil genel başkana bağlamaktadırlar. Bunlar çoğunlukla Baykal “halkı ikna edememektedir” diyen, ama Kemalizm’den asla kopmak istemeyen ve Kemalizm’in temel öğesi olan akla dayalı Rönesans’ın devamını arzulayanlardır. Ama bunlar, dinsel öğelerle şartlandırılmış olan çoğunluk nüfusumuzun oluşturduğu bir halk iradesinin, oylarıyla AKP karakteristiğinde bir partiyi iktidara taşımış olduklarını unutmuş görülmektedir. Gerçekten de bu nüfus, yedinci yüzyılda doğmuş olan İslam Felsefesinin oluşturduğu toplumsal değer yargıları ve bu yargıların özünü oluşturan skolâstik, dogmatik inançlar ve düşüncelerle beyinleri hapsedilmiş olduğu için  “Dindar Cumhurbaşkanı ister misiniz?” söylemini kendilerine şiar edinmiş olan AKP’yi töresel müktesebatlarına uygun olarak görmüşler ve iktidara getirmişlerdir.

Bu duruma karşı vaziyet alan Baykal, dikkat edilecek olursa bütün içtenliğiyle Kemalizm’i kalbinde ve eyleminde sürdürmeye devam ederek mücadelesini sürdürmüştür. Ancak Baykal ve CHP’nin temel hatası, Kurucu atalarımız dönemindeki elit zümrenin (asker ve bir avuç aydın insan) başarısı olan Cumhuriyet ilkelerini yaşatacak geniş halk kitlelerinin aydınlatılmadan kaldıklarını görememiş olmalarıdır. Elit kitlenin, yani cumhuriyet savunucularının, yani bağımsızlık yanlılarının, yani bilimi ve aklı öne alanların düştükleri temel hata da  çoğunluğun temelde demokrasiyi sadece “sandığa bağlamak” zihniyeti karşısında sessiz ve hareketsiz kalmalarıdır. 

Osmanlı İmparatorluğundan devir alınan nüfusun büyük çoğunluğu eğitimsiz ve aydınlatılamamış halde kalmıştır. Yavuz Sultan Selim’in iktidarıyla halk Araplaştırılma ve dinsel öğelerle koşullandırılma olgusundan kurtulamamıştır. Batı uygarlığının “usul demokrasi” diye ret ettiği anlayışı yani “sandık esastır” anlayışını esas kabul ederek ve iktidardaki uygulamalarında “süreç” demokrasiyi yok sayarak içi boş demokrasi kelimesini kendi çıkarları için uygulamaya devam etmiş iktidarlar hüküm sürmüşlerdir. Bu anlayışın sonucunda Kurucuların laik ilkesini tahrip etmeğe devam etmişlerdir. Demokrasiyi sadece yalın bir biçimde  “sandık” ile özdeşleştirmek ve sandıktan çıkan iradenin a) kurucu atalarımızın öngördükleri temel sistemi muhafaza edici olmadıklarını görmeyen ve b) yönetimleri esnasında uyguladıkları politika ve yöntemlerin kurucu atalarımızın düşünce ve eylemlerine ters yönde sürdürmeleri sonucunda çoğunluğun karanlıklardan çıkarılamamasının suçu Baykal’a yüklenemez. Sorun Baykal'ın başarısızlığı değil, elit kesimin, halkın aydınlatılmasını engelleyen Atatürk sonrası tüm siyasi iktidar sahiplerinin sorumlu olduğunu idrak edememeleridir.

Halkın aydınlatılması, eğitilmesi, inançlar kafesi içerisinden, törelerin sınırlamalarından kurtarılarak dogma yerine bilgiyi almalarını sağlamadan Türkiye’nin batılılaşması mümkün değildir. Atatürk’ün halkın eğitilmesini öngörmesine rağmen, kendi ölümünden sonra her bir siyasi iktidarın bu öngörüyü yerine getirmesini değil tam aksini yapmalarının suçunu idrak etmemek önem taşımaktadır.  Köy Enstitülerini kapatıp kırsal kesimin aydınlatılmasını engelleyen, halk evlerini kapatıp kentsel kesimin genişletilmesini duraklatan, toprak rejiminin değiştirilerek kırsal kesimi ücret – emek ilişkisine döndürmeyen ve onları toprak ağalarının ve rantiyerlerinin insafına bırakan siyasal iktidar sahipleri kendi kişisel çıkarları uğruna “avamlaştırdıkları” demokrasi uygulamalarıyla iktidarlarını sürdüre gelmişlerdir. 

Ancak, CHP  halktan ayrı düşmüş hatta halkın töresel yapısına “karşı duruş” sergiler durumuna gelmiştir. Halkla bütünleşmek için gerekli olan halkın töresel karanlığına ışık tutacak tek bir dönem olmuştur. Atatürk devrim ve anlayışını kurtarma düşüncesi ve isteğiyle başına kasket giyerek Karaoğlan-halkçı sloganlarıyla meydanları coşkuya boğan cumhuriyet ilkelerinin sunuculuğu çabasında Ecevit bir ara başarılı olmuştur. Ama ne yazık ki, Ecevit’in siyaset, bilim ve Cumhuriyeti kavrayışının yeterli olmayışını hiçbir elit ciddi olarak algılayamamıştır. Burada ne olmuştur? Ecevit Kemalist politikasını takdim etmiş ama ne yazık ki bilimsellikten uzak köy-kent, halk sektörü, gibi dünya ekonomi tarihinde görülmeyen anlayışlarla demokrasi kavramını sandık sistemiyle özdeşleştirerek, demokrasi anlayışını “avam”laştırarak oy almıştır.  Yedinci asır felsefesi ile koşullandırılmış ve akılları hapsedilmiş seçmenler bir furya halinde Ecevit’e oy vermişlerdir. Ama zamanla Karaoğlan efsanesi çökmüştür. Ama ne var ki, Ecevit’in kendi Cumhuriyet, aydınlanma ve Rönesans anlayışının dar bir çerçeve ile çevrili olması ve kendi siyasal iktidarının Erbakan’a ortaklık teklif ederek Kemalist ilkeye taviz vermesi anti-laik grubun meşrulaşmasına yol açmıştır. Ecevit’in bu anlayış ve uygulamasının özünde yatan kısırlık Patrona Halil isyanı ile başlayan Batılılaşmaya ve bilim ve akla  başkaldırma hareketleri olarak bir nevi meşruiyet kazandırmıştır. Ecevit’in kasket takarak halkçı olduğu iddiasıyla sistemin özünü Erbakan ittifakı ile dumura uğratması sonucu bu günkü AKP iktidarına yol açılmıştır. Buradaki temel olgu, halktan kopuk, stratejiyi yenilemeyen CHP’nin,  bilim ve akla ters yaklaşımından ve kadroların Ecevit tarafından Kemalist ilkelerden verilen tavizlerle doldurulmuş olmasından kaynaklanan bir şekilde Türkiye’nin kaderine gericilik örtüsünün getirilmiş olmasıdır.

Ecevit, ayet ve dogmaların yönetime geçmesini arzulayan Erbakan felsefesi ile hükümet ortaklığı kurduğu andan itibaren gericilerin yandaşı olmuş ve kurucu atalarımızın “founding fathers” çizdiği düzeni, Araplaştırma yolunu meşrulaştırarak ülkeyi riske atmıştır. Gerici zihniyet sahiplerine bu “sözde” demokrasiyi kullanarak iktidara gelmenin en kolay yol olduğunu öğretmiştir. Bu yol günümüzde AKP iktidarının bütün ülkenin üstüne dogmalar örtüsünü atarak ve her bir köşesini ve her bir hücresini Batı Uygarlığının temeli olan bilim dışına atmayı başarmasının son halkasını temsil etmektedir.

Cumhuriyet’in temel niteliği olan laikliğin nasıl ortadan kaldırılma olanağının “sandık” yoluyla elde edilebileceği anlayışı gerici siyasetlerin uygulanmasına yol açmıştır. O halde, Cumhuriyet’in korunması ve geliştirilmesi için hem Kemalist ilkelerin savunulması hem de bu ilkeleri savunacak CHP gibi Kemalist partilerin yöneticileri ve kadrolarının “ehil” olmaları bir ön şarttır. . Diğer bir deyişle, CHP’ye başkan olacakların iyi seçilmesi temel gerekliliktir. Baykal en azından partinin birliğini ve diriliğini korumuş ve onu sağlam bir yapıya getirmiştir. Açıklıkla söylenilmesi gerekir ve hiçbir zaman unutulmamalıdır ki, Baykal zamanında CHP’nin “başkanıyla kaim” bir parti haline düşürülmediğidir. Menderes döneminin sonunda DP kaybolmuş, Demirel’in ayrılmasıyla Adalet Partisi çökmüş, Özal’ın yok olmasıyla ANAP silinmiştir. AKP de Erdoğan’ın çekilmesiyle çökecektir. Bütün bu partiler kişilerin partileri olarak kalmıştır. Zira hiç     birinde belli bir felsefe, belli bir hedef ve nihai amaç yoktur. Bundan dolayı Baykal olmasa da CHP yaşayacaktır. Ama CHP’nin iktidara gelmesi, halkla bütünleştiğini İstanbul Belediye seçimleri sonucunda aldığı oyla güvenilirliği tescil edilmiş olan Kılıçdaroğlu başkan olacak ise, partinin yönetimindeki ışık Baykal olmalıdır. Atatürk’ün nitelikleri ve yaptıklarının iyi değerlendirilmesi sonucunda, kendisinin 20. yüzyıla yakışır bir bilgi ve donanıma sahip olduğu görülecektir. Atatürk’ün, Osmanlı’nın 500 yıllık geleneklerini Rönesans’ın akılcı ve bilime dayanan eylemleriyle değiştirdiği unutulmamalıdır.  Kılıçdaroğlu, Baykal’ın ışığıyla, kendi kuracağı parti yönetimine, teknokrat ve bürokrat gibi halktan kopuk kişilerle dolduracağına, halka dayalı ve halktan gelen kişilerle donatmalıdır. Bu yönetimin dayanacağı bir temel felsefeye gerek vardır; Çünkü AKP’nin dayandığı bir temel felsefe vardır. Her zaman için iktidar sahiplerinin başarılı olabilmesi için bir düşünce sistemine dayanması gerekmektedir. AKP’nin dayandığı felsefi sistem ve her bir vakada başvurduğu mihenk taşı Osmanlı İmparatorluğu’ndan devralınmış İslami anlayışın töresel yapısıdır. CHP’nin yeni ekibinin de başvuracağı temel ögeler Atatürk’ün ölümünden sonra “alıştırıla alıştırıla” gündemden silinen Atatürkçü Düşünce Sistemi’dir. Bu sistemin iki hücresi vardır. Birincisi tam bağımsızlık ve ülke bütünlüğü, ikincisi ise devlet yönetiminin akıl ve bilime dayanması şiarıdır.

Kılıçdaroğlu, adaylığını açıkladıktan sonra yaptığı en önemli açıklamalardan biri şu olmuştur; “Karnını doyuramayan, evine ekmek götüremeyen halka yüksek siyaset söylemi olan “Rejim tehlikededir” olgusunu anlatamazsınız.” Kılıçdaroğlu ile yeni dönemdeki en büyük potansiyel tehlike, CHP’nin, iktidara geçmek uğruna, “halka şirin görünmeğe dönük siyaset” yaparak, günümüze kadar korunmuş olan laik Cumhuriyet’in kurucu atalarından devralınan değerleri korumak adına siyaset yapmak çizgisinden uzaklaşmasıdır. Diğer bir deyişle, bir zamanlar Ecevit’in Erbakan ile yaptığı gibi, CHP muhalefet mücadelesini AKP’nin aynı söylemleriyle iktidar mücadelesine dönüştürebilir.

CHP’nin Kılıçdaroğlu döneminde oluşturulacak kadrolar, “avam”laştırılmış siyaset gerekliliğine uygun birikim ve donanımda olacak olur ise işte o zaman Cumhuriyet’ten bu yana ve son dönemde Baykal ile seslendirilen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu atalarının felsefesine dayalı siyaset kültürü, sadece bir dönemin söylem ve içeriğini oluşturan bir müze veya enstitü haline dönüştürülecektir.

Zaman ve gerekçeler CHP’nin avam siyasete indirgenmesini gerekli kılabilir ancak Kemalizm’in temel esaslarını her daim koruyacak ve CHP’nin iktidar olması halinde uzun soluklu bir aydınlanma mücadelesinin enjeksiyonlarını halka verebilecek çekirdek felsefe yapısının CHP’nin içerisinde muhakkak muhafaza edilmesini sağlayacak önlemlerin alınması 1923’de kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası açısından çok önemlidir.  

Halk karşısında kendini halkın dışında ve üstünde sanan kişilerin parti başkanı olmaları ya da parti kadrolarını bu tür kişilerle doldurmaları CHP’nin iktidara gelmesinin bir başka bahara bırakılması demek olacaktır. Partinin şu anki yönetim kadroları, teknokratlardan, bürokratlardan, doktor ve avukat gibi halkla temelde bütünleşmemiş kişilerden oluşmaktadır. Siyaset eğitimle öğrenilemez; siyaset hem yetenek hem bilgi hem de öngörü sahibi olmayı gerektirir ve bu gerekliliklere sahip kişilerin aynı zamanda Batı’nın düşünce sistemini algılamış ve kendi bünyesine mezc etmiş olmaları lazımdır. Yabancı dil dahi bilmeyen, kendini Batı kültür ve felsefesine aşina etmemiş, insanlığın geçirdiği aşamalardan haberi olmayan kadrolar Türkiye’ye hakim olan dinsel öğelerle türetilmiş değer yargılarını çağdaşlaştırabilecek kişiler olamaz. Diğer bir deyişle, CHP’yi yönetecek olanların iyi seçilmesi temel gerekliliktir. Baykal en azından partinin birliğini ve diriliğini korumuş ve onu sağlam bir yapıya getirmiştir.

CHP’nin yönetimine şimdi talip olanlar eğer “Power corrupts, absolute power absolutely corrupts” deyimine göre kendilerini “üstün insan” olarak görürlerse ve halkı küçük görerek onların aydınlığa yüceltilmesini öngörmezlerse Türkiye’yi AKP’nin karanlık örtüsünden kurtaramayacaklardır.
 
COŞKUN ÜRÜNLÜ
19 Mayıs 2010

 

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır