Plan Stratejisi ve Tartışmanın Arkasındakiler

 Plan Stratejisi ve Tartışmanın Arkasındakiler

 

DÖRDÜNCÜ Plan'ın Stratejisi dökümanının kamuoyuna açıklanması birçok kişi ya da kurumun görüş belirtmesine neden oldu. Bu ilginin temel nedeni, siyasal iktidarın tam plan hazırlığı aşamasında yenilenmiş olmasıdır denilebilir.

Yeni iktidarın, Plan Stratejisi'ni kendi çizgisinde toplum yapısını değiştirmeye yönelik tercihleri doğrultusunda saptayacağı düşüncesi, baskı gruplarını harekete geçirmiştir. Toplum düzenini değiştirmenin, demokratik halk iktidarının kurulmasına kanal açıcı yönde ekonomik alt yapıyı değiştirmenin gerekliliğini vurgulayan nitelikte bir stratejiyi, bazı baskı grupları, çıkarlarının zedelenmesi olarak ele almışlardır.

TERS YORUMLAR

Bu endişe, hakim sınıfların oluşturduğu belli başlı grupların eleştirilerde haksız, tutarsız, bilim dışı ve daha doğrusu " büyük oranda hayalperest" olmalarına yol açmıştır. Bunların başında, sermaye sınıfının çıkarlarını 1978 Türkiyesi'nde hâlâ siyasal iktidara empoze edeceğini, hayal eden bazı çevreler gelmektedir. Bunların sözcülerine göre, strateji, sosyal demokrat görüşleri değil, devletçilik ilkelerini kapsamaktadır, sadece kapalı rejimlerde geçerli olan demokratik kooperatifçiliği esas almıştır, kapitalist bir ülke olan Türkiye'de özyönetimin yürümeyeceğini görmemektedir, KİT'leri güçlendirerek daha fazla devreye sokmak istemektedir, işçi haklarının genişletilmesinden söz etmektedir.

Yine bazı çevrelere göre, strateji, Türkiye'nin "Batı ekonomilerinin içinde ve modelinde bir yapıya dümen kırmak gereksiniminde" olduğunu kabul etmemiştir, emek yoğun sanayiler yerine, "sosyalist düşüncenin özendiği büyük metal, kimya, petrokimya, savaş sanayi araçları (uçak, tank, füze… vb.) elektronik sanayi gibi olanaksız işleri hedef almıştır. Son olarak da turizm ve tarıma dönük sanayiler ile AET içinde erimeyi temel ve yabancı sermayeyi esas almamıştır. (1) Bu eleştiriler şöyle toparlanabilir: Türkiye kapitalist bir ülke olduğundan, Batı kapitalist ekonomilerinin içinde erimesi ve bu ekonomilerin modeline yönelmesi gerekir. Başka bir deyişle, Türkiye planlı ekonomi modelinden vazgeçerek, yabancı sermayeye dayanan, turizme ve tarıma öncelik veren bir kalkınma stratejisine sahip olmalıdır. Oysa, strateji devletçiliğin ağır bastığı, ancak "kapalı" rejimlerde geçerli olan kooperatifleşmenin esas alındığı, sosyalist düşünceye özenilen ve işçi haklarını genişleten bir yapıdadır.


ESKİ "SES"…

Bu görüşler Türkiye'ye hiç yabancı değildir. Gerçekten de İkinci Plan Stratejisini 1970'lerde ABD'nin AID teşkilâtı eleştirirken şöyle diyordu (2):

"Türk plancıları tarıma gereken önemi vermede acz içindedirler… Sanayileşmelerinde KİT'lere yaslanmaktadırlar, oysa KİT'ler devlet bütçesine yük olan kuruluşlardır… Kaynak dağılımında piyasa güçlerine (kapitalizme) başvurmaları tercihe şayandır."

Türkiye'deki eleştiriler ile AID'nin Holben'in eleştirileri arasındaki benzerlik çarpıcıdır. Aslında bu durum şaşırtıcı değildir. Çünkü emperyalizmin yarı-sömürge ülkeler için reçeteleri hep aynı kalmıştır, bu reçeteleri ister emperyalizmin ana yurt temsilcileri doğrudan, ister ülke içindeki uzantıları dolaylı olarak versinler ilâç hep aynıdır: Tarıma öncelik verilmeli, yabancı sermayeye dayanan kapitalizm esas alınmalı, tüketim endüstrisi özendirilmelidir. Amaç ise "Batı modeli içinde ülkenin erimesini" sağlamaktır.

ULUSAL KAPİTALİST BUNU İSTEMEZ

Dünyanın hiçbir yerinde ulusal kapitalistler dev bir rekabet grubuna, yani Ortak Pazar'a girip, orada erimeyi salık vermezler. Zira yalnız ulusallık nitelikleri değil, ekonomik güçlerinin de yetersiz oluşunun bilinci de buna engeldir. Onlar rekabet sonucu fabrikalarının zincirleme biçimde iflâs edeceğini ve bu iflâsın bir atın hızıyla değil, ışık hızı ile olduğunu bilirler. Ne yazık ki Türkiye'de burjuvanın ulusallık niteliği tam hâkim unsur değildir. Fabrikaların iflâsı ise, dış tekellerin yerli aracıları için hiç de tehlikeli sayılmaz. Onları asıl rahatsız eden olgu, ülkenin ekonomik bağımsızlığının sağlanması için belli adımlar atıldığında ve halkın bilinç düzeyinin geliştiğine ilişkin belirtileri saptamış olmalarıdır. Acaba nasıl olur da, bilinçlenmeyi engelleyerek ekonomik güçlülüğün halka yayılmasını engelleyebiliriz diye düşünürler. Tek korktukları, halkın iktidara gelmesidir.


HALK VE İKTİDAR

Kuşkusuz halkın iktidara gelmesi ise halkın ekonomik güçlülüğe kavuşması demektir. Kooperatifleşmeye, KİT'lere, ağır sanayiye, yer altı servetlerinin kamulaştırılmasına, demokratik planlamaya, öz yönetime hayır deyip, turizme, yabancı sermayeye, tüketim endüstrilerine ve tarıma öncelik vermeyi öğütlemek hele hele Ortak Pazar içinde ülkenin erimesini salık vermek tek kelimeyle acınacak bir "ülema"lıktır.

İşçi haklarının genişletilmesi sorunu ne zaman gündeme gelse, hâkim sınıflar temsilcilerinin boğazlarına bir şeyler tıkanır, boğulur gibi olurlar. Gerçektende artı-değer'in kendilerine ve kendilerinin aracılığıyla emperyalist odaklara iletilmesini engellemek onlarca, tekelci sermayenin boğulması demektir. Ama hiç kuşkusuz ülkenin refahı ve bağımsızlığının sağlanması, bazılarının boğazlarına yeni işçi haklarının doldurulmasıyla kolaylaşacaktır.

Not: Yazarın web sitesinde yayınlanan bu makalesinin her hakkı saklıdır, izni olmaksızın alınamaz, herhangi bir surette kopyalanamaz.


Açıklanan stratejinin yansıttığı gerçek, Türkiye'nin bozuk düzeninin artık belirli biçimde değişmesi gerekliliğidir. Bu gerekliliğin yerine getirilmesi bu plan döneminde gerçekleşir mi, gerçekleşmez mi, onu zaman gösterecektir. Yalnız, şu kadarı açıktır, kapitalistler emekçilerin bilinçli temsilcilerine ister "plan ülemaları" ister, "sosyalist düşünce özentileri" desinler, onlar Büyük Atatürk'ün hâkimiyet-i milliye, hâkimiyet-î iktisadîye ile tarsin edilmelidir" direktifini gerçekleştirmek ve Türkiye'yi kapitalist dünya içinde eritmemek için bilimsel doğrulardan sapmayacaklardır.

Coşkun Ürünlü

(1) Bu eleştirilerde eksik olan toprak reformundan söz edilmeyişidir. Oysa, toprak mülkiyetinin değişmesi toplum düzeninin değiştirilmesi için ilk adımdır ve bu durumu sermayenin sözcülerinin bilmemesi olanaksızdır. Onların suskunluğunun nedeni, herhalde, bu reformun yapılanmayacağını bilmelidir. Zira, yarı-feodal bir ülkede çeşitli güçlerin dayanak noktalarından biri toprak ağalarıdır ve sözcülerin kendi çıkarlarını topraktaki geri üretim yapınsın devamında görmekte oluşlarından ötürü suskun kalmaları doğaldır.

(2) Kaynak için bknz: DPT-Dök. 338- Holben- 64.


Milliyet                                                                            
28 Ağustos 1978
2. Sayfa

 

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır