Tarihten Bir Yaprak: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Fikir Kulübü

 

 

TARİHTEN BİR YAPRAK: ANKARA ÜNİVERSİTESİ SİYASAL BİLGİLER FAKÜLTESİ FİKİR KULÜBÜ

                                                                                                                                                    "Zamanı gelmiş bir fikrin karşısına dikilme
                                                                                                                                                             gücüne hiçbir ordu sahip değildir."
                                                                                                                                                                                                             V.Hugo

SBF Fikir Kulübü 3 Ocak 1956 tarihinde Ertuğrul Baydar’ın önderliğinde 11 öğrenci tarafından kuruldu. Fikir Kulübündeki çalışmalarımızın temelinde Adnan Menderes iktidarının anti-demokratik yönetimi ve gerçekleştirilen anti-Kemalist gelişmelere karşı fikir mücadelesi vermek olmuştur.  Bu mücadelenin uygulandığı metot ise konferanslar, ilerici dediğimiz yazarların makalelerinin tartışılması ve bazı akademisyenlerin derslerini tartışmalarla zenginleştirmek ve farklı bakış açılarını ı tartışmak kısaca Menderes’in diktatörlüğe gidişini eleştirmekti. İşin en güzel tanımını Prof. Feyzioğlu’nun dediği ve motto haline gelen "nabza göre şerbet vermeyin” öğüdü etrafında kümelenmek idi.
 
Fikir kulübündeki hiç birimiz ne Marxist  ne Leninist ne de sosyalizm gibi bir  olguyla değil sadece Kemalizm’in temellerine uygun söylem ve eylemler   yani temel  sorunlarımız olan özgürlük, insan hakları ve ekonomik sistemimiz ile meşguldük.
 
Bu husus temelde iki olgudan kaynaklanıyordu. Birincisi bizim için Kemalizm yeterli bir doktrindi ve sorun Kemalizm’e karşı dinci eylemlere destek veren Menderes iktidarının bizleri rahatsız eden davranışlarının her gün artarak devam etmesi idi.  Ayrıca, bazı gazetelerde yazarların Menderes rejimini öven yazıları ve ona verilen uygun  cevapların  tartışılması Fikir Kulübünün  gündemini işgal ediyordu.
 
İkincisi bizim nesil Mülkiyenin en şanslı günlerini idrak ediyordu; zira Atatürk erken döneminin gençleri şimdi bizim Profesörlerimiz olmuştu. Prof. Yavuz Abadan, Prof. Ahmet Şükrü Esmer, Prof. Muammer Aksoy,  Prof. Aydın Yalçın,  Prof. Kemal Fikret Arık, Prof. Bahri Savcı bizlerin önder öğreticilerimiz olmuşlardı. Onların öğrettikleri temel “felsefe”, Kemalizm’in  dayandığı  J.J.Rouseau   anlayışı idi. Öğrettikleri “iktisat” ise Devletçilik yani  karma-ekonomi  anlayışı idi.
 
Türkiye’de  sadece Fransız ihtilalindeki “hürriyet”  anlayışının yeterli olmadığı 1850 lerden sonra gelişen ve Batı uygarlığının temelinde olan ikinci hürriyet kavramının da yani “iktisadı refah” ın da önemli olduğunu 1954 yılından beri ileri süren Forum hareketinin önemine inanıyorduk. Forum Dergisine göre Batı uygarlığı Türkiye’ye  her iki açıdan da yerleşmeliydi. Bu akımın önderi SBF Fikir Kulübünün destekleyicisi ve adeta  bir üyesi gibi koruyucusu olan Prof. Aydın Yalçındır.
 
İlerleyen yıllar zamanı içinde SBF Fikir kulübü de kendi içyapısında değişmiş ve yeni gençler yeni arayışlara yeni olguları Kulübe taşımışlardır. Biz 1956 Fikir  kulübü olarak  hürriyet, adalet ve ekonomik durumla ilgili unsurlarıyla meşguldük.
 
S.B.F Fikir kulübü hürriyet mücadelesinde verdiği savaşımda gerçekten başarılı olmuştur. Bu çok açıktır çünkü 1960 dan sonraki özgürlük ortamına ulaşmada fikir  temelinde SBF Fikir kulübünün emeği inkar edilemez ve bu özgürlük ortamının  varlığından dolayı da yeni kavramlar yeni  fikirler Türkiye'nin düşün dünyasında yer bulmuştur. Ne var ki bu yer buluşun dayandığı platform esasta değil lafta  sosyalizm etiketini kullanan  bazı “zevat” ın ileri sürdüğü tezler ile gençlik yanıltılarak acı olaylara  vesile olmuşlardır.
 
1960 yılından sonra  belirli  tezlerle beliren ve hepsini tanımlayacak olan tek  bir kelimeyle ifade edecek olursak bu “solcu  önderler”  ülkede farklı teoriler kurarak ve bu teorilerin  doğruluğunu ve  olabilirliğini iddia ederek ve bu iddialarının temellerindeki  genel çizgilerinin Marx ve Lenin’in  anlayışlarını uygun olduğu düşüncesini yerleştirerek Türkiye siyaset sahnesinde faaliyetlerde bulunmuşlardır. Hatta  bazıları Parlamentoda da yer almışlardı.  Bu düşünür/eylemcilerin hemen hemen hepsi yabancı dil bilen  ve akademik ünvanlı  kişilerdi. Kurdukları Siyasal Partiler ya da yayınları yoluyla Türkiye’nin kurtuluşunu  solculukta , sosyalizmde ve devrimcilikte bulunduğunu ileri sürüyorlar ama bu kavramları oluşturan “kök” hücrelerin neler olduklarını  tanımlayamıyorlardı ve sadece  “farazi” önermeleri dile getiriyorlardı.
 
Temel  yanlışlarının  kaynakları şunlar idi: 1.Türkiye  yarı – feodal bir  toplum idi. Kapitalizm yerleşip gelişmemiş ve toplumun üst yapısı (property relations) dinsel ögelerle sarmalanmış eğitim seviyesi çok düşük ve okuma yazma bilmeyenlerin oranı toplam nüfusun  %50 nin üstündeydi. 2-Oy sandığı yani “sandıklama”  sistemi  Demokrasi kavramıyla özdeşleştirilmiş  durumdaydı; yani  Cumhuriyeti kuran  Atalarımızın koyduğu ilkelerin yer aldığı Anayasamızın  temeli olan “laiklik”  oy sandık  sonuçlarıyla yıkılmayı  sağlarken  bu duruma demokrasi değil sandık yoluyla “Şeriat” sistemine doğru gidişin “ihtilal” deneyimi olduğunu idrak edemiyor ve düşünce olgularının gerçek durumla ilgili olmayan ‘’sosyalizm’’, ‘’komünizm’’, ‘’milli demokratik devrim‘’ ve diğer bir çok sürrealist  yaklaşımlarla kavram kargaşası yaratıyorlardı. 3- En önemlisi Marx’ın tüm yazılarında bir toplumun feodaliteden kapitalizme kapitalizmden de sosyalizme nasıl gidileceğini söyleyen tek bir cümlesi yoktu. Türkiye’de  yukarda sözü geçen  “bilim”  adamları bunları bilmiyor diyemeyiz ama şunu sorabiliriz: neden  suskundular? 4- Marx’ın eserlerindeki temel öge kapitalizmin yerleştiği ülkelerde o toplumdaki bireylerin birer  emtia (commodity) haline dönüştüklerini tespit etmesi olgusudur (1) . 1844 yılındaki eserinde tespit ettiği bu olgunun nedenlerini ise 1867 de yayınladığı Das Kapital eserinde cevap aramıştır.  5- Marxtan sonra Lenin’e bakacak olursak  Lenin 1917 İhtilalinden sonra Feodal Rus toplumunun  sefaletini  ortadan kaldıramamıştır. Bu  sefaletin ortadan kaldırılması için Marx’ta hiçbir ışık yoktur. Sefalet arttıkça Lenin Marx’ın temel kavramını  ele almış ve onun dediği  “toplum feodaliteden kapitalizme kapitalizmden sosyalizme “ geçer söyleminin  gerçekleşmesi  için “devlet kapitalizmi” sistemini kendisi yaratmış(*) ve  Stalin’in iktidara gelip bu sistemi kaldırmasına kadar uygulanarak Rus toplumunun nefes alması sağlanmıştır.  6- Günümüz dünyasında  karma ekonomi olarak tanımladığımız Devlet Kapitalizm Sistemi 1929 da ABD Başkanı Rooswelt tarafından Keynes  aracılığıyla uygulanmıştır. Türkiye’de ise bu devlet kapitalizmi sistemi devletçilik deyimi ile 1930 yılında Anayasamıza konulmuştur. Bu uygulamaya konulan sistemin Ziya Gökalp tarafından yeni Türk Devletine önerildiği de bilinmektedir. Bu gerçek 1959 yılında Niyazi Berkes tarafından Ziya Gökalp ‘ in yazılarının toplandığı kitabında belirtilmiştir.(2) Ne var ki yukarıda bahsettiğimiz akademisyen hüviyetli zatlar bu konuda da sessiz kalmışlardır.

XXX


Türkiye gibi  feodalitenin  sürdüğü bir ülkede Lenin’in söylediği “sosyalizme varmak için önce kapitalizmin geliştirilmesine  çaba harcanmalıdır” düşüncesi göz ardı edilmiş  onun  yerine Sosyalizm ile alakası olmayan ne Marx’ın ne de Lenin’in kitaplarında ya da söylemlerinde  mevcut olmayan sosyalist- komünist etiketiyle  piyasaya sürülen Stalinci Kumanda ekonomisine (**)  methiyeler düzenlenmiştir. Ne var ki teoride mükemmel çalışan ama reel dünyada işlevsiz (disfunctional) kalan Kumanda ekonomisinin Sovyetler birliğinde açtığı felaketlerden dolayı sonunda Yeltsin iktidarı ile  “Sovyetler Birliği”  çökmüş ve parçalanmıştır.
 
Başkan Roosevelt’in 1929 buhranından kurtulmak için uyguladığı “New Deal” programı,  Lenin’in   Çarlık rejiminden devir aldığı Feodal yapının kapitalizme yol vermesi için “NEP” politikası,  Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyetinin  ekonomik sistemi olarak kabul ettiği “devletçilik” (günümüz  deyimi ile Karma-ekonomi ) sistemi çağdaş ekonomi biliminin geçerli özünü oluşturmuş ve elan oluşturmaya devam etmektedir.
 
Bu açıdan bakıldığında SBF Fikir kulübünün  savunduğu  temellerin  Kemalizm’in Rönesans ilkelerine ulaşmak için ayet fetva  ya da ulema tefsirleri yerine aklı temel yapmayı idame ettirmek olmakla birlikte onun kadar önemli olan ekonomik sistemler içinde Atatürk’ün tesis ettiği Karma-Ekonomi sistemini savunmak  başarısını göstermiş olmasıdır.
 
SBF fikir kulübünün  bu yapısının gerçekten  zamanına göre olağanüstü başarılı bir yapı olduğu görülmektedir.  Günümüzdeki siyasal iktidarın ülkemizdeki sosyo-ekonomik yapıyı ne kadar dayanaksız  duruma  getirdiği görülmektedir.  Günümüz ekonomik sistemde (ya da sistemsizlikte) ne  rasyonel kaynak dağılımı ne de kalkınmaya destek olacak  reel kaynakların kullanılması  sağlanamamaktadır. Ayrıca toplumdaki bireylerin yarattıkları toplam değerden ‘’ katkıları oranında’’ pay almaları ideal hedefi göz önüne alınmamıştır.(3)

XXX


1956 SBF Fikir Kulübünün  Menderes  döneminde karşılaştığı olay ve olgular  günümüz  AKP döneminde  Taksim Direniş Gençliğinin karşılaştığı olay ve olguların tekrarı gibidir. Bu benzeme olgusu  sistemin temellerinin  her iki Siyasal Partide aynı  olmasının nedeni “aynı amaç” sahibi olmalarından kaynaklanmaktadır. Zira her iki dönemde  de Devletin temelinin  İslam Dininin belli bir mezhebine dayanmasının amacı her iki siyasal  iktidarda da aynıdır.
 
Hatta uygulamadaki benzerlik o kadar aynıdır ki  böyle bir duruma şahit olmak  hemen hemen  akıl dışıdır denilebilir.  Örneğin Menderes döneminde  Siyasal İktidar sahibi   Menderes Said- i Nursi’yi yanına alarak  seçimde oy alma gezilerine katılmıştır. Ağustos 2013 tarihinde ise Isparta Valisi Said-i Nursi’nin devlet tarafından sürgün edildiği evini Devlet parasıyla  onarmış ve Devletin  Valisi  bu onarımın sonunda  açılış merasimi yaparak coşkulu söylevler vermiştir. Oysaki Nursi’nin söylediği şudur:  Türkiye Cumhuriyeti Devlet’inin “ resmi dini İslamiyet olmalı, hükümet şeriatın koruyuculuğunu yapmalıdır. Anayasa Kur’an olmalı, devletin idaresi bir ulema heyetine verilmeli...’’ (4) . Menderes "Siz her şeye kadirsiniz. Hilafeti bile geri getirebilirsiniz" derken 2013  Eylül’ünde bir AKP li belediye Başkanı “Evet Hristiyanların başında Papa bulunurken Müslümanların başında bir dini lider bulunmaması benim gücüme gidiyor. Dünyadaki İslam alimleri toplanıp bir halife seçmeli” diyebilmektedir.
 
İşin en acı tarafı, CHP’nin içinden çıkan kişiler Mustafa Kemal’in 6 OK’undan biri olan Devletçilik ilkesi ile bağdaşmayacak uygulamalardan medet ummuş olmalarıdır. İnönü’nün “Ortanın Solu” kavramı ile Ecevit’in “Köy Kent – Halk Sektörü” gibi dünya ekonomi tarihinde eşi benzeri olmayan “Göreme Sokak” bürokratlarının uydurduğu kavramların Parti programına alınmış olması Cumhuriyet tarihinde uzunca bir sürenin heba edilmesine yol açmıştır. Bir yandan, günümüzde Kemalizm kurallarını karizmatik bir yapı içerisinde dile getirebilen milletin vekili sıfatını taşıyan mevcut siyasetçilerin aralarında temayüz edenlerin “erken öten horozun başı kesilir” anlayışı içerisinde partinin etkinliğinden uzaklaştırılmaları ve buna karşı diğer yandan da sırf “sosyal demokrat”  olduğunu açıkladığı için partiye davet edilen değerleri kendinden menkul kişiler öne çıkarılmaktadır. Yani sosyal demokratlığın ne demek olduğunu açıklayamayacak bu kişilerin “gel, gel, ne olursan ol yine gel, ister kafir, ister Mecusi ol… bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir” anlayışı içerisinde bir siyasi partiye davet edilmeleri CHP ’nin bugünkü başarısızlığını özetler niteliktedir. Bu durum eski günleri hatırlatmaktadır. O zamanlar CHP “Ortanın Solu” olarak konumlandırılırken,  bu tanımın neye karşılık geldiği, neyi ifade etmekte olduğu cevapsız bırakılmıştı. Buna benzer anlam ve kavram karmaşaları halen günümüz CHP’sinde hüküm sürmektedir ve partinin fonksiyonunun sarsılmış  olduğunu göstermektedir.
 
Fonksiyonunun sarsılmasının yanı sıra ve bundan daha kötü olarak, CHP, siyaset referansını da yitirmiştir. AKP’nin referansı açıktır; Sunni mezhebine dayalı şeriat devletinin yaratılması, Osmanlı Devleti’ne geri dönülmesi. Referanssız CHP, AKP’ye karşı başarısızdır. CHP’nin din referanslı harekete karşı başarı kazandığı zaman sadece Kemalist dönemde olmuştur. Ama Kemalist dönem sona erdiği zaman bu olgu tekrar gündeme gelmiştir. Bu olgunun karşısında mücadele yapacak bir Cumhuriyet Halk Partisi yer alamamıştır. Düşünsel ışıklar Cumhuriyet Halk Partisi tarafından yaratılıp kullanılamamıştır. Yukarıda da belirtildiği gibi ‘’ Ortanın Solu ‘’ kavramının içeriği belirlenememiş olması başarısızlığın en temel sebebidir. 1954 – 1960 döneminde ise düşünsel mücadeleyi SBF Fikir Kulübü ile Forum Dergisi vermiştir. Mustafa Kemal ‘ in düşünce sistemini reinkarne ederek çabalayacak bir platforma sahip olmayan Cumhuriyet Halk Partisi pasiflik içinde kalmıştır.
 
Günümüzdeki Taksim Gezisi Gençliğinin direnişindeki ‘’ Mustafa Kemal’ in askerleriyiz‘’ mottosu tıpkı SBF Fikir Kulübü’nün Menderes dönemindeki dinci yaklaşımlara karşı duruşunun benzeri olarak görülebilir.
 
Kısaca diğer bir deyişle bu durum yarım asrı geçen bir süre sonra Taksim Gençliğinde tekrar doğmuştur. Kaybedilen bunca yılların muhasebesinin temelinde Cumhuriyet Halk Partisi ‘ nin altı okunun unutulması yatmaktadır. Aradaki temel fark SBF Fikir Kulübündeki mücadele sadece ‘’ düşünce bazında ‘’ yürütülmesi olmasına karşısında Taksim Gençliğinin düşünsel çabalarına ek olarak altı genç şehit , yirmi iki gözünü kaybeden delikanlı ve yüzlerce gencin hapsedilmesi pahasında eylemsel mücadelerine de devam etmesi olmuştur.
 
Her iki  partide takip edilen diğer bir benzer olgu  ise Devletin tüm kaynakları seferber edilerek DP zamanında toplumu  Orta Çağ karanlığından kurtarmak için tesis edilen Köy Enstitüleri deneyi nasıl yok edilmişse şimdi de halkın aklını kullanabilmesi için  gerekli temellerin  atılması önemsenmemiştir.  Günümüz ülkemizde hâlâ 2 milyon 300 bin kadın hiç okuma yazma bilmemekte ve  2.5 milyon kadın da herhangi bir okuldan mezun olarak diploma almamıştır. Yani toplam 5 milyon kadın, işlevsel düzeyde okuryazar değildir. Bu aslında insanlık suçudur.
 
Bu noktada günümüzdeki Taksim Gezisi gençliğinin mücadelesinin içinde yeni bir olgu olan Türk insanının  doğmalardan kurtarılmasını sağlayacak mevcut kitlesel cehaletin devam edilmemesi için gösterilen azmin  varlığı sevindirici olacaktır.
 
1956  yılında kurduğumuz SBF Fikir kulübümüzdeki temel olgularımız  özgürlük ve  devletin temeli olarak din unsurunu yerleştirme amacına karşı Batı uygarlığının  akla ve bilime dayalı laiklik esası için mücadele etmekti. Ama 1956 SBF Fikir Kulübü olarak bir başka olguyu ya idrak edemedik ya da  görünürde halledilmiş “uyuyan”  bir olgu olduğu için öngöremedik. Ama şimdi AKP iktidarı ile bu olgu açığa çıkmış ve aleniyet kazanmış durumdadır.
 
Bu olgu aslında  İngiliz zırhlısıyla Malta adasına kaçan Halife padişah Vahdettin’in ABD başkanı  Calvin Coolidge’e 1924 yılında gönderdiği yardım isteme mektubunda  dile getirilmiş olan bir olgudur. Bu mektubunda Vahdettin,  Coolidge’e  ”… Hilafetin tümüyle kaldırılması …beş-altı milyonluk Türk kavminin yetki alanı içinde değildir” diye seslenmektedir.
 
Bu seslenmedeki  en önemli olay günümüzdeki AKP siyasal iktidarının da Padişah Vahdettin’in söylediği gibi İslam’ın Sünni mezhep esası üzerine tesis edilmek istenen yeni Osmanlının reinkarne edilmesi  çabasının temeline “KAVİM” kavramının  yerleştirilmesidir. Bunun “karşıt kavram” ından ortaya çıkan gerçek ise AKP’nin Mustafa Kemal Atatürk’ün söylediği “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir" cümlesindeki “Türk Millet” i kavramı yerine  “Müslüman Kavimler” birliği  özünde Osmanlıyı canlandırmak istemektedir.
 
Öyle anlaşılıyor ki 1956 SBF Fikir kulübünün mücadelelerini yaptığı despotizme karşı özgürlük ve din devleti yerine  laik devlet mücadelesine şimdi eklenmesi gereken üçüncü bir düşünsel mücadele olgusu ortadadır.  O da bağımsız  Türk devletinin Milli Misak sınırları içinde “Türk Millet” inin  hem özünde hem isminde hem de varlığının  korunması  mücadelesidir. Bu mücadele aslında Atatürk’ün gençliğe hitabesinde şöyle ifade edilmektedir. “Birinci vazifen, TÜRK istiklalini, TÜRK Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir”.
 
1960-1970 gençliğinin yanlış yönlere  itilmiş olmalarının  bu günkü gençlik tarafından tekrarlanmayacağına inancımı belirtirken  Taksim Gezisi Gençlerinin “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” cümlesinin ihtiva ettiği anlamda mücadelelerinde başarılı olmalarını ve Tanrının onları korumasını diliyorum .
 
Coşkun Ürünlü , 1956 SBF Fikir Kulübü Kurucu ve Yönetim Kurulu Üyesi(***)
 
9 Eylül 2013

--------------------------------------------------------
 
1) 1844 Economic and Philosophical Manuscriprts için bknz : Eric Fromm, Marx's Concept of Man ,New York 1961 ve T.B.Bottomore ,Karl Marx Early Writings, London 1963
 
2) Ziya Gökalp, Turkish Nationalism and Western Civilization,1959, Greenwood press, USA, Derleyen ve çeviren Niyazi Berkes.
 
3) Gerçek Marxist anlamda sosyalizmin temelinde   toplumdaki bireylerin yarattıkları toplam değerden “katkıları oranında ‘’ pay  almaları düşüncesi   gündeme dahi getirilmemiştir.  Aslına bakılacak olursa bu Marxist  kural dünya  tarihinde ve her bir  ülkede sadece bir “ideal hedef” olarak ele alınmıştır ve alınmaktadır.
 
4) Prof. Dr. Nejat Çağatay, Türkiye’de Gerici Eylemler, Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi yayını CXI, Ankara 1972,Sh. 47-48
 
(*) ”The whole problem- both theoretical and practical- is to find the correct methods of directing the inevitable (to a certain degree and for a certain time) development of capitalism into the channels of state capitalism; to determine what conditions to hedge it round with, how to ensure the transformation of state capitalism into socialism in the near future” (V.I. Lenin, Selected Works 3. Cilt, Moskova,1961 Sh: 648)
 
(**) Lenin’in, Roosvelt’in  ve Atatürk’ün uyguladığı Karma ekonomilerde 1-üretim ve yatırım aktörleri  hem kamu hem de özel sektör kuruluşlarıdır. Bunlar piyasada yan yana  çalışırlar.2- Mal ve hizmetlerin yatırım üretim ve dağılımın  kararlarını saptayan mekanizma, piyasada arz ve talebe göre  beliren kıtlık fiyatlarıdır. Kumanda ekonomisinde ise  1-üretim ve yatırım aktörleri  sadece kamu kuruluşlarıdır. 2- "Kıtlık" fiyatları yerine mal ve hizmetlerin yatırım  üretim ve dağılımını sağlayan kararlar “kantitatif” rakamlar olarak Merkezi  Planlama  örgütü olan Gosplan tarafından saptanır ve bu miktarlara göre de "gölge" fiyatları gene Gosplan tarafından tespit edilir.


(***)20 Ocak 1956 Cuma günü yapılan toplantıda görev bölüşümü yapıldı. Kurucu üyelerin, kapalı oyla yaptığı seçim sonunda idare heyetine: Ertuğrul Baydar, Üner Birkan, Teoman Gönen, Ayhan Çağlar, Oktay Uslu, Coşkun Ürünlü ve Şükrü Özel seçildi.

İdare Heyeti'nin yaptığı toplantıda Başkanlığa: Ertuğrul Baydar, Başkan Vekilliğine: Teoman Gönen, Muhasipliğe: Şükrü Özel, Sekreterliğe: Coşkun Ürünlü, Haysiyet Divanına: Kemal Demirci ve Pekşen Tandoğan seçilir.

SBF Fikir Kulübünün kurulması hakkında yapılan bir değerlendirme şöyledir:

“Fikir Kulüpleri; 1955-56 yıllarında Siyasal Bilgiler Fakültesi içinde, CHP’ye eğilim duyan ve DP’ye karşı muhalefeti destekleyen hocaların katkısıyla bir kısım sol, bir kısım liberal-özgürlükçü öğrencilerin ittifakından doğmuş ve o günlerde çıkmakta olan ‘Forum’ Dergisi ile de fikir yönünden beslenerek” kurulmuştur. (http://www.odatv.com/n.php?n=ilk-dev-genc-baskani-husamettin-cindoruk-0903131200

 

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır