Ekonomik Sistemler Açısından Kalkınma Modelleri

Ekonomik Sistemler Açısından Kalkınma Modelleri
 

Kurulmuş varsayımlar üzerine 
modeller inşa etmek kolaydır.
Zor olan gerçekle ilişkili 
varsayımlar bulmaktır.

Prof.Dr.Joan Robinson

 

ÖNSÖZ

Türkiye'de bu gün bir çok kavramlar ortalıkta başıboş dolaşmaktadır: komünizm, sosyalizm, sosyal demokrasi, devletçilik,devlet sosyalizmi, karma-ekonomi, sosyal refah devleti, sosyal devlet, ortanın solu, demokratik sol, kapitalizm, faşizm, solculuk, sağcılık ve türdeş birçok ek kavramlar; içerikleri belli olmadan giderek artan bu kavram enflasyonu, karmaşıklığı çoğaltırken, karmaşıklığı yoğunlaştıran halk sektörü, kooperatifçilik, köykent, merkez köy, çalışanların ortaklığı, halk iktidarı, ulusal egemenlik, vb. kimi gerçekçi, kimi köykent gibi hayalci,romantik ve bilimsel olmayan, kavramsal kurumlar aydın çevrelerde dahi tereddütlerin doğup süregelmesini doğuracak ölçüde yaygınlaştılar.

Türkiye'de bir bölük düşünür, ülkedeki kamu mülkiyeti dışında kalan üretim araçlarının mülkiyetinin toplumlaştırılarak mülkiyetin özel'den kamu'ya aktarılmasını demokratik sol'un ayırıcı unsuru olarak saptarken, diğer bir bölük bunu sosyalistlikle adlandırdı. Devletçilik yürürlükte bırakılırken bunun devlet kapitalizminden hangi bakımlardan ayrı olduğu tartışılmadı. Anayasa'da adı geçmeyen karma-ekonomi sisteminin Anayasa'da yer alan sosyal devlet kavramı anlamına mı geldiği karanlık bırakıldı. Ortanın solu ömrünü kısa sürede tamamlarken yeni doğan demokrat sol'un sosyal demokrasiden veya popülizm'den farklılıkları veya yenilikleri açıklığa çıkarılmadı.

Bu karmaşıklık okyanusu, neyin nasıl yapılacağı, hangi sistem ile hangi düzenin kurulmasının öngörüldüğü kapalı geçilerek, kargaşalığa dönüştü. Ülkenin sorunlarının nasıl çözümleneceği, kalkınmanın nasıl sağlanacağı bir bütün halinde ortaya serilmedi.

Bu duruma seyirci kalmak yerine bu durum içinde, kalkınmanın, yani ülkenin bünyesinin transforme edilerek sınai bir yapıya nasıl kavuşturulabileceğinin aydınlığa ulaştırılmasının ülkenin düşünürlerine bir görev olduğu açıktır. Bu görevin özellikle Türk bürokrasisinde dinamik yapısı bakımından seçkin aydınları bünyesinde toplamakla ayrı bir yeri olan Devlet Planlama Teşkilatı'nın elemanları arasında yapılacak bilimsel tartışmalarla yerine getirilmesi kaçınılmazdır; aslında bu, Plancılık kavramının Anayasa ile çizilmiş en önemli görevinin yerine getirilmesi gereğidir de.

Bu anlayışın bir gereği olarak kaleme aldığım bu çalışmanın ana amacı, kavramsal kargaşalık içindeki Türkiye'nin mevcut sistemi ile bu sisteme dayandırılmış düzenini oluşturan unsurları ortaya serip, bu unsurlar muvacehesinde kalkınmanın hızlandırılması için öngördüğüm yeni bir yaklaşımı açıklamak ve bu yaklaşımla kalkınma sorununa belirli bir aydınlık getirmektedir.

Bu yeni yaklaşım, Plancı arkadaşlarımın kararlarını yönlendirir ve onların ülkemizin batı uygarlık düzeyinin üstüne çıkması için gösterdikleri üstün çabalarına bir katkıda bulunursa, bu çalışma bir diğer amacına da varmış olacaktır.

İleri sürdüğüm yeni yaklaşımın en önemli unsurunu 1968 yılından beri geliştirmeye çalıştığım ve bazı iktisatçılar tarafından da kabul görmeye başlayan "plancı tercihleri" kavramı oluşturmaktadır.İkinci unsur ise klasik mülkiyet kavramının "müeyyidesi olan karar" ( karar normu) ile ilişkilidir. Diğer bir deyişle, "Plancı Tercihleri" ve "Karar Normu" kavramları Türkiye'nin koşullarına uygulanarak yeni bir kalkınma metodolojisi bu yaklaşımı oluşturmaktadır.

Hiç kuşkusuz teorinin eleştirilmesi, düşüncenin bir üst düzeyde yeni ve ileri bir yapıya kavuşmasına neden olacaktır; bu yeni aşamaya varılması ise beni sadece mutlu kılacaktır.

I-EKONOMİK SİSTEMLAR VE KALKINMA

Bu gün uluslar arası düzeyde mevcut ekonomik sistemleri ve bu sistemler üzerine dayandırılmış düzenleri incelediğimiz takdirde belli başlı iki sistemin ve bu iki sistemin üstüne oturtulmuş bulunan iki ayrı düzenin var olduğunu görmekteyiz. Bunlardan ilki insanlık tarihinin gelişimi sonucunda varılmış olan kapitalist ekonomik sistem ve bu sisteme bağlı olarak da kapitalist sistemin gerektirdiği ve insanlar arası ilişkileri düzenleyen üst yapı dediğimiz düzen (piyasa ekonomisi). İkincisi, yirminci yüzyılın başlarında insan aklının eseri olarak , insan aklının yaratması sonucunda elde edilmiş bir sosyalist sistem ve bu sisteme uygun üst yapılı düzen (kumanda ekonomisi). Kapitalist sistem ve düzene belirli bir tarihi süreç içinde ulaşıldığı anlayışı gerek klasikler gerekse neo-klasikler gerekse Marxist'ler tarafından kabul edilmektedir. Bu görüşe göre ilk insan toplumundaki belirli sistematik yaşayış düzeni feodalizmdir. Feodalizmden sonra gelecek olan aşama kapitalizm, kapitalizm'den sonra gelecek olan amaç aşaması ise sosyalizmdir. Bu noktada Neo-Klasik veya Marxist Batı düşünürlerine hakim olan fikrin özü şudur: Toplumdaki sistem ve buna bağlı olarak bunun üstüne oturtulacak düzen belirli bir deterministik çizgi üzerinde gelişir. Bu deterministik çizgi üzerinde gelişim, Neo-Klasiklere göre devamlı olacaktır. Bu noktada Marxistlerle Klasiklerin ayrılma noktasıdır. Zira Marxistlere göre kapitalizm diyalektik bir sürecin zorunluluğu sonucu yıkılacaktır ve sosyalist aşamaya gelindiğinde insanlar son nihai sistem ve düzene varmış olacaklardır.

Bizleri bu iki yaklaşım içinde şu anda ilgilendiren nokta gerek Neo-Klasiklerin gerekse Marxistlerin ekonominin belirli bir çizgi üzerinde aşamalar geçirerek bir evrim, bir oluşum halinde tekamül etmesi fikridir; Yani Batılı iktisatçıların ve düşünürlerin (Marxist olsun veya olmasın ) düşüncelerinin temelinde yatan, ekonomik yasaların her türlü toplumda ve her hangi bir zaman parçası içinde belli ayrıntılar dışında birbirine benzer aşamalar içinde ve deterministik gelişim çizgisi üzerinde yürürlükte olduğuna dair inançlarıdır. Bunlara göre toplumların gelişme sürecinde bazı temel unsurlar her bir insan toplumunda aynı nedenlerden türerler ve aynı yapıyı gösterirler. Bu determinizm evrensel bir toplum gelişme yasasıdır. Bu yasanın işleyişinde toplumu oluşturan yapısal ya da kurumsal unsurlar o toplumun kendine özgü koşullarının etkilenmesi sonucunda belli bazı biçimlere de bürünürler. Deterministik yasa gereğince, ekonomik gelişme sürecinin başlangıcında toplumda egemen uğraşı türü tarımdır ve sanayileşme için gerekeli kapitalin birikimi toprakta bir kapitalist sürecin başlaması koşuluna bağlıdır. Bu sürecin oluşması ve aşamalar halinde gelişmesi dinamik (t --> t+1) bir süreç halinde ve deterministik bir gelişim çizgisi üzerinde sürecin kendi endojen unsurlarına, determinantlarına bağlıdır. Bir zaman akışı içinde dinamik yapılı bu deterministik sürece eksojen karar normları türlü etkilerde bulunabilir. Eksojen karar normları, karar vericilerin üyesi bulundukları toplumlara özgü alt yapıya paralel üst yapı unsurlarından etkilendiklerinden deterministik sürecin hızı, yönü ve biçimi ve sürecin zaman içinde kapsayabileceği uzunluğu , bu unsurların yapısına göre farklılıklar gösterebilir.

Yukarıdaki şekilde (t) zamanı, (g-k) ise gelişme-kalkınma büyüklüğünü göstersin. OD eğrisi deterministik gelişim sürecinin eğrisidir. Bu eğrinin (sürecin ) herhangi bir noktasından bir kesit alındığı ve o noktada oluşumu yaratan unsurlar topluca ve büyültülerek izlendiğinde bütün unsurların dengede olduğu görülür. Unsurların denge halinde süreci oluşturarak belli bir eğride (OD) toplum hayatını yürütmesi piyasa mekanizması (kapitalizm) yoluyla gelişme taraftarlarına göre ideal bir oluşumdur. Marx'a göre de bu oluşum idealdir. Ama belli bir (t) ye kadar. Örneğin, kapitalizm, Marx'a göre toplumları (0 noktasından K noktasına kadar) son derece süratle geliştirmiştir. Fakat, Marx'a göre OD gelişimi D noktasında kırılacak ve gelişme Y yıkılış noktasında doğru dönüştürülecektir; bu dönüşüme kadar da OD gelişimi buhranlarla dolu olacaktır.

Yukarıda sözü edilen "sanayileşme için ilk öncelikli ve gerekli koşul tarımda kapitalistleşmenin başlamasıdır" düşüncesini ele alalım. Burada açıklanan, deterministik gelişim çizgisinin her toplum için geçerli olan ekonomik içerikli bir kuralın evrenselliğidir. Diğer deyişle, hangi zaman parçası ve hangi yersel yerleşimde olursa olsun her toplumda sanayileşme için geçerli evrensel yasa kapitalizmin ilk önce tarımda başlaması gerçeğidir. Bu yasayı oluşturan, bu deterministik gelişim sürecini oluşturan determinantlar, sürecin endojen değişkenleridir ve birbirleriyle olan ilişkileri belli bir yapı içinde dengededirler; determinantlar arası dengenin bozulması, bozulduğu toplum veya zaman için sonuçları bakımından o toplumun evrensel yasa dışına itilmesini doğurur. Dengenin bozulma koşullar ise iki durumdan ötürü doğabilir:

1) Endojen determinantlar deterministik gelişim eğrisinin iç yapısında doğan bazı yapısal değişikliklerle denge dışına çıkabilirler. Bu yapısal değişiklikler insan unsurunun kontrolü dışında cereyan eder. Yeni bir buluş sonucunda tekelci bir firmanın, serbest rekabet kurallarının dışında uğraşıda bulunacak biçimde doğması deterministik gelişim eğrisini oluşturan endojen determinantlardan birinin yok olması, determinantlar arası dengenin, dolayısıyla , kuralın evrenselliğinin bozulması anlamına gelecektir. Toplum, iç dengenin bozulması sonucu deterministik gelişim eğrisinin dışına düşecek toplumun tekrar dengeye kavuşması zorunluluğu doğacaktır.

 

2) Endojen determinantlar arası denge, eksojen etkenlerle de bozulabilir. Örneğin, piyasadaki kâr maksimizasyonu kuralının geçerliliğini kaldırıcı bir hukuki normun uygulanması eksojen normun endojen determinantlar arasındaki dengeyi bozmasını doğuracaktır.

Kapitalist felsefeyi savunanlara göre, eksojen karar normlarının en az oluşu, OD sürecinin başarısının tek koşuludur. O halde, Devlet OD eğrisini etkilemediği durumlarda topluma en yararlı Devlet niteliğini taşır.

Bu görüşün altında yatan felsefenin özü deterministik çizginin iç yapısında kontrol dışı etkenlerin var olmadığı yani, iç dengenin determinantlar arasında devamlı olarak var olduğudur. Bu görüşü savunanlara göre bu durumu ancak eksojen karar normları bozabilir ve bundan ötürü Devlet ekonomik gelişmeyi kendi başına bırakmalıdır; bu görüş kabul edilmez ise OD eğrisi D noktasına varacaktır ama P veya S gibi buhran noktalarına da çarpacaktır; suç deterministik yasanın değil, yasayı etkileyen eksojen karar normlarının ve dolayısıyla normları oluşturan karar vericilerinindir.

Bu düşünce sisteminin bilimsel olabilmesi için gerekli koşul, iç yapıyı oluşturan determinantların gerçekten devamlı olarak dengede olmasıdır. Yani, sorun, OD eğrisinin iç yapısını oluşturan determinantların gerçekten devamlı olarak dengede olup olmadığı sorunudur. Bator, bu dengenin hiçbir zaman teorik yapıda dahi var olmadığını ispatlamıştır (1). Bator'a göre teorik çerçeve içinde kalınsa dahi piyasa mekanizmasının kâr azamileştirme ana kuralı çalışmaktan yoksun olduğundan ekonomi etkinlik noktasından uzaklaşmaktadır. Yani, ekonomi potansiyel gelişiminden düşük bir düzeyde seyretmekte, yani,gelişim ODıı eğrisinde oluşmaktadır. Aynı biçimde biz de başka bir yazımızda piyasa mekanizmasının ikinci ana kuralı olan fayda azamileştirme kuralının pratikte çalışmaktan yoksun olduğunu ispatlamaya çalışmıştık(2). Orada toplumlarda tüketicilerin tercihlerinin birbirinden bağımsız olamamasından ötürü farksızlık eğrilerinin kesiştiğini, dolayısıyla, ekonominin devamlı olarak etkinlik durumundan uzaklaştığını göstermiştik.

İç determinantların dengede olma koşulunun varlığının gerekliliği Hicks'i piyasa ekonomisini dinamik açıdan analiz etme çabalarında yeni unsurlar saptamağa yöneltmiştir. (3) Hicks'e göre piyasa ekonomisinde iç determinantlar gerçekten devamlı olarak dengede değildir; dengede olabilmesi için şu ana koşulun varlığı gerekir: (t) anında (t+1) anı için öngörülen bekleyişler ( expectations) bu (t+1) anına varıldığında gerçekleşmelidir (fulfillment). Hicks'in buradaki katkısı piyasa mekanizmasının OD eğrisi üzerinde dengeli bir gelişim süreci içinde kalması için yeni bir endojen determinantın gerekliliğini açıklamış bulunmasıdır. Diğer bir deyişle, eğer bekleyişler gerçekleşmelere uyum gösteremezse ekonomi bizim OD eğrimizde ilerlerken P,R,S, noktalarına sapacaktır, demek istemektedir Hicks. (4 )

Keynes, iç determinantların dengede olup olmadığı sorununda Hicks'e yaklaşır. Öngörmede (foresight) hatalar olduğunu kabul eder. (5 ) Fakat onun asıl uğraşısı deterministik gelişim süreci üzerinde ilerleyen toplunun, P, R ve S noktalarına kayışı ile ilgilidir. Deterministik sürecin iç yapısına ilişkin nedenler Keynes'de önemli değildir. Ona göre toplumlar bu noktalara zaman akımı içinde birden çok kere varacaklardır. Onun sorunu bu noktalara varmamak için eksojen karar normlarının ne olması gerektiği sorunudur.


Keynes'e göre OD eğrisi ideal gelişme süreç eğrisidir. Bu nokta Hicks ile Keynes'in hem birleştikleri hem de ayrıldıkları noktadır. Çünkü hem Hicks hem Keynes OD gelişim sürecinin ideal bir yol olduğunu kabullenmektedirler; Keynes iç determinantların denge sorununu ihmal ederken, Hicks bu sorunu oldukça derinliğine ve fakat başarısız olarak inceler.

Marx ise deterministik gelişim sürecini oluşturan iç determinantların dengede olmayışını emeğin sömürülmesi koşuluna bağlamaktadır. Deterministik gelişim sürecinin (Y) yıkılış noktasına varmasının gecikmesinin tek koşulu kapitalistlerin dünyadaki tüm emekçilerin istismarını henüz tamamlayamamış olmalarıdır. Kapitalist, emeği sömürmek ve artık-değeri gasp etmek istemese dahi sürecin iç yapısının doğal zorunluluğu sonucu, üretim ilişkilerinin biçiminin gereği olarak, bu artık-değer toplumun en üst bölümündeki azınlıkta toplanır. Bu ise tasarruf-yatırım dengesi koşulunu yürürlükten kaldırır; ekonomi ve toplum buhranlar içine düşer (P,R,S'ye varış) ve buhranlar derinliklerini geçen zaman içinde yoğunlaştırır. Buhranlar içine girmeyi ve deterministik çizgiden sapmaları engellemenin koşulu emeğin sömürülmesinin önlenmesi için üretim ilişkilerinin biçiminin değiştirilmesi gereklidir. Buraya kadar Keynes, Hicks ve Marx bir bakıma beraberdirler. OD süreç eğrisi Keynes ile Hicks'te toplum için süresiz Marx'ta ise süreli olan ideal bir yoldur.

Kanıma göre, Keynes ve Hicks bu noktada dururlar fakat Marx bir adım daha atar: Deterministik ideal yol, aslında olması gerekenden düşük bir gelişme yoludur. OD eğrisinin buhranla dolu eğri olmasına ve eğrinin (Y) noktasında kesilecek olmasına rağmen toplumların asıl sorunu üretim ilişkilerinin biçiminin değiştirilmesi gerekliliğini gerçekleştirme sorunudur. Bu sorunun çözümü anında aynı madalyonun diğer bir yüzü olan OD eğrisine varıldığı da görülecektir.

Yukarıda açıkladığımız teorik anlayışları şöyle özetleyebiliriz: Neo-klasik yazarlar, kapitalist OD eğrisinin buhranlara saplanmaması için gerekli gördükleri görüşleri belirtirlerken, Marxistler sadece bu eğrinin bir noktada kırılıp kaybolacağını belirtmektedirler. Lakin bizim için en önemli sonuç her iki kesim düşünürlerinin az gelişmiş bir ülkenin kalkınması için ne yapılması gerektiğine dair bir görüş ileri sürmedikleridir. Kalkınma nasıl başarılacaktır. Hangi yöntem ile kalkınılacaktır? Bu sorunların cevapları yoktur?

Burada kapitalist sistemi oluşturan unsurlara bir göz atmak yerinde olacaktır.(6)

Çeşitli biçimleri ve gelişmişlik dereceleri olmakla birlikte kapitalizmin en belirgin özelliği üretim, yatırım ve paylaşım hakkındaki kararların üretim araçlarının mülkiyetine sahip özel kişiler tarafından alınmasıdır. Demek oluyor ki kapitalizm (veya teorik adıyla piyasa ekonomisi) varlığını özel mülkiyetin varlığına borçludur.

Mülkiyet malik olana üretim, yatırım ve yaratılan değerin paylaşılması hakkında yetki verir; bu yetkinin uygulamaya alınabilmesi için malik serbestçe ve hür iradesine uygun olarak karar verir. Onun bu karar norm'unu (7) etkileyen tek unsur kârının çoğaltılmasıdır.

Demek oluyor ki, mülkiyetin önemi malik'e karar normunu yaratma olanağını sağlamasıdır. Kapitalizmde karar normlarının yönünü, çeşidini ve içeriğini kârın çoğaltılması ilkesi uyarınca bu kararları veren özel mülkiyet sahipleri saptar. (Sosyalizm de bu karar normları toplumu yönetmekle yükümlü olanlar tarafından toplum yararı göz önünde tutularak toplum adına alınır.)

Kapitalizmde geçerli olan kâr çoğaltılması ilkesi girişimcileri " toplum yararına olan faaliyet" yerine "kârlı olan faaliyet "dallarına iter. Fakat ne var ki, Keynes'in dediği gibi "en kârlı yatırımların topluma en yararlı yatırımlar olduğuna dair tecrübelerden elde edilmiş bir delil yoktur."(8)

Kapitalizmin özel mülkiyete dayanmasının; üretim, yatırım ve değer paylaşımının özel mülkiyet sahibi girişimcilerinin kâr amaçlarına göre kararlaştırılmasından sonra üçüncü ilkesi neyin ne kadar üretileceğinin tüketiciler tarafından saptanmasıdır. Tüketiciler girişimcilerin verdikleri ücretler içinde kalarak mal ve hizmet talep ederek üretilecek mal ve hizmet türlerini ve yoğunluklarını saptarlar. (sosyalist ekonomilerde bu saptama işlemi ülkenin kalkınması da göz önünde alınarak merkezi planlama örgütünce yapılır)

Kapitalizmde hakim olan tüketici tercihleri, yatırımların toplum yararına olabilecek önceliklere kaymasını engellemektedir.

Tüketici tercihlerine göre üretimi yönlendirme süreci üretimin toplumun geleceği göz önüne alınmadan yürütülmesi sonucunu verir. Bu günün tüketicileri yarının tüketici kuşakları için fedâkarlık yapıp örneğin ülkenin tüm elektrifikasyonu için gerekli mal ve hizmet tüketim kısıtlamasına istekli olarak gitmeyeceklerdir. Onlar tercihlerini günü gün etme amacıyla ve geleceği düşünmeden çoğunlukla tüketim malları sektöründe belirteceklerdir. Diğer bir deyişle, madem ki, tüketici tercihleri girişimcinin yatırımlarının yoğunluğunu ve yönünü saptamakta ve girişimci bu belli yönde faaliyette bulunursa ancak kârını çoğaltabilmektedir, o halde eğer tüketici tercihleri motor yerine tırnak cilasına yönelmiş ise, girişimci tırak cilasına olan talebin yüksekliğinden ötürü kârının motor yerine tırnak cilası üretme sürecinde daha çok olacağını düşünerek yatırımını tırnak cilası üreten faaliyete kaydırılacaktır. Aslında girişimci, uzun vadeli yatırımlarında tüketici tercihlerinin sağlamış olduğu kılavuzluktan da yoksundur; tüketici tercihi yapısı bakımından "kısa vadeli" bir göstergesidir. Girişimci, uzun vadeli bir yatırım faaliyetinde bulunabilme için geçmiş tecrübelerinin ışığı altında, bu günün piyasa koşullarını değerlendirerek, gelecek hakkında karar almak zorundadır. Ona kılavuzluk edip yol gösterecek tüketici tercihi olmadığı gibi kendisi de Pigou'nun ve Keynes'in deyişiyle "uzağı görmede miyopluğu vardır" ve "uzağı görmede hatalar yapacaktır". Uzun vadede karının hangi sektörde en çok olacağını veya seçmiş olduğu sektördeki kârlılık durumunun devamlılık derecesini saptayamayacaktır.

Kapitalizmin üçüncü can damarı olarak belirttiğimiz tüketici tercihlerinin gerçekten geçerli olabilmesi için bir tüketicinin tercihinin diğer bir tüketicinin tercihinden bağımsız olması gereklidir. Oysa, Samuelson'un da dediği gibi reklam, moda, örf ve adet kişilerin satın alma davranışlarını etkilemekte tüketiciler tercihlerini birbirlerinin etkisi altında kalarak vermekte, reklam ise bütün kişileri toplu bir biçimde koşullandırmaktadır. Hele modern reklamcılığın akıldan çok duyguya hitap ederek tüketicinin satın alma davranışını psikolojik olarak koşullandırması yatırımların topluma en az yararlı olan yönlere akmasına neden olmaktadır.

Sosyalizm'in kurucusu Marx'ın sorunu ise az gelişmiş bir ülkenin nasıl kalkındırılabileceği değil, feodal yapıyı yıkarak üretimi artıran, ülkeleri zenginleştiren, daha önce görülmeyen ilerlemeleri getiren kapitalizmin hangi amaçlarla, (9) hangi nedenlerle ve nasıl yıkılacağının delillerini ortaya sermektir. Ona göre, üretim faktörlerine sahip azınlıktaki sermayedar sınıfın çıkarlarıyla özdeşleşmiş olan yönetici-bürokrat-siyasetçi grubu, proleterleşmenin, insanın mal haline dönüşümünün istekli seyircisidir. Bu seyirci kalış sosyal, yasal ve diğer normların geleneksel sabitliğini doğurur. Oysa, kapitalizm, yeni üretim biçimleri, yeni teknolojilerin üretime alınmasını gerektirir. Bu yeni üretim biçimi (alt yapı) ile eski normların (üst yapı) tez-antitez oluşumu kapitalizmin yıkılış nedenlerinden biri olacaktır. Marx'a göre, kapitalizmde insanın özgürce kendini yüceltmesi olanağı ortadan kalkmıştır. Halbuki, amaç, insanın insan olarak kendine yabancılaşmadan kurtarılıp yüceltilmesidir. Bu yücelmeyi engelleyen en önemli unsur, dünyada yaşayan tüm insanların küçük bir azınlığın ekonomik, psikolojik, sosyolojik esaretine yol açan bir süreç içinde kapitalizmin devam edip büyümesidir. Aslında sürecin bu biçimde devam etmesi kapitalizmin yaşamını sürdürmesi için bir gerekliliktir. Kapitalizm bir avuç azınlık dışında kalan insanları bir mal haline dönüştürerek proletarya ordusunu genişletirken, azınlığın da tekelci gücünü arttırır ve bu iki sınıf arasındaki zıtlığı kesinleştirir. İşte bu iki sınıf arasındaki tez-antitez ilişkisi kapitalizmin yıkılışının nedenlerinden bir diğeri olacaktır.

Görüldüğü üzere Marx, insanın insana esaretini red etmektedir. Aslında Marx, değil yalnız insanın insana esaretini; insanın devlete de esaretini red eder. Amaç insanın kurtarılması, yüceltilmesi ve buna engel olan faktörlerin ortadan kaldırılmasını sağlayacak devrimin yapılmasıdır, ("belki sadece İngiltere'de demokratik seçim yolu devrimin yerine geçebilecektir ")* Devrimin başarılmasından sonra ne olacaktır? Nasıl bir yöntem uygulanacaktır ki insanın insan olarak kurtarılması için kalkınma başarılsın? Artık- değeri gasp eden kapitalist sınıfın yok edilmesi, özel mülkiyetin ilga edilmesi bu kalkınmayı sağlayacak mıdır?

Sovyet Rusya'da 1917 ihtilali ile artık- değeri gasp eden kapitalist sınıf yok edilmiş, özel mülkiyet ilga edilmiştir. Bu durum sonucunda ne olduğunu Yugoslav ekonomisinin teorik kurucusu Kardelj'den izleyebilirsiniz. Kardelj'e göre: (10) Rusya'da bürokrasi tüm anlamıyla diktatörlüğe dönüşmüş, uygulanan sistem emeğin kurtarılmasını amaç edinmediği gibi insanın yaratıcı enerjisini yönlendirmeyi, kişinin maddi ve manevi refahını sağlamayı başaramamıştır. Kişinin yaratıcılığını kontrol veya dış baskılarla yüceltmeye uğraşan sistem tam bir başarısızlığa düşmüş, kişi bir üretici olarak sistemin özünü oluşturamamıştır. Kardelj'e göre, herkese üretime katkısı oranında pay vermek ilkesi tıpkı kapitalist sistemde olduğu gibi sağlanmamıştır. O halde öyle bir yeni sistem geliştirilmelidir ki burada bürokrasi en az düzeye indirgenmiş olsun ve sistem Devlet'e muhtaç olmasın; fakat emek kurtarılırken ülke kalkınsın. (11) O halde ne yapılmalıdır ki kalkınma sağlanabilsin. Öyle bir sistem ve metodoloji öngörülmelidir ki geri kalmış ülkelerde uygulanabilmek olanağı olsun; bunun dogmatik olması, sorunu çözümleyemeyeceğine göre pratik ve uygulanabilir olma koşulunu içinde taşısın.

Öyle bir eksojen karar normu sistemi geliştirilebilsin ki, bu sistem mevcut kalkınma hızını süratlendirsin ve toplumun yapısını sınai bir yapıya kavuşturabilsin. Bu karar normlarının oluşturulması da öyle belli bazı kriterlere göre yapılsın ki bu kriterlerin zaman akışı içinde yenileştirilmesi sınaileşmeyi daha da hızlandırabilsin.

Bu sorun daha Osmanlı İmparatorluğu zamanından bu yana Türk toplumu için de tartışılmıştı.

II-TÜRKİYENİN EKONOMİK SİSTEM VE DÜZENİ

Modern Türkiye, Osmanlı İmparatorluğundan miras aldığı ekonomik sistem ve düzen içinde oluşmuş bir ülkedir. Gerçekten her toplum tıpkı canlı organizmalar gibi, ilk oluştuğu ilkel yapıdan bir diyalektik evrim içinde daha karmaşık bir yapıya, ilkel yapının çelişkileri üzerinde oluşarak varır. Ama bu görüşte oluşumuz, her bir toplumun her hangi bir zaman akışı içinde feodal, kapitalist ve sosyalist çizgi üzerinde deterministik bir yasaya göre yükselecektir, sonuca katılmamızı gerektirmez. Tam aksine, ilkel yapının farklı oluşu karmaşık yapının farklı olmasını gerektirdiğinden, sonuç aşamasında, toplumların farklı sistem ve düzenleri olabileceği gerçeği çıkar. Gerçekten Osmanlı İmparatorluğu kuruluşundan gerileme dönemine kadar kendine çözgü ( sui generis) bir sistem ve düzene sahipti. Asker-Devlet üst yapısı ile Tımar sistemi alt yapısı, Osmanlı ülkesinin o tarihlerde Batı ülkelerinde hakim olan Feodal yapısına uymuyordu,(12) Osmanlı Ülkesi iktisadi güçlülüğe dayanan sınıf yapısına sahip değildi. Artık-değer gasp eden bir Beyler zinciri yoktu. Artık-değeri padişaha aktarmakla görevli yarı bürokrat aracılar vardı.. Osmanlı ülkesi, bu sistem ve düzen içinde ilerlerken, Batıdaki ilkel yapı kendine özgün feodalizmden giderek kapitalizmi oluşturdu. Batı zamanla sömürgeci kapitalizm haline dönüştü ve Kapitülasyonlarla birlikte bu kapitalizm Osmanlı ülkesine aktarılmağa çalışıldı. Bunun sonucu feodal yapısı olmadan kapitalist bir oluşumun empozesi, hem alt hem de üst yapıyı sarstı, bir anlamda da yozlaştırdı. Toplum diyalektik süreç içinde kendine özgün yapıda oluşurken, başka bir yapının bu oluşum halindeki yapıya empoze edilmesi toplumun kendine özgün yapısını alt üst ederek onu güçsüzleştirdi. Ben bu güçsüzlüğün ortadan kaldırılması için yapılan bütün ıslahat hareketlerini, yeni düzen düşüncelerini, kökünde, Osmanlı ülkesinin alt yapısının kapitalist bir yapıya dönüştürülmesi çabaları olarak görmekte ve tanımlamaktayım. Ahmet Midhat Efendinin daha 1889 daki şu görüşü bu düşüncemizi desteklemektedir: Adam Smith'in serbest mübadele yöntemi bugün tüm Avrupa okullarında öğretilir. Fakat hiçbir Avrupa hükümeti uygulamaz. Bu öğretim, kiliselerde, size vuranlara diğer yanağınızı çeviriniz, öğretilerine benzer. Bizim yüksek okullarımızda Adam Smith ekonomisinin güya bir kanunmuş gibi telakki edilmesi teessüf edilmesi gerekli olaydır.

Türkiye Cumhuriyetinin oluşmasında da çabaların devam ettiği görülmektedir. Ziya Gökalp, daha 1920 lerde şu yargıya varmıştır;

Okullarımızda okutulan Manchester sistemi her ne kadar bu ilmin kurallarının dünyanın her yerinde geçerli olduğunu söylemekte ise de " bırakınız yapsınlar-bırakınız geçsinler " teoremine dayandırılmış olan bu görüşün sadece İngiltere'nin milli iktisadı olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Her ülke kendine özgün bir milli ekonomi teorisi geliştirmiş olmasına rağmen sadece zavallı Türkler bu İngiliz İktisat teorisinin esiri kalmaya devam etmişlerdir...Hükümetler (bile) Manchester iktisatçılarının ruhlarını azaba sürüklemekten korkuyorlardı.(13)

1923 İzmir İktisat Kongresi ise Türk toplumunun üst ve alt yapısını Batı'nın yapısı ile özdeşleştirilme ilkelerini veriyordu. Ne var ki, 1930 larda bu özleşleştirme çabaları Devletçilik ilkesi ile kesintiye uğratıldı (ta 1963 Ortak Pazar-Ankara Antlaşması kadar) . (14)

Büyük Atatürk Batı'nın üst yapı kurumlarını aktarmaya devam ederken, kapitalizmin alt yapısını oluşturan "tüm üretim araçlarının mülkiyetinin özel kişilere ait olması" ilkesini devrimci bir yaklaşımla değiştirerek, ana üretim araçlarının mülkiyetini Devlete de verdirerek Devletçilik sitemini oluşurdu.

Batıdaki deterministik gelişim çizgisinin tarihimizde var olmayışı günümüzdeki sistemi ve bu sistem üzerinde oluşan düzeni yaratmış oldu.

Şimdi Türkiye'deki sistem ve düzenin bu gün varılan noktada ne olduğunun belirtilmesine geçebiliriz. Az Gelişmiş olan Türkiye'yi 1930 yılından bu yana kapitalist ve sosyalist üretim ilişkileri biçimine sahip, kalkınması yavaş (yapısı sınaileşmemiş) bir ülke olarak saptayabiliriz. Bu tanıma göre toplumun yapısını oluşturan üretim ilişkileri biçimi ( mode of production) yalnız kapitalist değil aynı zamanda sosyalist de olduğundan ve kapitalist ve sosyalist üretim ilişkileri biçiminin bir arada var oluşu bu üretim ilişkileri biçiminden doğan ve bu biçime paralellik gösteren karmaşık bir sosyal ve ekonomik düzenin (property relations) varlığını da ülkede doğurmuştur. Bundan ötürü, Türkiye, kapitalist ve sosyalist üretim biçimlerine sahip, piyasa mekanizması kurallarına uygun bir süreç içinde olan bir ülkedir. (15)

III-YENİ BİR SİSTEM ÖNERİSİ

Demokrasi anlayışı içinde kalınarak ve 1961 Anayasası'nın öngördüğü çerçeve ve içerik temel kabul edinildiğinde eksojen karar normlarının hem alt yapıyı hem de üst yapıyı değiştirmeye yönelik olabileceği saptanır. Bundan ötürü sorun uygulama sorunu olarak belirir.

1960 Anayasamız kalkınmanın planlı yol ile olmasını kabullenerek kalkınmanın kapitalism aracılığı ile olamayacağı hükme bağlamıştır. Bu temel felsefeye ek olarak, Anayasa, ayrıca siyasal iktidar sahiplerinin karar normları aracılığı ile işletilme oluşumları değiştirilebilecek iki yardımcı anlayışa sahiptir. Bunlar

- Özel girişimler kurmanın serbest olması, ve
- Özel mülkiyet ve miras haklarının saklı tutulması hakkındadır.

Her ne kadar özel girişim kurmak serbest bırakılmışsa da bu hürriyet kamu yararına sınırlanabileceği gibi, devletçe ulusal ekonominin gereklerine uygun yürümesini sağlayacak tedbirler de alınacaktır. Görülmektedir ki özel girişimlerin kurulması veya faaliyetleri istenildiği anda çeşitli biçimlerle sınırlandırılabilecektir.

Diğer yandan herkes mülkiyet ve miras haklarına sahip ise de bu hakların kullanılması toplum yararına aykırı olamayacağı gibi kamu yararı gerektirdiğinde sınırlandırılabilecektir. Bu sınırlama aslında sonsuz da olabilecektir. Örneğin, Anayasa kamu yararı gerektirdiğinde taşınmaz malların kamulaştırılmasına açıktır.

Aslında Anayasa mülkiyet konusunda ve özel girişim tanımında da açık değildir. Tutanaklara göre medeni hukuk açısından ele alınabilecek ve Roma hukuku anlayışına uygun bir mülkiyet kavramı modası geçmiş klâsik bir kavram olarak değerlendirilmiş, modern mülkiyet kavramının 19'uncu asır liberal mülkiyet felsefesinden de farklı olduğu belirtilmiştir. Ne var ki, modern olduğu ileri sürülen ve Anayasa'ya konulduğu söylenilen yeni mülkiyet kavramının içeriği ve kapsamı belirtilmemiştir.

Kapitalist ekonomilerde şirketleşme ilerlemiştir. Şirket ortakları ise çok küçük hisse senetlerine sahip dağınık ve yönetimde söz sahibi olmayan tüketicilerdir. Şirkette risk unsuru çok fazla zayıflamış ve risk'in karşılığı olarak kullanılabilen kâr anlayışı geçerliliğini kaybetmiş, şirket idarecileri maaşla tutulmuş bürokratlardan oluşturulmuştur. Bu şirketlerin mülkiyet hakkı bakımından atomistik malikleri ne yatırım ve ne de üretim hakkında söz sahibi değillerdir. Yani modern ekonomi anlayışında ekonomik birimlerin malikleri klasik mülkiyet felsefesinin vermiş olduğu iktidardan yoksundurlar. Bu hususla ilgili olarak miras hakkı da anlamını yitirmiştir.

Özel girişim anlayışı da klasik anlayıştan uzaklaşmıştır. Şirketlerin sahip oldukları tesislerde mülkiyet hakkı nasıl fiili olarak anlamını kaybetmişse, özel girişim fikri de tek bir malikin inisiyatifini ortaya çıkarıcı riskine karşı kâr aldığı bir faaliyet olmaktan çıkmıştır. Özel girişimi idare eden tek bir malik değil, birbirinden ayrı yöneticiler olan bürokratlardır. Bunları ekonomik olarak harekete geçiren motif kârlarının değil, maaş ve primlerinin azamileştirilmesidir. Diğer bir deyişle, modern iş ekonomisinde devlet veya özel girişim kamu veya özel mülkiyet kavramları birbiri içinde erimiş kavramlardır. Gerçekten de örneğin Yugoslav ekonomik sisteminde klasik özel mülkiyet kaldırılmış ve tesislerin sadece çıplak mülkiyeti devlete bırakılmıştır; esas malikler bu tesisde çalışanlardır. O halde, Yugoslavya'da özel mülkiyet yoktur denemez. Ne var ki burada da kâr azamileştirilmesi prensibi, yerini, çalışanların gelirlerini maksimize etmesi prensibine terk etmiştir. Amerika Birleşik Devletlerinde mülkiyet küçük hisse senetleri vasıtasıyla tüketicilere, Yugoslavya'da ise çalışanlara yönelerek kişiselleştirilmektedir.

Yugoslavya'daki mülkiyet anlayışındaki esas hakim unsur, Devletin ortadan çekilerek sistemin özünü kişinin oluşturması ve sosyal adaletin gerçekleşmesidir. Ancak kişi Devletin yerine ikame edilirse üretici-malik çalışması oranında ulusal gelirden bir pay alabilecektir. Bu anlayış, çalışmayanların malik olmamalarından dolayı ulusal gelirden bir pay almasını engellemektedir.

Modern ekonomik anlayışta ana mesele mülkiyet olmaktan çıkmıştır. Anayasamızdaki mülkiyet kavramının siyasal iktidarların yorumuna bırakılmış olması bu nedenle önemli değildir. Ana problem ulusal tasarrufları arttırmak, kaynak dağılımını etkin bir biçimde ve toplum yararının gerektirdiği önceliklere yöneltmek, kaynakları hızla harekete geçirmeyi başarabilmektir. Bunların başarılması da esasen Türk Anayasasınca Devlet'e verilmiş görevler olduğuna göre, başaramayan siyasal iktidar anti-demokratik bir siyasal iktidar olacaktır demektir. Anayasa salt tüketici tercihleri mekanizması ile üretim yapılmasına karşıdır. Tüketici tercihleri, plancı tercihi ile beraber yürüyecektir. Bu karma tercihler ekonomik sistemin özünü oluşturacaktır.

Mülkiyetin kimin elinde olduğunun öneminin olmayışı soruna teknik bir nitelik vermektedir. Sorun belirli bir merkezi organ'ın (örneğin bir planlama teşkilatının) çoğul kuruluşlara yatırım, üretim ve paylaşım hakkında saptayacağı fiziki hedefleri bir "karar normu" olarak verip vermemesi haline dönüşmektedir. Eğer Anayasal olarak Merkezi Organ piyasada oluşan arz, talep ve fiyatları göz önüne almaksızın fiziki hedefler saptayabiliyor, bu hedeflere uygunluğu izleyip kontrol edebiliyor ve hedefler arasındaki ilişkiyi kontrol edici karar normları alabiliyorsa (plancı tercihleri) ekonominin büyük bir bölümü tüketici tercihlerine göre çalışan piyasa mekanizmasının dışında kalıyor demektir. Ayrıca, aynı organ özel mülkiyet sahiplerinin yatırım ve üretim kararlarını kendi aldığı caydırıcı veya teşvik edici karar normlarıyla belirli bir yön veya içeriğe kavuşturulabiliyor ise ekonominin tümü 1) Kapitalizmin kurallarının işleyişinden ayrılıyor, 2) Anayasa uyuyor , 3) Ülkeyi OD' eğrisine çıkarabilme olanağını yaratıyor demektir.

Bu durumda karar normları kapitalizme uygun üst yapı kurumlarını değiştirici olması yerine piyasa mekanizmasının (kapitalizmin) yapısını değiştirici nitelikte olmaktadır. O halde plancı tercihlerinin karar normu haline dönüştürülerek istenilen sonucu vermesi için bu normların kapitalizmin kâr maksimizasyonu kuralına anti tez olarak sosyal verimliliğin maksimizasyonu kuralı ile değiştirici; kapitalizmin fayda maksimizasyonu kuralına anti tez olarak toplumun tüm sınıfları için üretime katkı oranınca fayda maksimizasyonunu olanaklaştırıcı; kapitalizmde tüketici tercihleri ile beliren toplam talebin yönünü, yapısını ve yoğunluğunu ise anti tez olarak plancı fiziki hedefleri ile değiştirmeye ( modification'ı- ikamesi antidemokratiktir) yönelik olmalarını normların gerekli yapısal koşulları, yani, kalkınmanın yeni bir ekonomik sistem içinde geçerli olabilecek yeni bir metodolojisi olarak saptamaktayız.

Eğer bu tür kararlar alınabilir, uygulamaya konulabilmek üzere normlaştırılabilir ise (16), OD, eğrisine çıkış tümü bakımından teknik bir metodoloji sorunu haline dönüşmektedir ve ülkenin ekonomik sistemi değişmektedir.

Piyasa mekanizmasının çalışmasını yönlendiren tüketici tercihlerinin plancı tercihleriyle desteklenmesi; yatırım, üretim ve paylaşım hakkında özel mülkiyetten doğan yetki ile oluşan özel karar normlarının uygulama sürecinin plancı karar normlarıyla yönlendirilmesi sistemin ana özellikleri olarak belirtmektedir.


Özel mülkiyet niçin toplumlaştırılmak istenmektedir, sorusu, kalkınmanın hızlandırılması için diye cevap bulamaz; zira, kalkınmanın mülkiyet ile (özel, kamu, v.s.) ilgisi yoktur. Mülkiyetin kalkınmayla ilgisi mülkiyetin vermiş olduğu kumanda yetkisinden doğar.


Kumanda yetkisi karar normu haline dönüştüğü zaman ancak tasarruf, üretim ve bölüşüm hakkında sonuç doğurur. Bu sonucun toplum yararına yönelik olmasını sağlamak, mülkiyetin ilgası ile değil, mülkiyetten dolayı olarak doğan karar normunun toplumun yararına olmasını temin edilmek üzere plancı tercih ve normlarıyla modifiye edilmesiyle sağlanır. Mülkiyetin ilgasının kalkınmayı başaracağını, çözeceğini ileri sürmek hatalıdır. Mülkiyet artık-değerin gasp edilmesini doğurur dolayısıyla kalkınma için özel mülkiyetin Devlete geçmesi gerekir görüşü ise aynı biçimde sakıncalıdır. Zira, o zaman kişinin Devlet tarafından sömürülmesi kabul edilmiş olmaktadır.

Öne sürdüğümüz sistemin 1960 Anayasamız muvacehesinde uygulanabilmesi mümkün müdür? Anayasamızın ekonomik sistem ve düzen anlayışı böyle bir yaklaşımın uygulanabilmesini hangi koşullar altında kabul etmektedir.

Şimdi bunun icin 1960 Anayasa'sının kalkınmaya ilişkin hükümlerini ve bu hükümlerin dayandığı alt hukuki yapıyı inceleyelim.

IV-1961 ANAYASA'SININ EKONOMİK SİSTEM ANLAYIŞI

Türkiye'de sosyal haklar dönemi 1960 devrimi ile başlamış, sosyal hakların içeriği ve sınırları bu devrimin sonucunda yaratılan Anayasa ile belirtmiştir. Bu dönemin en önemli iki özelliği Devletin bir sosyal devlet olduğunun ve ülkenin kalkınmasının bir plana bağlanacağının normlaştırılmış olmasıdır. Fakat ne Anayasa'nın Kurucu Meclis'te görüşülmesi sırasında yapılan tartışmaların yer aldığı tutanaklarda, ne de Anayasanın kendisinde Türkiye'nin ekonomik sisteminin karma-ekonomi sistemi olduğuna dair her hangi bir kurala veya cümleye rastlanamaz. Diğer bir deyişle, iktisadi sistemin karma ekonomi olduğuna dair hukuki hiç bir dayanak noktası yoktur. Anayasanın 2 inci maddesi Devlet'in sosyal bir Devlet olduğunu belirtmektedir. Anayasanın tutanaklarına göre ise sistem anlayışı açık bırakılmıştır: Anayasa'nın devletleştirme maddesi görüşülürken

Hususi sektör yatırımlarını azaltmaktan başka bu gün için bir netice vermeyecek olan 39 uncu maddenin tasarıdan çıkarılmasını teklif eden Fethi Çelikbaş'ın önergesi ile Milli ekonomimizin kalkındırılması ve bu suretle toplum olarak özlediğimiz hayat seviyesine erişilmesi konusundaki gayretlerimizde özel teşebbüsün yapıcı faaliyetine büyük ölçüde muhtaç bulunduğumuz aşikardır. Tasarıda bu ihtiyacı belirten açık bir hüküm yer almamıştır. Bu itibarla… (39 uncu maddenin) özel Teşebbüs, iktisadi hayatın vazgeçilmez unsurlarındandır. Devlet, özel teşebbüsün gelişmesi için gerekli tedbirleri alır

ifadelerinin madde kapsamına alınmasını teklif eden Ziya Müezzinoğlu önergesi Meclis tarafından ret edilmiştir. (17) Tartışmalar sırasında özel sektörü devamlı olarak savunan Ferit Melen, Ziya Müezzinoğlu, Fethi Çelikbaş, Cahit Zamangil, Şefik İnan vb. üyeler salt kapitalizmin geçerli olmasını açıkça savunamamışlardır. Bu üyelerin Türkiye'nin ekonomik sisteminin özel sektöre dayalı bir ekonomik sistem olması için harcadıkları çabalar dahi kabul edilmemiş Anayasa yapıcıları bu üyelerin düşüncelerini "20 inci asır düşüncelerine uymayan zihniyet" olarak değerlendirmiş ve görüşlerini red etmiştir:

Şefik İnan beyin izahatı bizatihi doğru mu, yanlış mı, bunun üzerinde yarın uzun duracağız. Fakat bu gün ikinci defa gelip "sola yakınlıktan, özel teşebbüsten, taksitli kamulaştırmadan,sola kaçan bir Anayasadan" bahseden birkaç cümle sarf ettiği için dir k , daha bu günden bu teşhisin tamamen hakikate aykırı olduğunu belirtmek lüzumunu duyduk. Teşhisleri, maalesef eksik ve tek taraflı tetkikler mahsulüdür. Serbest teşebbüs hakkındaki düşünceleri 19 uncu asır liberalizmine ve mülkiyet hakkındaki fikirleri Roma hukukundaki kavrama dayanmaktadır. "Aman mülkiyete hiç helal gelmesin ne olursa olsun, fakat hudutsuz mülkiyet hakkına dokunulmasın ve 'bırakınız yapsınlar' zihniyeti", yani asla 20 inci asır düşüncelerine uymayan zihniyet (18)


Şefik İnan'ın

Özel iktisadi teşebbüs hürriyetine güler yüz göstermeyen ona çatıkkaşlarla bakan... bir Anayasa tasarısı karşısında bulunuyoruz (19)

şeklindeki yorumuna, Komisyon sözcüsünün açıklaması şöyledir:

Bazı arkadaşlarım özel teşebbüs meselesi üzerinde durdular; dediler ki, "özel teşebbüs esastı, bu fikir Anayasa' da açıkça zikredilmedikçe, bunun hususi bir kasta makrun olduğu düşünülür, özel teşebbüse çatık kaşla bakıyoruz gibi telakki edilir". Halbuki … tasarımızda çalışma hürriyeti tanınmış olduğuna göre özel teşebbüs sağlanmıştır. Biz Devletçiliği Anayasa koymuş değiliz. Özel teşebbüs hakkında da ayrıca bir kayıt koymak için sebep görmüyoruz. Özel teşebbüs tamamen serbesttir. Bir parti devletçiyim derse müsaade etmeyecek miyiz? Müsaade edeceğiz (20)

Anayasa yapıcısı şu görüştedir:

Anayasa ... şu veya bu iktisadi görüşü empoze etmeyen bir kadrodur. Anayasa öyle bir kadrodur ki, komünizm ve faşizme saltanmamak, irticaa gitmemek, Türk bütünlüğünü parçalamamak şartı ile her türlü fikirler serbestçe ileri sürülebilir. Bu fikirler tesir sahası bulabilirler, bunlara dayanan müesseseler kurulabilir. Öyle ki bu tasarı içinde bir devletçi de bir liberal de, halk, oyu ile kendilerini iş başına getirdiği taktirde programlarını uygulamak imkanlarını bulacaklarıdır. Sosyal hakları ve reformları Devlet vasıtaları ile gerçekleştirmek isteyen partiler veya istemeyen partiler bulunabilir.(21)

O halde, yukarıda " sistem anlayışı açık bırakılmıştır" deyişini kullanmış olmamız yerindedir. Çünkü, Anayasa yapıcısı, siyasal iktidarların "usul demokrasi" yolu ile değişebileceğini ve çeşitli siyasal iktidar sahiplerinin çeşitli sistem anlayışlarının olabileceğini kabul etmektedir. Böylece, Anayasanın kesin bir sınırlamasının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, kalkınma felsefesi ve sistemi siyasal iktidarın rengine göre değişecektir. Fakat hangi siyasal iktidar gelirse gelsin şu temel konularda tercih hakkına sahip değilidr; Anayasa'ya göre bunlar:

a) İrticaa gidilemez,
b) Türk bütünlüğü parçalanılamaz,
c) Faşisme saplanılamaz,
d) Diktatörlük rejimi ile yönetilen sosyalizme, yani komünizme saplanılamaz

Anayasa komisyonu bu görüşü şöyle açıklamaktadır:

Anayasa, demokrasi ve hürriyet rejimi ile hukuk devleti prensipleri ile bağdaşabilen bütün iktisat sistemleri ve iktisadi plan ve programlar karşısında tarafsız kalmalıdır. Anayasa'da ne o liberal sistem, ne bu devletçi veya sosyalist sistem ilan edilmelidir. Hangi iktisat sisteminin ve programının uygulanacağı sorusunun hallini, gelecekte halkın vereceği reye bırakmalıyız... İktidarların içinde kalmaya mecbur olduğu çerçevenin, önünü, sağını, solunu tespit ediyoruz. Çerçevenin içi boştur.(22)

Anayasa, sosyal, kültürel ve iktisadi kalkınma için de çeşitli maddeler kabul etmiş ve bu maddeler aracılığı ile içini boş bıraktığını belirttiği çerçevenin oturtulacağı düzeyi saptamıştır. Bu düzey esas bakımından hak ve hürriyetlerin sosyal içerikten yoksun olamayacağına dair maddelerdir. Ne var ki bunlar konumuz ile dolaylı olarak ilgili olduklarından ve geri kalmış bir ülkenin mali gücünün kısıtlı olmasından ötürü pek anlamlı olamayacağından burada üzerinde durmayacağız.

Anayasanın 41,53 ve 129 uncu maddeleri Devlet'e diğer yandan türlü görevler vermektedir:

İktisadi ve sosyal hayat adalete tam çalışma esasına ve herkes için insanlık haysiyetine yaraşır bir yaşayış seviyesi sağlaması amacına göre düzenlenir. İktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı demokratik yollarla gerçekleştirmek; bu maksatla, milli tasarrufu artırmak, yatırımları toplum yararının gerektirdiği önceliklere yöneltmek ve kalkınma planları yapmak Devlet'in ödevidir. İktisadi, sosyal ve kültürel kalkınma plana bağlanır. Kalkınma bu plana göre gerçekleştirilir. Devlet, iktisadi ve sosyal amaçlara ulaşma ödevlerini ancak iktisadi gelişme ile mali kaynakların yeterliği ölçüsünde yerine getirir.

Demek oluyor ki, Anayasaya göre amaç, insanlık onuruna yaraşır bir yaşam düzeyi elde etmektir. Bu düzeye ulaşmada izlenecek ilke ise adalet ve tüm kaynakların, fizik, insan vb. tam istihdamıdır. Buna varma yolunda Devlet'in hareket özgürlüğü iki bakımdan sınırlandrılmıştır:

1- Devlet iktisadi ve sosyal amaçlara ulaşma ödevlerini, ancak mali kaynakların yeterliliği ölçüsünde yerine getirecektir. Bu sınırlama, sorunun yapısından ileri gelmektedir.
2- Devlet kalkınmayı ancak demokratik yollar ile yapabilecekdir. Burada önemli olan husus, klasik demokrasi anlayışının tanımsal yapısıdır. Klasik demokrasi kavramı kanıma göre iki ana unsurdan oluşur. Klasik demokrasi diğer bir deyişle "usul demokrasi" ve "süreç demokrasi" olarak düşünülmelidir. Usul olarak demokrasi , halkın kendini temsil edecek olan temsilcilerini, kendinin vekili olarak, belirli yöntem ve koşullar altında (örneğin, tek veya çift dereceli seçimler; seçme ve seçilme yaş sınırlamaları gibi) seçmeleridir. Süreç olarak demokrasi ise ülkenin siyasal iktidar sahiplerinin o ülkenin temel yasalarındaki kurallara göre (örneğin, insan hak ve hürriyetlerine; adalet ve eşitlik ilkelerine; barış koşullarına uyma gibi) halkı yönetmeleridir. Klasik demokrasiyi oluşturan bu iki öğe birbirini tamamladığı ölçüde demokrasi var demektir. Hiç unutulmamalıdır ki Nazi Almanya'sının faşist siyasal iktidarı Weimarr Anayasa'sının usul olarak saptamış olduğu kurallara uygun olarak halk tarafından seçilerek işbaşına getirilmiştir; dolayısıyla, işbaşına getirilen yönetim usul bakımından demokratik olmuştur. Ama ne var ki süreç bakımından Weimarr Anayasanın koyduğu temel kuralları çiğneyeci bir faaliyet göstermesi, sonuçta, demokrasinin çiğnenmesini doğurmuştur.

O halde 1961 Anayasasında yer alan "demokratik yollarla iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı gerçekleştirmek" düşüncesi süreç olarak demokrasiye uygunluk olarak düşünülmelidir. Diğer bir deyişle, sosyal haklardan soyutlanmış temel hak ve özgürlükler anlamsız hak ve özgürlükler olduğu gibi demokrasinin tüm kişilerin yaşantılarının her aşamasında var olması esastır.

Anayasa demokratik yollarla kalkınmayı gerçekleştirme amacıyla Devlet'e ödevleri vermiştir:

1- Ulusal tasarrufu artırmak,
2- Yatırımları toplum yararının gerektirdiği önceliklere yöneltmek,
3- Kalkınma planları yapmak.

Bu üç ödevi ekonomi biliminin verileri ve yukarda unsurlarını belirttiğimiz demokrasi anlayışının ışığı altında analiz etmemiz gereklidir.

1- Ulusal Tasarrufu Artırmak

Bir ülkenin sermaye, emek, doğal kaynaklar, teknoloji, teknik beceri, yöneticilik yeteneği gibi maddi ve maddi olmayan tüm kaynaklarının kullanıma alınıp üretimin ve toplam gelirin arttırılması, gelirin kişiler arasında üretim sürecine katkıları oranında paylaşılması, gelirlerin tüketim ve tasarruf arasında bölünmesi ekonomik faaliyetlerin tümünü oluşturur. Bu faaliyetler içinde ulusal tasarrufların arttırılması öncelikle üretimin ve gelirin arttırılmasına bağlı olmakta, ayrıca gelirin tüketime yönelen bölümünün sınırlandırılması da tasarruf artışını önemli ölçüde etkilemektedir.

Bu koşullar altında Devlet'in tasarrufları artırıcı ödevi, öncelikle Devletin ekonomik kaynakları üretimi artırıcı yönde harekete geçirmesine bağlıdır. Bu da hiç kuşkusuz, temel sanayiye öncelik verecek hızla sanayileşme anlamına gelir.

Devlet, kaynakların kullanımını üretimin yüksek ölçüde artması yönünden düzenlemez ise Anayasa ile kendine verilen ödevi yerine getirmiyor demektir. Bu durumda da Devlet'in uygulaması demokratik değildir.

2-Yatırımları Toplum Yararının Gerektirdiği Önceliklere Yöneltmek

Yukarıda piyasa mekanizmasının tüketici tercihleri ve kâr çoğaltılması ilkelerine göre işlemesi sonucunda yatırımların toplum yararının gerektirdiği önceliklere kaymadığını belirtmiştik. Anayasanın Devlet'e verdiği yatırımları toplum yararının gerektirdiği önceliklere yöneltme görevini Devlet, "görünmeyen el" olan piyasa mekanizmasına (kapitalizme) devredecek olur ve bu görevi kendisi Planlama aracılığıyla yerine getirmekten kaçınırsa demokratik olmayan bir uygulamada bulunuyor demektir. Demokratik bir uygulama temel yasaya uygunluk olacağına göre ve bu uygunluk ise Anayasanın ruhuna ve maddelerine göre merkezi bir otoriteyi (Planlama Teşkilatını) yani bir "görünen el" i görevlendirmek olduğuna göre, yatırımların toplum yararının gerektirdiği önceliklere yöneltmek yalnız tüketicilerin tercihlerine değil fakat ek olarak Plancıların tercihlerine de bırakılacaktır demektir.

Plancıların tercihlerini yönlendirecek, ona ışık tutacak gösterge ise, hiç kuşkusuz halkın uygarlık düzeyine varma özlemleri olacaktır.

3- Kalkınma Planları Yapmak

Anayasa Türkiye'nin kalkınmasının planlı olacağını belirtmiştir. Diğer bir deyişle, kalkınmanın piyasa mekanizması yoluyla mı yoksa planla mı olacağı sorusu artık Anayasa bakımından geçersizdir. Temel yasaya göre, piyasa mekanizması yolunun (kapitalizm) tercihi yapılmaz, bu yol kapanmıştır. Karşıt bir durum demokrasiye uygun olmayan bir durumun varlığı demektir. Burada açıklığa kavuşturulması gerekli konu planlı kalkınma ödevinin uygulama biçiminin ortaya çıkarılmasıdır. Diğer bir deyişle, ne tür bir planlama anlayışı ve ne tür bir plan yapılmalıdır ki temel yasaya uygun demokratik bir uygulama olsun, Temel yasa acaba (a) hangi tip planlama anlayışına ve (b) hangi tip plana izin vermektedir.


a. Planlama Anlayışı: anayasanın incelemesi planlama anlayışı sorununun açık bırakıldığını göstermektedir.

Milli Birlik Komitesi Planlama Kanunu görüşme tutanaklarının (23) İncelenmesi Planlama hakkındaki tartışmaların başlıca Teşkilatın idare ile olan ilişkileri üzerinde oluştuğunu göstermektedir:


Osman Torun - Müsaadenizle evvela Komisyonun teklif etmiş olduğu (a) fıkrasını okuyayım: "(a) Memleketin tabii, beşeri ve iktisadi her türlü kaynak ve imkanlarını tam bir şekilde tesbit ederek takip edilecek iktisadi ve sosyal politikayı ve hedefleri tayinde Hükümete yardımcı olmak." 

Şimdi de tadil teklifini okuyorum: " (a) Memleketin tabii, beşeri ve iktisadi imkanlarını tam bir şekilde tesbit ederek takip edilecek iktisadi ve sosyal politikayı ve hedefleri tayin etmek."

Başkan - Son sözü Albay'a verelim, onlar hazırladı, buyurun.

Şinasi Orel -...Devlet Planlama Dairesi hiçbir suretle dördüncü kuvvet olarak ortaya çıkamaz. İcra Vekillerinin tatbik etmeyeceği bir planlamayı yürütmesine maddeten imkan yoktur… Bu planlama dördüncü kuvvet olarak ortada var ise Hükümet ne diyecek? "Ne yapalım, Planlama Dairesi böyle dedi, ben de onun dediğini yaptım" mı diyecek? Böyle bir şey olmaz. Buna imkan yoktur. Bu itibarla Devlet'in üç kuvveti olan teşrii, icrai ve kazai organda yardımcı bir heyet olarak Devlet Planlama Dairesinin çalışması lazım geldiği kanaatindeyim ve bu kanaatimizde ısrar ediyoruz.

Başkan - Anlaşıldı efendim.. Değiştirge şudur: "hedefleri kesin olarak tayin etmek." Öbürü de " Hükümete yardımcı olmak" O halde değiştirgeyi oyunuza arz ediyorum. Kabul edenler.. Etmeyenler... Reddedilmiştir.

Görülüyor ki, esas tartışma Devlet Planlama Teşkilatının hazırladığı planları Hükümet için "emredicilik" yoksa "yol göstericilik" niteliklerinden hangisini taşıması konusunda olmuştur. Her ne kadar bu hususta kanun yapıcı emredicilik niteliğini ret etmiş ise de

Hükümet siyasal baskı yaparak planı kabul etmez ise, Anayasa'nın teminatı altına bulunan İktisat Şurası (nın bu iki azası) efkarı umumiyeyi aydınlatır, ve bütün vatandaşları Hükümet aleyhine çevrilebilir. Bu da bir teminattır .

diye Hükümeti Plan'a dolaylı bir biçimde bağlamak istemiştir.

Fakat ne var ki bu teminat görüşüne temel olan İktisat Şurası Anayasa tasarısından daha sonra çıkarılmış olduğundan (24) kanunlaşmamış ve

Bu durum aslında kanun yapıcının gerçek felsefesine de uygun düşmektedir. Kanun yapıcı demokratik usul ile siyasal iktidara gelen Partilerin kendi renklerini Planlamaya verebilmelerini serbest bırakmak istemiştir.

 


Buradan çıkarılacak en önemli sonuç plancı tercihlerinin alternatif teklifler halinde siyasal iktidara sunulması, bu alternatifler arasından seçimi halkın özlemlerine cevap vermekle yükümlü siyasal kadroların yapmasıdır. Nasıl salt tüketici tercihleri demokratik değil ise salt plancı tercihleri de demokratik olmamaktadır.


b. Plan Anlayışı: Anayasa alt komisyon raporunda planın hangi tip bir plan olacağı şöyle belirtilmektedir:

az gelişmiş memleketlerin kalkınması için, bütün iktisadi hayatı kapsayan planlara ihtiyaç olduğu bu gün herkesçe kabul edilen bir gerçektir.... Bununla beraber, liberal ve sosyalist görüşlerden ayrılarak plan yapmak mümkündür. Anayasanın bu sebeple, kalkınma planı yapılması esasını vaaz etmekle beraber, planın muhtevasını tesbitten kaçınması uygun olacaktır.(25)

Burada belirtilen en önemli nokta, yapılacak planın tüm ekonomik hayatı kapsamasının öngörülmesidir. Yani, plan, özel, kamu, kooperatif vb sektörleri de içine alacaktır. Aslında bu görüş Tutanaklarda açıktır:


Yatımların toplum yararının gerektirdiği önceliklere yöneltilmesinde sözü edilen yatırımlara kamusal yatırımlar da, özel teşebbüs yatırımları da dahildir(26)

Görüldüğü üzere, ileri sürdüğümüz mekanizma ve bu mekanizmanın oluşturduğu sistem, Anayasamıza göre, demokratik ve hukukidir; uygulanabilmesini önleyici bir anlayış mevcut değildir.

V-SONUÇ

Türkiye'de bugün var olan sistemin tanımını şöyle verebiliriz: Üretim, yatırım ve bölüşüm kararlarının, girişimciler (kamu, özel, kooperatif) tarafından, kar (iktisadi veya sosyal) çoklaştırılması amacıyla, piyasada oluşan fiyatlara bağlı olarak, tüketici tercihlerini cevaplamak üzere alınan, ve özel, kamu, ve kooperatif mülkiyete dayalı bir ekonomik sistem.

Önerimizin kabulu halinde bu tanım şu biçime dönüşecektir: üretim, yatırım ve bölüşüm kararlarının, girişimciler (kamu, özel, kooperatif ) tarafından sosyal verimliliğin çoklaştırılması amacıyla, piyasada oluşan fiyatlara bağlı olmaksızın, tüketici ve siyasal iktidar tarafından seçilen plancı tercihlerini cevaplamak üzere alınan ve özel, kamu ve kooperatif mülkiyete dayalı bir ekonomik sistem.

Bu önerimi oluşturan en önemli unsur 1968 yılından bu yana işlediğim plancı tercihlerinin karar normu halinde ve ekonomik kalkınma için bir eksojen determinant olarak ekonominin oluşumuna eklenmesidir. Bu yaklaşım için ileri sürülebilecek en önemli eleştiri, önerinin bürokrasiye ağırlık verdiği noktasında olabilecektir. Ama bu tür eleştirinin eleştirenin alternatifinin geçerli olması halinde ancak gerçekçi olabileceği unutulmamalıdır. Amerik Birleşik Devletleri kökenli Hudson Enstitüsünün "Kapital,ist sistemin ana düzenleyicisi olarak gösterilen piyasa mekanizmasının yetersizliklerinin teslim edilerek çok boyutlu ve genel bir planlamaya yöneliş özlemi... parlementer demokrasinin anayurdunda (İngiltere'de) bile bir seçkinler planlamasını" (27) öngörerek teknokrasiyi hızlı kalkınmaya çözüm göstermesi tezimizin ne denli gerekli olduğuna bir delildir.

Önerimizin kabul edilmemesi ve fakat yerine gerçekçi yeni bir çözüm yolu getirilmemesi halinde sınıfsal yapının patlama olayının şiddetlenmesi sonucunda demokrasi tehlikeli dönemeçlere sapacaktır. Ve ozaman dahi çözümün plancı tercihleri olduğu anlaşılacak ama ne var ki özgürlüklerin dayanağı "sürec demokrasi" yitirilmiş olacaktır.

(I)

 -----------------------------------------------------

(1) F.M Bator "The Anatomy of Market Failures", Quarterly Journal of Economics, Ağustos, 1958
(2) C. Ürünlü "Etkin Kaynak Dağılımında Fayda Maksimizasyonu" Planlama, Temmuz, 1970, Sayı 9
(3) J.Hicks Growth and Capital, Oxford, 1965
(4) Hicks kanımızca bu katkısını iki kaynaktan yararlanarak saptamıştır; 1) Von Neumann'ın turnpike teoremi, ve 2) Kumanda ekonomisinin merkezi plan metodolojisi. Amacı ise piyasa ekonomisinin bazı koşullarının sağlaması ile gelişmeyi kumanda ekonomisinin kalkınması ile eş duruma getirebileceğini göstermektedir.
(5) J.M.Keynes, The General Theory of Employment, Interest and Money, Londra,1936, özellikle son bölüm.
(6) Bu bölümün dayandırıldığı ana kaynak daha önce yayınladığım bir çalışmadır. O çalışmada ekonomik sistemler ayrıntıları ile işlenmiştir. Ek bilgi için, bknz: C.Ürünlü, Ekonomik Sistemler Açısından Türkiye'nin Ekonomik Sistemi, DPT: 688-IPD: 243, Ankara, 1968. Türkiye'nin ekonomik sisteminin ayıcıcı unsurlarının ayrıntılı olarak işlendiği ve buraya aldığım diğer tamamlayıcı görüşler için ikinci kaynak; bknz: C. Ürünlü, 
Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı ve Ortak Pazar, DPT; 1150-MGS; 1, Ankara 1971. Ayrıca bknz: C. Ürünlü, Karma Ekonomilerde Kalkınma, Univ. of California Berkeley, ABD, 1963.http://berkeley.worldcat.org/title/development-in-mixed-economies/oclc/27304194&referer=brief_results
(7) Karar normu kavramının esas özelliği karar verici tarafından alınan her hangi bir kararın uygulanmaya alınması için bir müeyyideye kavuşması halidir. Bir kararın karar normu haline gelebilmesi için hukuki bir müeyyideyi beraberinde getirmesi, oluşturması gereklidir.
Karar normu kavramını kalkınma ile ilgili olarak ilk kez işlediğim kaynak hakkında bknz: C.Ürünlü, Kalkınmayı Gerçekleştirmede Ön Koşulları, DPT, Dokümantasyon Servisi, No:0.1 Ağustos, 1974, Ankara. Aynı kavramı kabullenerek aynen kullanan diğer bir yazar için bknz; Alev Damalı, Türkiye'nin Düzeni. DPT. 1392-M.36, Kasım 1974, Ankara
(8) o.p.cit, 157
(9) K. Marx " Economic and Philosophical Manuscripta. (1844)" g.y. T.B. Bottomore, Karl Marx, Early Writings, Londra, 1963
(*) Karl Marx
(10) E. Kardelj, "The Practice of Socialist Democracy In Yugoslavia" g.y. W. Mills, The Marxist, New York, 1962; Kardelj, " Evolution in Yugoslavia," Foreign Affairs. Temmuz, 1956, cilt, 34
(11) Her ne kadar Kardelj, Yugoslavya'da yeni ekonomik sistemin kurulmasında önemli bir rol oynamış ise de, uzun yıllar sonra uygulamadan alınan sonuçlar bu yeni sistemin enflasyon doğurucu bir nitelikte olduğunu göstermiştir. Bknz: C. Ürünlü Ekonomik...op.cit.
(12) Bkn. 
1838 Sözleşmesi ve Türkiye
(13) Z. Gökalp (derleyen ve çeviren N. Berkes), Turkish Nationalizm and Western Civilization , Londra, 1959.306-307
(14) Görüşümü destekleyen Ortak Pazar Katma Protokol hükümleridir. Bknz: C. Ürünlü. Üçüncü …op.cit.
(15) 1960 Anayasasına uygun olarak hazırlanan kalkınma planı da piyasa mekanizmasına paralel bir yönetimle hazırlandığından, bu planları gerçek kalkınma planı olarak kabul edebiliyoruz. Plancıların amacı olarak Gayri Safi Milli Hasılanın İstatistik'i artışı esas alınmış, üretimin içeriği, yönü ve yoğunluğu piyasa mekanizmasının yönlendirilişine terk edilmiştir.

(16) Bu nokta Plancı Tercihleri kavramının siyasal iktidar ile olan ilişkilerini ortaya çıkarmaktadır. Ben bu yazımda normların oluşturulup uygulamaya konabilmesinin iç ve dış ön siyasal gereklerini ihmal etmiş bulunuyorum.

(17) K. Öztürk, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Ankara, 1966:1931, 1934

(18) Ibid. 1932–1933

(19) Ibid. 868-869

(20) Ibid. 895-896

(21) Ibid. 869

(22) Ibid. 1849

(23) D.P.T. Dokümantasyon Servisi

(24) Öztürk, Op. Cit. 534

(25) Ibid. 535-536

(26) Görüldüğü üzere, ileri sürdüğümüz mekanizma ve bu mekanizmanın oluşturduğu sistem, Anayasamıza göre, demokratik ve hukukidir;  uygulanabilmesini önleyici bir anlayış mevcut değildir.

(27) The Hudson Report, The United Kingdom in 1980, Associated Business Programmes, 1974, Londra. g. y. A. Gevgilili, “Yeni Çağ İçin Batı Da Yeni Yollar Arıyor”, Milliyet, 8 Ocak 1975, s. 9.

 

 

BİBLİYOGRAFYA


F.M. Bâtor, "The Anatomy of Market Failures," Quarterly Journal of Economics, Ağustos, 1958.

A.Damalı, Türkiye'nin Düzeni, Ankara, 1974, (DPT:1392)

Z. Gökalp (derleyen ve çeviren N. Berkes), Turkish Nationalism and Western Civilization, Londra, 1959.

J.Hicks, Growth and Capital, Oxford,1965.

E. Kardelj, "Evolution in Yugoslavia", Foreign Affairs, Temmuz 1956, cilt 34.

E. Kardelj, "The Practice of Socialist Democracy In Yugoslavia," i., C.W.Mills, The Marxists, New York,1962.

J.M.Keynes, The General Theory of Employment, Interest and Money. Londra,1936

K.Marx, "Economic and Philosophical Manuscripts, (1844)," i., T.B.Bottomore, Karl Marx, Early Writings, Londra,1963

K. Öztürk, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Ankara,1966.

İ.Sunar, State and Society in the Politics of Turkey's Development, Ankara,1974, (S.B.F. Yayını 377)

C.Ürünlü, Ekonomik Sistemler Açısından Türkiye'nin Ekonomik Sistemi, Ankara, 1968, (DPT:688).

C.Ürünlü, "Etkin Kaynak Dağılımında Fayda Maksimizasyonu," Planlama, Temmuz 1970, sayı 9.

C.Ürünlü, Üçüncü Beş Yıllık kalkınma Planı ve Ortak Pazar, Akara,1971, (DPT:1150).

C.Ürünlü, Kalkınmayı Gerçekleştirme Ön Koşulları, Ağustos,1974 (DPT, Dök. Servs.

 

 

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır