Ekonomik Durum Gittikçe Vahim Hale Geliyor

 Ekonomik Durum Gittikçe Vahim Hale Geliyor


Şu an artık Türkiyenin içinde buluduğu ekonomik durumun çok kötü olduğunu tekrar tekrar söylemenin hiç bir anlamı yok. Bence uzun yıllardır süregelen bu buhranın neden önlenemediğini açıklamak gerekir ki bir tedavı bulunabilsin. Bu durumun iki temel yönü vardır. Birincisi toplumun kendi iç dinamiğine bağlı olan gelişmelerden kaynaklanırken ikincisi siyasal iktidar sahiplerinin kötü yönetimlerinden kaynaklanır.

Problemin temelinde birbirine bağli bu iki önemli olgu yatmaktadır. Bunlar ülkenin nüfusu ile bu nüfusun yapısının genç ama kalifiye olmayan niteliğidir. Türkiye yıllardır nüfüs artışında son derecede yüksek büyüme hızını korumuş ve oransal olarak da artış hızının dünyanın gelişmiş ekonomilerinin çok üstünde kalmasını bir türlü önleyememiştir. Ayrıca Türkiye bu hızla artan nüfusun kalitesini çağımızı karakterize eden modern teknolojiye katkıda bulunacak şekilde eğitememiştir. Hatta bu niteliksiz nüfusun üretici nüfüs üzerine baskı oluşturan bir yük olarak yer alması karşısında hareketsiz kalınmıştır. Ayrıca çoğunluğu genç olan fakat hem teknik beceriden yoksun ve hatta sadece ilkokul eğitimli nüfüs, bir de kentsel yörelere göç etmiş ve hem tarımsal üretimden uzaklaşarak üretimde ve özellikle hayvansal üretim başta olmak üzere çeşitli tarımsal üretim konularında gerilemelerin oluşmasına sebeb olmuş ve bir de kentsel yaşamda produktif olmayan ama varlıgını sürdürmeğe çalışan ağır bir yük olarak toplumda yerini almıştır. Bu nüfus, kentsel olguda produktif olan sektörlerde iş bulamamış ve sosyolojik olarak marjinal kesim içinde yer alan fakat aktif nüfus içinde sayılan varoşlardaki (akraba-hemşehri)nufus uzerine müthiş bir baskı oluşturarak o kesim nüfusun daha da fakirleşmesine neden olmuştur. Kırsal kesimle devam ettirilen bu ailevi-akrabalık sosyolojik ilişki sonucunda Türkiyede "aç kalan" kitleler -şimdilik- oluşmamıştır ama toplam tüketim talebi hızla baskısını arttırmıştır. Diğer bir deyişle kırsal kesimdeki "kendine yeterli" kapalı ekonomik yapıdaki bu çözülme toplam talepte hızlı bir artışa neden olmuştur. Bunun doğurduğu problemlerin çözümü 1960 yıllarında başlayan Planlı Kalkınma metodolojisi ugulanarak kısmen -ama geçici- olarak çözülmüş ama yıllardan beri Türkiye temel sorunu olan "üretim yetersizliği"nden kurtulamamıştır.

Değişen dünya koşullarına uygun olarak ve artan nüfüs dolayısyla artan talep karşısında üretim yetersizliğinin iki nedeni olabilmektedir.. Bunlardan biri "kaynak yetersizliği"dir. Digeri ise, mevcut kaynakların efficient olmayan şekilde "irrasyonel kullanılması"dır.

Bu nokta bizi ekonomi yönetimi konusuna getirmektedir.

Bir ülkede hangi siyasi ya da teorik felsefi inançlar geçerli olursa olsun o ülkedeki siyasal iktidarlar ellerindeki kaynakları arttırmaya ve bu kaynakları rasyonel kullanmaya mecburdurlar. Eğer kaynak arttırmayı beceremezler ya da kaynakları israf ederlerse kendi toplumunu yönetemez hale gelirler. Demokratik ülkelerde bu tür siyasal iktidarlar seçimle yerlerini kaybederler. Sözde-demokrasilerde ise "istikrar" adına yerlerinden kımıldamamaya çalışsalar da ya da diktatörlükle yerlerini korumaya uğraşsalar da artık iktidarlarını kaybetmeye mahkum hale gelirler. Devrilmelerinin koşulları belirginleşmeye başlar.

Kısaca yani bir ülkede siyasal iktidarların iktidarlarını ister seçimle isterse ihtilalle kaybetmelerinin temel nedeni mevcut siyasal iktidarın kaynak sorununu (kaynak arttırma / kaynakları rasyonel kullanma) çözememeleriyle iligilidir. Toplum artık siyasal iktidarın "yönetemediğini" görmesi ve siyasal iktidar sahiplerinin de " yönetemediklerini" kabullenme zorunda kaldıkları noktalarının örtüşmesi sonucunda hangi yöntemle olursa olsun siyasetciler er ya da geç iktidardan düşerler. Bunun en güzel örneğini kaynak kullanımındaki olaganüstü irrasyonelliğin sonucunu Sovyetler Birliğinin çökmesinde görürüz.

Türkiyedeki sorunun temelini, kaynak yetersizliğinin ortadan kaldırılması ve kullanımında etkinliğin saglanması, üç temel nedenden ötürü başarılamaması oluşturur. Bunlar :

1- Son 30 yılda ısrarla yürütülen bir " halk yalakalığı" yoluyla oy avcılığı bahasına kaynakların yanlış alanlarda israf edilmesiyle izlenen son derecede yanlış politikalar

2- Ülkemizde meydan gelen ve toplumun elinde olmayan terör gibi normal toplumsal hayatta meydana gelmesi olanaksız bazı olağanüstü gider kalemlerinin ortaya çıkması

3- Siyasal iktidarlardaki yönetim kadrolarının Devletin yapısını "keyfilik" ve "plansız-programsız" günlük yaklaşımlarla yani "olay olunca çaresi bulunur" mantığı ve "ben yaptım oldu" anlayışıyla altüst etmeleri ve ekonomik politikalarında hiç bir bilimsel referans noktalarının olmayışıdır

Bu noktaları ayrıntılarıyla gözden geçireceğiz. Ama bu noktada şimdi öncelikle şunu söylemeliyim ki yukardaki 3 nedenden ötürü varılan sonuç:

1-artan nüfus ve çoğalan ihtiyaclar karşısında yükselen talebin karşılanamaması yüzünden enflasyonist baskıların giderek artması ve bunun sonucunda milli gelir dağılımının aşırı dengesizliği, sosyal adaletsizliğin büyük boyutlara varması ve en önemlisi orta sınıfın eriyerek hemen hemen tüm emekçi kesimin sefalet çizgisine itilmesi.

2- bu baskılardan kurtulma yolu olan üretimin arttırılması için ise kaynak "yetersizliğinin izalesi" yani dinamik etkinlik'in sağlanamaması ve sonucunda Merkez Bankasının "para basma"sı, ağır şartlar altında "dış borçlanma" ve "yüksek faiz" politikasıyla "iç borçlanmanın" büyük boyutlarda artması doğmuştur

3- kaynakların "rasyonel tahsisi" yani statik etkinlik'in elde edilememesi ve bunun sonucunda yapılan yatırımların "verimsiz" alanlarda oluşturularak kaynak israfına sebeb olunması olmuştur.

Bu 3 noktayı düzeltmek için yapılması gerekli yaklaşımlara başvurulmamasında ısrar eden Hükümetler, sonunda ülkeyi tam bir kaos itmiş bulunmaktadırlar. Yapılması gereken husular şöyle olabilirdi.

1- Ekonomi yönetiminin politikacılardan yani Bakanların ya da Bakanın elinden alınarak tek bir otoriteye örneğin devreden çıkartılan Planlama Teşkilatının yeniden fonksiyonel hale getirilmesi ve üretimin arttırılması için yatırım kararlarının Planlama onayından "göstermelik" değil "gerçekci" bir zorunluluk haline getirilmesi.Böylelikle bu yol ile ayrıca siyasetcilerin ekonomik kararların önüne( örnegin T.B.M.M Bütçe ve Plan komisyonundaki "popülist" müdahaleler yoluyla) geçmelerinin engellenmesi

2- Ithalata ihtiyac duyulan belli başlı sektörlerde (özellikle askeri harcamalarda) yerli üretim teşvik etmek üzere çok acil "üretimi teşvik" adı altında yatırım fonları tahsis edilmesi

3- Vergilendirme politikasında son derecede yüksek vergi oranlarıyla vergi mükelleflerinin " vergiden kaçınması"na sebeb olunmuştur. Bu ise potansiyel vergi toplama imkanının kaçırılmasına demektir.. Bu nedenle vergi gelirlerini arttırmak için vergi oranlarının geçerlik süresi belli bir döneme ait olmak üzere yüzde 20 hatta 15 seviyelerinde tek bir "flat rate"e indirilmesi

4- Hiç el atılamayan özel sigorta şirketlerindeki kaynakların acilen üretime yönelik yatırımlara yönlendirilmesi

5- Bütce yönetimindeki başıbozukluğun giderilmesi gerekmektedir. Ülke yönetiminin damarlarındaki kan akımı olan bütçelerdeki sağlıklılık kaybedilmiş ve devlet ciddiyetinden yoksun sekilde (mesela yüzlerce fon yaratarak) bütçe uygulamaları yapılmış ve üretim arttırıcı yatırım için fonlarının dağılımı kontrolden çıkarak israf edilmişitir. Buna son verilmelidir.

6- Kamu sektörü bir felsefi tercih sonucunda üretimden uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Bu bir tercih sorunudur ve bu tercih halkın sectiği siyasal iktidarlarla yürürlüğe girebilir. Bu husus önemli değildir. Önemli olan üretim artışı saglayacak yatırım politikalarının başarılı sonuç vermesi için tıpkı Japonyada yapıldıgı gibi hiç bir ciddi ekonomik karakterli teşvik getirilememiştir. Teşvikler verilmiş ama bu teşviklerin nereye gittigi ve nasıl kullnaıldığı asla ciddi bir biçimde izlenmemiş ve bu teşvıkler gereği üretim artacağına sağlanan vergi muafiyetlerinden dolayı yapay zengin sınıflar yaratılmış ve rantiye sınıfının gelirlerine katkıda bulunulmuştur. Burada diğer önemli hususlar ise bir yanda kaynak israfı ve vergi kayıpları olurken amaç olan üretim artışları sağlanamamış olmasıdır. Teşvik sistemi öz itibariyle yeni baştan düzenlenerek sistemin üretim artışına yardımcı olması saglanmalıdır..

Kısaca tekrar etmek gerekirse.
Türkiyedeki buhran, artan nufusun ve toplumun doğal seyrindeki gelişmenin sonucunda talep artışı karşısında üretimin arttıralamamasının sonucudur. Bu durum sonucunda enflasyon artmış(ama asla hiper enflasyon seviyesine gelmeden)ve bu artış hemen hemen sabit bir düzeyde yıllarca sürmüştür. Devlet artan ihtiyacların karşılamak için dış ve iç borçlara başvurmuş ve yüksek faiz politikalarıyla bu durumu devam ettirmiştir. Bankalar kanalıyla yüksek faizlerle borçlanmış, topladığı vergileri bu faizleri karşılamak için harcamış ama ihtiyacları devam ettiği için tekrar faizle borç aramış, Banka sistemi daha önceden devletten aldığı devletin vergi gelirlerini devlete faiz karşılığı gene borç olarak vermiştir. Bu çılgınlık politikasına nihayet dur denilmek istenmiş ve IMF davet edilmiştir.

Üretim artışı sağlanmadan hiç bir şekilde ülkenin buhrandan çıkmasına imkan yoktur. Üretimin ihracat amacına yönelik olarak arttırılması gereklidir. Ama bunun sağlanmasına kadar geçecek süre içinde her şeyin alt üst olmasına neden olan iç borçları kökünden tasfiye etmek için ya külliyetli miktarda dış yardım alınmalı ya da bu sağlanamıyorsa son derecede zor ama kaçınılmaz bir gereklilik haline gelmiş bir unsur olan iç borçların ödenme şekil ve süresi konularında cesur adımlar atılmalıdır. Bu adımların konsolidasyona kadar uzanması dahi dikkate alınması gereken bir husustur.Bu adımlar atılmadığı takdirde ve özellikle dolar kuruyla sabitlenecek iç borçların konsolidasyonuna gidilmediği taktirde soruna çözümü sadece para politikalarıyla aramak vakit kaybından öteye gidemez. Hiç unutulmamalıdır ki 1960 lı yılların Şikago ekolünün Friedman'cı politikalarını savunan yeryüzünde kala kala sadece IMF kalmıştır.

 

Ankara, 1 Mart 2001
Coşkun Ürünlü

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır