Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı ve Ortak Pazar

Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı ve Ortak Pazar

1.GİRİŞ

Önümüzdeki bir yıl içinde Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlık çalışmaları tamamlanacaktır. Bu planın hazırlanmasında en önemli etken hiç şüphesiz Birinci ve İkinci Beş Yıllık Planlar hazırlanırken mevcut olmayan Ortak Pazar Ek Anlaşmasının imzalanmış olmasıdır. Bu yeni faktör'ün ortaya çıkardığı sorunlar hiç şüphesiz yerleşmiş planlama anlayışına ve geçmiş iki plan'a hakim olan espiriye etkilerde bulunmaktadır.

Son senelerde Amerikan sermayesiyle devleşmiş endüstrilerin hakim olduğu Avrupa'nın gelişmiş ekonomileri ile ilişki kurmuş olan ve hatta bir ek anlaşma da imzalamış bulunan iktisaden geri kalmış Türkiye'nin Üçüncü Beş Yıllık Plan hazırlıkları bakımından etkileneceği hususların analizi önem kazanmıştır. Bu araştırmamızda etki alanlarından birisi üzerinde durulacaktır. Bu alan, Ortak Pazar ile olan ilişkilerimizin yoğunlaşmasının hızlanması karşısında Türkiye'de Planlı kalkınmaya devam edilip edilemeyeceğinin, edilebilecekse ne tip bir plan anlayışının bu imkanı sağlayacağının, bu plan anlayışının geçerlilik derecesinin ne olabileceğinin ortaya çıkarılması olacaktır.

Bu husustaki görüşlerimizi, Türkiye'nin Planlı Kalkınma yolunu seçişinin bilimsel ve hukuki nedenlerini belirttikten sonra, Ortak Pazar karşısında doğabilecek durumu inceleyerek belirteceğiz.

II. TÜRKİYE'DE PLANLI KALKINMAYI TERCİH NEDENLERİ:

a) Teorik Nedenler

İktisat ilminin en basit tanımıyla amacı, kıt kaynaklar muvacehesinde ihtiyaçların en etkin bir biçimde tatmin edilmesini sağlayıcı usul ve esasları objektif veriler halinde ortaya çıkarmaktır. Dolayısıyla, insanlık haysiyetine yaraşır bir yaşayış seviyesine varma çabasında, yani iktisadi kalkınma çabasında, kaynakların potansiyel gücünün derecesi ve bu gücün reel olarak ortaya çıkarılmasını temin edici usul ve esasların (objektif verilerin) doğru seçimi ve aksaksız uygulanması kritik faktörler olarak belirmektedir.

Aktif genç nüfusu çoğunlukta olan, iklim, tabiat ve coğrafi şartları diğer bir çok ülkeye göre çok elverişli bulunan ve iktisadi kalkınma yarışında belli bir düzeye gelmiş olan Türkiye'nin kaynak potansiyel derecesi hiç şüphesiz yüksektir.

En önemli sorun, objektif verilerden ülkenin kendine has özelliklerine uygun olanlarının doğru olarak seçimi ile bunların aksaksız bir biçimde iktisadi kalkınma çabalarında kullanılabilmesidir.

İktisat ilminin verilerinin farklı sosyo-ekonomik düzey ve kurumsal yapılarda uygulamaya konulmuş olmasının, bu verilerin geçerlilik derecelerine tesir icra edeceği şüphesiz söylenemez. Ne var ki, müsbet biliminin verilerinin farklı bünyelerde farklı tatbikatları sonucunda nasıl farklı teknolojik bulgular elde ediliyor ise, iktisat ilminin verilerinin farklı sosyoekonomik düzey ve kurumsal yapıya sahip ülkelerde farklı biçimlerde uygulanmaları da farklı sonuçlar verecektir. Aslında, farklı sosyo-ekonomik düzey ve kurumsal yapıların mevcudiyeti bu verilerin bu yapıya uygun düşenlerinin uygulanmasını gerektirdiği de aşikardır. 0 halde, sorun az gelişmiş Türkiye'de hangi verilerin bünyeye uygun olduğunun
tespiti ve bunların uygulanmasıdır.

İktisadi kalkınmayla ilgili olarak iktisat ilminin en önemli verileri kaynakların etkin dağılımı ile etkin mobilizasyonu hakkındadır.(1)

Kaynakların etkin dağılımındaki ana prensip ise marjinal maliyet-fiyat ilişkisidir. Diğer bir deyişle, her hangi bir malın üretiminin genişletilmesinin durdurulacağı nokta, ek bir ünite malın üretim maliyetinin o malın piyasa fiyatına eşit olduğu noktadır. Kaynak dağılımının etkin olması amaç olduğuna göre, hareket noktası marjinal maliyet-fiyat ilişkisinin kriter alınmasını gerektirir. Serbest piyasa mekanizması teorik yapıda bu kritere uygun dağılımı yapmakta yani dağılım etkin olmaktadır. Ne var ki serbest piyasa mekanizması realitenin sadece yaklaşabileceği ütopik bir nirengi noktası olup, gerçekte hiç bir reel piyasa ekonomisi sistemi etkin dağılıma ulaşamamaktadır. Etkin kaynak dağılımına ulaşabilmek için ilk gereklilik olan piyasadaki tam rekabet şartları mevcut değildir. Az gelişmiş ülkelerde ise piyasa mekanizmasının etkin kaynak dağılımını sağlayacağı söz konusu edilemez; fiili tekel'ler diyarı olan az gelişmiş ülkelerde fiyatlar kıtlıkları veya bollukları aksettirmemekte, enflasyonist baskılar devamlılık göstermekte; fertlerin üretim ameliyesine katkıları oranınca milli gelirden pay almaları gerekirken tarihi nedenlerle doğan sosyal tabakalaşma sonucu bu paylar dengesiz bir biçimde belirmektedir.

Yukarıdaki bu kısa mülahazalar marjinal maliyet-fiyat ilişkisinin kurulamadığım gösterir. Dolayısıyle, kaynaklar etkin dağılamamıştır. Piyasa mekanizması, diğer bir deyişle, statik etkinliği temin etmekten uzaktır.

Bir an için piyasa mekanizmasının etkin dağılım yaptığını farz etsek dahi, bu etkin dağılımın toplum yararına olduğunu iddia etmek imkansızdır. Bunun nedeni açıktır: Piyasa mekanizmasını harekete geçiren üç kuvvet vardır; 1) Müteşebbisin kar azamileştirmesini amaç edinmiş olması, 2) Tüketicilerin verilen gelirleri dahilinde tükettikleri mal ve hizmetlerden elde ettikleri fayda'yı azamileştirmek amaçları, ve 3) Tüketici tercihleri yoluyla tüketici egemenliğinin esas prensip olması.

Bu kuvvetlerden kar azamileştirilmesi prensibi müteşebbisi "toplum yararına olan faaliyet" yerine "kar1ı olan faaliyet" dallarına itmektedir. Eğer, kolalı içecekler üretme faaliyeti müteşebbisin bilançosundaki kar rakamını yükseltiyor, buna karşılık toplum yararına olan uçak motorları üretmek bu rakam üzerinde bir artış doğurmuyorsa, hiç bir müteşebbis bu faaliyete girmeyecektir. Diğer bir deyişle, Anayasamızın 41'ci maddesinin öngördüğü "yatırımları toplum yararının gerektirdiği önceliklere yöneltmek" bu mekanizma altında sağlanamamaktadır. Bu hususu Keynes de "en karlı yatırımların topluma en yararlı yatırımlar olduğuna dair tecrübelerden elde edilmiş bir delil mevcut değildir "(2)diye açıkca belirtmiştir.

Piyasa mekanizması, nasıl etkin kaynak dağılımını sağlamakta acz içinde ise kaynakların etkin mobilizasyonunu da temin etmekten uzaktır. Piyasa mekanizmasının kuralları altında çalışan müteşebbisin kar'ını maksimuma çıkarma amacı ile yatırım yapması sonucunda dolaylı olarak dinamik etkinliğin elde edileceği prensibi bir faraziye olmaktan öteye gidememektedir. Dinamik etkinliğin, yani kalkınmanın sağlanabilmesi için yatırımların ülkenin üretken sektörlerdeki üretim kapasitesini arttırarak milli geliri arttırması gerekir. Halbuki, piyasa mekanizması, tüketici tercihleri aracılığı ile harekete geçen tüketici egemenliği yatırımların toplum yararına olan önceliklere kaymasına engel teşkil etmektedir. Tüketicilerin mücerret tercihlerinin piyasadaki müşahhas görünümü olarak bir birimlik satın alma gücünü (bir lirayı) bir seçmen oyu olarak kabul edecek olursak, yüksek gelirli tabakaların oy toplamı düşük gelirli tabakaların oy toplamından daha ağır basacaktır. Böylece de müteşebbisin üretim ameliyesi bu çoğunluktaki tercih'e cevap vermek üzere yönlenecektir. Gelir dağılımının eşit olduğunu bir an için farz etsek dahi, tüketici tercihleri, yatırımların hacmini ve yönünü toplumun yararına ters düşer bir mahiyette ortaya çıkartacaktır. Hiç şüphesiz, bu günün tüketicileri yarının tüketici nesilleri için fedakarlık yapıp örneğin ülkenin tüm elektrifikasyonu için gerekli tüketim kısıtlamasına istekli olarak gitmeyeceklerdir. Onlar tercihlerini tüketim malları sektöründe belirteceklerdir. Diğer bir deyişle, madem ki, tüketici tercihleri müteşebbisin yatırımlarının hacim ve yönünü tayin etmekte ve müteşebbis bu yönde faaliyette bulunursa ancak o zaman karını maksimuma çıkarabilmektedir; o halde eğer tüketici tercihleri "a" malı yerine "b" malına yönelmiş ise, müteşebbis "b" malına olan talebin yüksekliği dolayısıyla karının "a" malına nazaran fazla olacağım düşünerek yatırımım "b" malını üreten sektöre kaydıracaktır.

Bu hususlara ilaveten, müteşebbis uzun vadeli yatırımlarında tüketici egemenliğinin sağlamış olduğu kılavuzluktan da yoksundur. Zira, tüketici tercihi bünyesi itibariyle kısa vadeli bir göstergedir. Müteşebbis, uzun vadeli bir yatırım faaliyetinde bulunabilmek için geçmiş tecrübelerinin ışığı altında, mevcut piyasa şartlarını değerlendirerek, gelecek hakkında karar almak zorundadır. Ona yol gösterici tüketici tercihi olmadığı gibi, kendisi de Pigou'nın ve Keynes'in deyişiyle "uzağı görmede miyopluğa duçar" dır ve "uzağı görmede hatalar" yapacaktır. Uzun vadede karlılık durumunun hangi sektörde maksimum olacağını veya seçmiş olduğu sektördeki karlılık durumunun devamlılık derecesini tesbit edemeyecektir.

Az gelişmiş ülkelerde faaliyetde bulunan müteşebbis, gelişmiş ülkelerdeki meslektaşlarından daha da kötü bir durumdadır. Az gelişmiş ülkelerde sosyo- politik koşullar dengede değildir. Devamlı hareketlilik gösteren bir ortamda müteşebbis kısa vadede yüksek kar getiren, risk'i az tüketim sektöründe faaliyeti seçecektir. Bu ise ekonomik gelişmenin olabileceğinden çok daha yavaş olmasını doğurabileceği gibi, yatırımların toplum yararının gerektirdiği önceliklere ters düşen yönlerde ve hacimde olmasını doğuracaktır. Kısaca, piyasa ekonomisi sisteminin özü olan "görünmeven el" acz içindedir.

Görünmeyen el'in bu aczi nedeniyledir ki mekanizmaya yeni bir unsur ilavesi gerekli görülmüştür. Bu unsur "görünen el" yani siyasi iktidarca seçilen "planlamacı tercihi "dir.

Türkiye'nin iktisadi sistemi bu iki tercihin yan yana yer aldığı bir sistemdir. Bu iki tercihin birbirini etkilediği sistemi ise karma-ekonomi sistemi olarak tanımlayabiliriz.(3) Bu yeni tanımımız yukarıda sözünü ettiğimiz objektif verilerden Türkiye'nin bünyesine en uygun olanının tarihi süreç içinde ulaşılmış olanın tanımıdır.

Piyasa mekanizmasının yatırımları toplumun yararına olan önceliklere yöneltme aczi, yalnız teorik olarak geçerli olanı değil ve fakat aynı zamanda, 1923 yılından beri Türkiye'de geçirilen kalkınma oluşumundan elde edilen tecrübelerce de doğrulanmış olanıdır. (4)

(1) Detaylı tetkik için bknz. C. ÜRÜNLÜ, Ekonomik Sistemler Açısından, Türkiye'nin Karma Ekonomi Sistemi, DPT 688-İPD 243, Ankara, 1968.
(2) J. M. Keynes, The General Theory of Employment, Interest and Money,
Londra, 1936, ah. 157.
(3) Bu yeni sistem tanımımız ile eski tanımdan daha gerçekçi bir tanım vermiş olduğumuza inanıyoruz. Eski tanım karma-ekonomi sistemini özel ve kamu sektörlerinin yan yana faaliyette bulunduğu sistem olarak tanımlamaktaydı; bu ise gerçeği aksettirmiyordu. Çünkü, bir ekonomik sistem, ekonominin tümü için geçerli olmak zorundadır. Halbuki Türkiye'de özel sektör faaliyetleri tüm ekonomik faaliyetlerde yer almakta, kamu sektörü hemen hemen yalnızca sanayi sektöründe mevcut bulunmaktadır. Bu durumda yukarıdaki eski tanım yanlış olarak belirmekte, ve Türkiye'nin ekonomik sistemi "sanayi sektöründe karma-ekonomi, diğer sektörlerde piyasa ekonomisi" olarak tanımlamak zorluluğunu doğurmaktaydı.
(4) Bu sistemin uygulamadaki aksaklıkları veya yanlış yorumları üzerinde durmayacağız. Bu hem konumuzla ilişkisi çok az olan bir konudur, hem de hatalı uygulamanın mevcudiyeti sistemin bozuk olduğuna delalet etmez.

b. Hukuki Nedenler

Anayasamızın 4l'nci maddesi iktisadi ve sosyal hayatın amacını tanımlamaktadır. Bu maddeye göre ana amaç, insanlık haysiyetine yaraşır bir yaşayış seviyesi elde etmektir. Bu düzeye ulaşmada kullanılacak esas ise adalet ve tam istihdam kuralıdır. Bu kural içinde ana amacı elde etmek için Devlet görevlendirilmiştir. Devletin görevi "İktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı demokratik yollarla gerçekleştirmek, bu maksatla milli tasarrufu arttırmak, yatırımları toplum yararının gerektirdiği önceliklere yöneltmek ve kalkınma planlarını yapmaktır".. Demek oluyor ki, Anayasamızın bu hükmüne göre, Devlet, insanlık haysiyetine yaraşır bir yaşayış seviyesini elde etme amacına ulaşmak için, uygulamakla yükümlü tutulduğu görevlerini yerine getirirken sadece demokratik yollar içinde kalmak zorunluluğuyla sınırlandırılmış olan bir hareket serbestisine sahiptir.

Bu sınırlar içinde kalacak olan Devlet, Anayasa ile verilen görev gereğince yatırımları toplum yararının gerektirdiği önceliklere yönlendirecek, milli tasarrufu arttıracak ve kalkınma planları yapacaktır.

0 halde, eğer Devlet, yatırımları toplum yararının gerektirdiği önceliklere yöneltme görevini, ilmi olarak bu görevi ifa etmede acz içinde bulunan piyasa mekanizmasına devredecek olur, bu görevi ifa etmekten imtina edecek olursa Anayasaya ters düşecektir. Bu imtina edişin aleni olmaması ters düşüşü engelleyemez. Eğer, bu görevi planlamacıların tercihlerini göz önüne almaksızın, sadece piyasa mekanizmasına paralel bir planlama ile yapacak olursa, bu da zimni olarak ters düşme anlamına gelecektir. (5) halde, Devlet milli tasarrufları arttırırken, yatırımları toplum yararının gerektirdiği önceliklere yönetilirken ve planları yaparken ekonominin tümünü yönlendirmekte başarılı olmayan piyasa mekanizması (tüketici tercihleri) yerine alternatif planlamacı tercihlerinden birini seçmek zorundadır. Bu durum aslında Anayasa tutanaklarında açıkca belli olmaktadır.

Anayasanın Meclisteki görüşmeleri sırasında Komisyon sözcüsü, yatırımların toplum yararının gerektirdiği öncelliklere yöneltilmesinde sözü edilen yatırımlara "kamusal yatırımlar da, özel teşebbüs yatırımları da dahildir (6) demekle planlamacı tercihlerinin alternatiflerinin ne denli geniş olduğunu belirtmiştir. Bununla beraber, bu alternatifler piyasa mekanizmasını tüm ortadan kaldıracak şekilde de geniş değildir. Piyasa mekanizmasının tüm ilga edildiği kumanda ekonomilerinde tüketici tercihleri bir bütün olarak ilga edilmiştir. (7) Anayasa tutanakları, "sosyal devlet, komünist ve kollektivist iktisat sistemlerini kapsayabilir. Biz böyle bir tutuma sahip değiliz. Sosyal devlet teriminde komünist anlamını kabul etmiyoruz(8)," "... demokratik bir sistem özel teşebbüsü haliyle kabul eder" (9) demektedir. Bu konuda Anayasa Mahkemesinin görüşü de şöyledir:

... onun (Anayasanın) karma ekonomi düzenini benimsediği ve bu düzen içinde plan ereklerine varılmada özel teşebbüsten yardımcı bir etken olarak yararlanılmasını yasaklamadığı, yardımcı etken olan özel teşebbüse plan ereklerine yönelmesi için belli ölçüde özendirici yardımlar yapılabileceği....(10)

Bu durumda Anayasamız şu iki noktada amir hükümleri ruhunda toplamıştır:

1. Kalkınma yalnız tüketici tercihlerinin hakim olduğu piyasa mekanizması sistemine devredilemez.

2. Kalkınma, planlamacı tercihinin de göz önüne alındığı, planlama sistemi ile başarılacaktır.

Aslında, Türkiye'nin planlı kalkınma tecrübelerinin tetkiki genellikle bu hükümlere uygun bir plan anlayışının uygulanmaya çalışıldığını göstermektedir (*)

Birinci ve İkinci Beş Yıllık Kalkınma planlarımızdaki hakim kural, yapılan planların kamu sektörü için emredici, özel sektör için yön verici bir mahiyeti olduğunun belirtilmesidir. Bu kural çerçevesinde kalınarak planlarda belirtilen hedeflere erişmek, amaçları gerçekleştirmek için planlama faaliyetine devam edilmektedir. Ve bu günlerde Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlıkları tamamlanmış olacaktır.

Bu hazırlıkların tamamlanması sırasında ortaya çıkan Ortak Pazar ilişkilerinin yoğunlaşması faktörü, durumun önemini arttırmışdır. Şimdi bu konuya dönelim.

(5) Birinci ve Ikinci Beş Yıllık Kalkınma Planlarının oturtulduğu ve esaslarının Tinbergen tarafından çizilmiş olduğu plan modellerinin tetkiki ve Ikinci Beş Yıllık Kalkınma Planındaki "...Plan döneminde imalat sektörü gelişiminin uzun vadede esas olarak özel sektöre bırakılmasını sağlayıcı bir politika izlenecektir" kuralının analizi bu paralelliğin ne derecede mevcut olduğunu bulmak için gereklidir. Ne var ki, konumuz dışında olan bu hususu sadece belirtmekle yetinmek zorundayız.
(6) K. Öztürk, Türkiye Cumhuriyet Anayasası. Ankara, 1966, Sh. 1985
(7)Bakınız. Ürünlü, op.cit.
(8) Öztürk, op.cit. sh. 867
(9) Ibid, sh. 869
(10) Resmi Gazete, "Anayasa Mahkemesi Kararı", 12 Mart 1971, sayı 13776, sh.6-7, (933 sayılı kanunun iptal kararı), italikler bizimdir.
(*)Konu hakkında İhtiyatlı davranma gerekliliğine 5 numaralı dipnotta temas edilmişti.

III. TÜRKİYE-ORTAK PAZAR İLİŞKİLERİ:

Hollanda, Lüksemburg, İtalya, Fransa, Batı Almanya ve Belçika ülkeleri 25 Mart 1957'de Roma'da imzaladıkları bir antlaşma ile aralarında Avrupa Ekonomik Topluluğu adı altında bir Ortak Pazar kurmuşlardır.

Roma Antlaşmasının 2'nci maddesi bu Topluluğun amacını vermektedir. Bu maddeye göre, Topluluğun ana amacı, üye devletler aralarında bir Ortak Pazar kurarak ve tedrici bir yaklaşımla ekonomik politikalarını birbirlerininkine uydurarak Topluluğun tümünü kapsar biçimde ekonomik faaliyetlerinin hemahenk gelişimini sağlamaktadır.

Bu amaçla kurulmuş olan Avrupa Ekonomik Topluluğuyla ilişkiler kurmak isteyen diğer bir ülkenin ilişkilerini oturtacağı temel imkanlar ise Roma Antlaşmasının 237 ve 238'nci maddelerinde belirtilmiştir. Birinci imkan 237'nci maddede şöyle açıklanmaktıdır:

Herhangi bir Avrupa Devleti Topluluğa üye olmak için başvıırabilir. Bu Devlet, müracatını Konseye yapacak, Konsey ise Komisyon'un fikrini aldıktan sonra kararını oybirliği ile verecektir...

İkinci imkan ise 238'ncl maddede şu biçimde ifade edilmiştir:

Topluluk, bir üçüncü ülke ile bir Devletler Birliği veya Uluslararası teşkilat anlaşmaları vasıtasıyla karşılıklı haklar ve yükümülükler, ortak faaliyetler ve özel usuller yaratmak amacıyle bir ortaklık kurabilir....

Birinci ilişki kurma yolu herhangi bir Avrupalı Devletin üye olarak Altılara katılmasına temel teşkil ederken, ikinci ilişki kurma yolu Altılarla herhangi bir üçüncü ülkenin bazı amaçlarla ortaklık kurabilmelerini sağlamaktadır. Birinci imkanda Ortak Pazar'a üyelik söz konusu iken 238'nci rnaddede bu imkan yoktur.

Türkiyetnin Ortak Pazar'la ilişkisinin temeli 238'nci maddedir.

Gerçekten de bu 238'nci maddeye dayanılarak Altılarla Türkiye arasında imzalanan 1963 Ankara Antlaşmasının amaç maddesine göre (Madde 2):

Anlaşmanın amacı, Türkiye ekonomisinin hızlandırılmış kalkınmasını ve Türk halkının çalıştırılma seviyesinin ve yaşama şartlarının yükseltilmesini sağlama gereğini tümü ile göz önünde bulundurarak, taraflar arasındaki ticari ve ekonomik ilişkileri aralıksız ve dengeli olarak güçlendirmeyi teşvik etmektir.

Diğer bir deyişle, Türkiye ile Ortak Pazar arasındaki ilişkinin dayandığı temel madde üyelik maddesi olmadığı gibi, amaç da üyelik değildir.

Türkiye'nin Ortak Pazar'la olan ilişkisinin amacı taraflar arasındaki ticari ve ekonomik ilişkileri teşvik etmekten ibarettir. Kısaca, Türkiye'nin Ortak Pazar'a üye olması amaç maddesinde yer almamaktadır.

Antlaşmanın amacı, tekrar edecek olursak, Avrupa Ekonomik Topluluğu ile Türkiye arasındaki ticari ve ekonomik ilişkileri "aralıksız ve dengeli olarak güçlendirmeyi teşvik etmek" den ibarettir. 0 halde Altılar ve Türkiye eşit bir üyeliği amaç edinmemişler ve Ankara Antlaşmasının ana felsefesini aralarında sadece bir ticari ve ekonomik münasebetleri kuvvetlendirici bağ olarak tesbit etmişlerdir.

Her ne kadar Ankara Antlaşmasının 28'nci maddesi:

Antlaşmanın işleyişi, Topluluğu kuran Antlaşmadan doğan mükellefiyetlerin tümünün Türkiye'ce üstlenebileceğini gösterdiğinde, Akit taraflar, Türkiye'nin Topluluğa katılmasına imkanını tetkik ederler, diyor ise de, burada kullanılan "Akit Taraf" deyimi ile durum daha da karmaşık bir hale getirilmiş
bulunmaktadır. Zira; Ankara Antlaşmasının Son Senet bölümünün 3 numaralı yorum bildirisi Geçiş Döneminin bitiminden sonra Akit Taraf deyiminin sadece "Topluluk anlamına gelebileceğini" belirtmektedir. Türkiye'nin imzasını koyduğu bu yorumun ima ettiği husus, Topluluğun Türkiye'nin Ortak Pazar'a katılması imkanını kendi tercihine bıraktığıdır. Bu noktada bir çok önemli hususlar doğmaktadır. Birinci olarak, Topluluk Türkiye'nin Ortak Pazar'a katılmasını (tek başına) kararlaştırsa dahi bu katılış üyelik vermek anlamında değildir. Roma Antlaşmanın 238'nci maddesinin l'nci fıkrasının 2'nci bendinden l'nci bendine geçişi ima etmekten öteye bir anlam ifade etmemektedir. İkinci olarak, kararı sadece Topluluk tek başına vereceğine göre Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 4 'ncü maddesiyle 5'nci maddeleri çiğnenmekte olacaklardır. Bu maddelere göre, egemenlik hakları ile yasama yetkileri Türk Milletinin olup bu yetki devredilemez. Üçüncü olarak, Topluluk Türkiye'nin, Roma Antlaşmasından doğan mükellefiyetlerinin bir kısmını veya çoğunu üstlenebilmesini yetersiz addetmekte, bu mükellefiyetlerin tümünün üstlenebilmesini istemektedir. Ayrıca bu hususta da karar Topluluğa bırakılmıştır. Son olarak, Geçiş Döneminden sonra başlayacak olan Son Dönemin kaç yıl süreceği belli değildir. Bu süresi belli olmayan Son Dönemin bitmesi gerekli olup, bitmeden Türkiye'nin Topluluğa katılma olanağı inceleme konusu dahi olmayacaktır. Eğer Son Dönem örneğin 50 yıl sürecek olursa, Türkiye'nin Topluluğa üye olması yerine bu uzun süre için sadece katılması büyük bir ihtimalle menfaatleri açısından anlam ifade etmeyecektir.

Türkiye'nin Ortak Pazar'la bu tip bir ilişkisi dahi bir takım önemli sorunları Türkiye'ye yüklemektedir. Bu sorunların en önemlisinin planla kalkınma imkanının var oluş derecesinin tesbiti olduğu aşikardır. Bu tesbit işleminin yapılabilmesi için, iki akit arasındaki ilişkilerin mahiyet ve kapsamını oldukça açık bir biçimde kristalleştiren ve 23 Kasım l970'de Ankara Antlaşmasına Ek Anlaşma olarak imzalanan Protokol'ün hükümlerini gözden geçirmek gerekmektedir.

23 Kasım 1970'de Brüksel'de imzalanan Ek Anlaşma, Katma Protokol, Mali Protokol ve Avrupa Kömür Çelik Topluluğu ile ilgili bir anlaşmadan müteşekkildir.

Ek anlaşmanın, teorik ve hukuki nedenlerle planlı kalkınma metodolojisini seçmiş olan Türkiye'ye, bu metodolojiyi değiştirecek hükümleri taşıyıp taşımadığını incelemek için ilk önce bu Ek Anlaşmanın dayandığı Ankara Antlaşmasının bazı hükümlerini hatırlatmakta fayda vardır.

Ankara Anlaşmasının 4'ndü maddesine göre geçiş döneminde Akit taraflar, karşılıklı ve dengeli yükümler esası üzerinden

-Türkiye ile Topluluk arasında bir gümrük birliğinin gittikçe gelişen şekilde yerleşmesini,

-Ortaklığın iyi işlemesini sağlamak için Türkiye'nin ekonomik politikalarının Topluluğunkilere yaklaştırılmasını, bunun için de gerekli ortak eylemlerin geliştirilmesini sağlarlar.

Demek oluyor ki, Türkiye Ortak Pazar ilişkilerinin geçiş dönemi safhasında cari olacak olan esas, bu ilişkilerin karşılıklı ve dengeli olmasıdır.(11) Bu mahiyette bir ilişkinin yürütülmesinde seçilecek araçlar ise

1. Taraflar arasında gümrük birliğini kurmak, ve
2.Ekonomik politikalarını yaklaştırmak olacaktır.

Gerçekten de 23 Kasım 1970'de imzalanan Ek Anlaşma, bu iki aracın -işleyiş biçim ve kurallarını vaz etmiştir. Bunlardan konumuzla ilgili olanlarını kısaca gözden geçirelim

1.Ortak Pazar ile Türkiye arasındaki sınai mal alış verişlerinde serbest dolaşım kuralı geçerlidir. Türkiye kaynaklı ve çıkışlı sanayi malları bu kurala dahildir.

Bu kurala aykırı olan mevcut kısıtlamalar tedricen ortadan kaldırılır.

Tarım mallarında serbest dolaşım kuralı genel bir uygulama bulamaz. Tarım malları alışverişlerinde Akitler özel bir rejim çerçevesinde karşılıklı olarak bazı tavizleri birbirlerine tanırlar. Sanayi mallarında Türkiye kaynaklı ve çıkışlı mallar bu kurala dahilken, tarım mallarında bu sadece kaynaklı mallar için geçerlidir.

2.Akit taraflar aralarındaki gümrük vergilerini tedricen kaldırırlar. Belli bir dönem sonunda ortak bir gümrük tarifesi kabullenilir.

3.Akit taraflar arasında miktar kısıtlamaları kaldırılır.

4. İşçilerin serbest akımının gerçekleşmesi tedricen başarılır.

5.Yerleşme hakkı ve serbest hizmet edimi hususundaki kısıtlamalar gitgide kaldırılır; buna yabancı sermaye hakkındaki kısıtlamalar da dahildir.

6.Rekabet imkanlarını önleyici, kısıtlayıcı veya bozucu olan ve ticareti etkileyen bir biçimde kurumların ekonomik birleşmeleri, ortak karar almaları, ortak uygulamalarda bulunmaları yasaklanmaktadır.

7.Kamu teşebbüslerinin sahip bulundukları özel veya mahsus hakların ve mali tekellerin ilgası kabullenilmektedir.

8.Türk Hükümetinin bir teşebbüse Devlet kaynaklarını yardım olarak aktarması yasaklanmaktadır.

9.Ekonomik politikalar koordine edilecektir.

10.Satın almalara katılma hakkı Akit taraf uyruklularına Türk uyruklularına eş biçimde sağlanır, ve

11.Topluluk Türkiye'ye 5 yıl için 195 milyon dolar tutarında bir ödünç verecektir. Bu finansman imkanı

a. Alt yapı

b. Tarım

c. İhracatı teşvik edici, ve

d. Sanayi

sektör önceliklerine göre ve münferit projeler halinde kullanılır. Eğer bu kullanım alt yapı gibi yatırım alanlarına gidecek olursa faiz yılda yüzde 2,5'dan aşağı olamaz; eğer fabrika gibi normal kâr1ılıkta bir alan ise faiz haddi yüzde 4,5'dan aşağı olamaz.

Bu finansman imkanlarından yabancı müteşebbisler de aynen Türk müteşebbisleri gibi eşit şartlar içinde yararlanır.

Bu ana kuralların tek cümle ile özeti, Türkiye'nin 1) Ekonomik kalkınma felsefesini, 2) Ekonomik sistemini, ve 3) Ekonomik kalkınma metodolojisini, Ortak Pazar'da mevcut duruma uyduracağıdır.
Ekonomik kalkınma felsefemiz Kurtuluş Savaşından bu yana gelen bir oluşum sonucunda ve Türkiye'nin koşullarından elde edilmiş bir felsefeye dayanmaktadır. Kalkınma felsefemizin esasını Atatürk 1923 İzmir İktisat Kongresinde şöyle çizmiştir

Tam istiklâl için şu düstur vardır: Ulusal egemenlik ekonomik egemenlik ile sağlamlaştırılmalıdır. ... Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun ekonomik zaferlerle donatılmazsa semere, sonuç devamlı olamaz....

Osmanlı Devleti gerçekte ve fiilen istiklâlinden yoksun bir hale getirilmişti. Bir devlet ki uyruklularına koyduğu vergiyi yabancılara koyamaz; bir devlet ki gümrükleri için vergilendirme muamelesi vesaire tanzimi hakkında men edilir, o devlet'e müstakil denilemez....

Osmanlı ülkesi yabancıların sömürgesinden başka bir şey değildi....

Mazide, Tanzimat devrinden sonra yabancı sermayesi müstesna bir mevkie malikti (12), Devlet ve Hükümet yabancı sermayesinin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştır. Her yeni millet gibi Türkiye buna muvafakat edemez. Burasını esir ülkesi yaptıramayız. (13)
Bu felsefi yapıyı teorileştiren de Ziya Gökalp olmuştur. Gökalp'e göre,(14)

Okullarımızda okutulan Manchester Sistemi her ne kadar bu ilmin kurallarının dünyanın her yerinde geçerli olduğunu söylemekte ise de aslında Laissez-faire, Laissez-Passer (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) teoremine dayandırılmış olan bu görüşün sadece İngiltere'nin milli iktisadı olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Her ülke kendisine has bir milli ekonomi teorisi geliştirmiş olmasına rağmen sadece zavallı Türkler bu İngiliz ekonomi teorisinin esiri kalmaya devam etmişlerdir.

Hükümetler ekonomik hayatı yönlendirme imkanından mahrum edilmişlerdi; zira iktisatçılar böyle bir politikacıya izin vermiyorlardı. Kapitülasyonlara rağmen Devlet'in çeşitli biçimlerde yardımı mümkündü; fakat hükümetler sanki Manchester iktisatçıların ruhlarını azaba sürüklemekten korkuyorlardı..... Eğer Büyük Millet Meclisi Türkiye'nin ekonomik şartlarına dayandırılmış ve ekonominin tümünü kapsayan Milli bir ekonomik Plan hazırlayacak olursa, bir ekonomik mucize görmek mümkün olacaktır.

Ekonomik sistemimize ise l930'lardan bu yana gelen bir uygulamanın sonucunda ulaşılmıştır. 0 zaman ki adı ile Devletçilik olan sistem, birinci bölümde açıkladığımız üzere bu günkü Karma-Ekonomi kavramına ulaşmıştır.

Ekonomik kalkınma metodolojimiz de tarihi süreç içinde varılan bir ııoktadır. Planlı kalkınma yolu 1930'larda uygulanmıştır(15). 1961 Anayasası ile tekrar ana ve değişmez metot olarak hukuki zorunluluğa kavuşturulmuştur.

Bu üç temel unsur bakımından, bu noktada Ortak Pazar'da cari ekonomik gelişme felsefesi, sistemi ve metodolojisini gözden geçirmek gereklidir. Ancak bu şekilde, Türkiye'nin uyum yapacağı durum görülebilir ve kendi durumumuzla anlamlı karşılaştırılma yapılması imkan dahiline girer.

(*)Konu hakkında ihtiyatlı davranma gerekliliğine 5 numaralı dipnotta temas edilmişti.
(11) Katma Protokol'ün Türkiye aleyhine dengeyi bozucu hükümler taşıdığını belirten ve bu durumun analizini yapan makalemiz için Bkz: C. Ürünlü, "Ortak Pazar Katma Protokolü Üzerinde Görüşler ", Planlama, Mart 1971, Sayı 11, Sayfa 193,DPT Yayını.
(12) Tanzimat Devrinden sonraki iktisadi çöküşümüzü hızlandıran ve bünyesinde Ortak Pazarla ilişki kuruşumuzu kapsayan hükümlere benzer hükümleri taşıyan 1838 Ticaret Sözleşmeleri hakkında bakınız: C. Ürünlü Ekonomik Kalkınma Felsefemiz ve Ortak Pazar üyelerimiz DPT: 620-IPD 209, Eylül 1967.
(13)Gündüz Ökçün, Türkiye İktisat Kongresi, 1923, Ankara, 1968, Sh. 243-256.
(14) Ziya Gökalp (Derleyen ve çeviren: Niyazi Berkes), Turkish Nationalism and Western Civilization, Londra, 1959, Sh. 306-313
(15) Bu devredeki planlama faaliyeti tüm bir planlı ekonomi değildir. Batılı devletler Türkiye'nin tüm planlı ekonomiye geçtiğini zan ederek endişeye dahi kapılmışlardı. Bakınız: Z.Y. Hershlag, Introduction to the Modern Economic History of the Middle East, Leiden,1964, Sh. 179.

a. Felsefi Yapılar

Ortak Pazar'da cari ekonomik gelişme felsefesinin esasını "bırakınız yapsınlar-bırakınız geçsinler" ana kuralı teşkil eder. Bu ana kural zamanımızda yeni bir çerçeve içinde sunulmaktadır. Bu çerçeveyi Keynesci kurallar meydana getirmektedir.

Keynes' göre,

Mevcut sistemin kullanımdaki üretim faktörlerini cidden yanlış istihdam ettiğini kabul etmek için hiç bir sebep görmemekteyim. şüphesiz, ileriyi görmede hatalar vardır; (fakat esas problem)…istihdam [ hacminin kararlaştırılmasında olmayıp yönünü tayinde mevcut sistemin bozulmasıdır.

...Manchester Sistemini ortadan kaldırmak yerine ekonomik güçlerin serbest hareketliliğiyle üretimin tüm potansiyellerinin ortaya çıkarılacağı çevrenin mahiyetini belirtmek gereklidir.... (16)

0 halde Keynes'e göre, klasik teorinin esaslarını muhafaza etmek gerekli olup, sadece bu esasların faaliyette bulunacağı çevreyi tayin etmek Devlet'e görev olarak verilebilir; zira mevcut klasik sistem üretim faktörlerini etkin bir biçimde istihdam etmektedir (17), ve Manchester Sistemini ortadan kaldırmağa gerek yoktur.

Keynes'e göre, ferdi teşebbüsün yönlendirilmesi esas olmalıdır; maliye ve para politikaları yolu ile sistemin aksaklıkları giderilebilir. Aslında bu yol ile, örneğin "bırakınız yapsınlar" kuralı ve altın standardı altında iken önlenemeyen iç ekonomik buhranların yarattığı pazar arama ihtiyacıyla başvurulan savaş gerekliliği doğmayacaktır. Böylece, uluslararası ticaret iç istihdamı sağlayabilmek amacıyla malların zorla başka ülkelere satılması tanımından kurtulacaktır.(18)

Keynes'in bu reçetesinin çalışmadığı ve eskiden takip edilen savaş yerine günümüzde barışçı yollarla pazar aramanın devam ettiği bilinmektedir. Bu ülkeler gelişmek için pazar bulmak zorundadırlar, ve l9'ncu asırdan beri de bu kural değişmemiştir; değişen muhteva değil, şekildir.(19)

Atatürk tarafından tesbit edilen kalkınma felsefemiz ve Keynes ile modernleştirilen Avrupa'da cari gelişme felsefesi zıtlık göstermektedir. İlki hayatiyetini "milli ekonomi " kuralına dayandırırken, Ortak Pazar ülkeleri ekonomik etki alanlarını genişletmek zorundadır.

(16) Keynes, op.cit, Sh. 379
(17) Keynes'in bu yaklaşımının yanlışlığı hakkında bkz: K.J.Arrow, 'Toward a Theory of Price Adjustment," The Allocation of Economic Resources, Londra (Oxford Univ.) 1959, sh. 50
(18) Keynes, op.cit. sh. 381-382
(19) Türkiye'nin tarihinde bu örnek mevcuttur. İngiltere'de daha serbest ticaret kuralı kabul edilmemişken yani gümrük duvarları mevcut iken, Osmanlı İmparatorluğu 1838 Ticaret Sözleşmeleriyle kapılarını açmıştı. Zamanın İngiliz büyük elçisi Ponsonby, Sözleşmeyi "hakkımızın ve ümitlerimizin çok üstünde" diye tanımlıyor ve böylece İngiltere Dış İşleri Bakanı Palmerston'un "Türk sanayi muhakkak surette geri bıraktırılmalıdır. Turkish industry must necessarily be discouraged" direktifi gerçekleşme yoluna sokulmuş oluyordu. Bknz: V.J. Puryear, International Economics and Diplomacy in the Near-East, Stanford Univ. 1935.sh.118-124

b. Ekonomik Sistemler:

Daha önce açıkladığımız gibi, Ortak Pazar ülkelerinde cari sistem piyasa mekanizmasıdır. Halbuki, Türkiye'nin ekonomik sistemi karma-ekonomi sistemidir.

c. Kalkınma/Gelişme Metodolojileri:

Türkiye'de kalkınma metodolojisi planlı kalkınmadır. Ortak Pazar ülkelerinde ise planlı ekonomi prensip değil istisna teşkil eder. Bu noktada planlama kavramı üzerinde durmak gereklidir.

Planlama "müesseseleştirilmiş, önceden kantifiye edilmiş ve belli bir dönem için geçerli olan şuurlu bir ekonomik kalkınma oluşumu"(20) olarak tanımlanacağı gibi, daha değişik biçimlerde de tanımlanabilir. Örneğin Hayek'e göre planlama, merkezi plancıların "ekonomiyi müşahade ederek tetkikleri, problemlerin tesbiti ve tavsiyelerin formülleştirilmesi "dir. Bu tanım hiç şüphesiz özellikleri merkezden "kontrol" ve "kasdi aksiyon" olmayan "fiyat politikası yoluyla planlama" kavramına yaklaşmaktadır. Bu anlamdaki planlama anlayışı diğer uçta yer alan Polonyi'nin planlama tanımından çok farklıdır. Polonyi'ye göre planlama "şuurlu bir biçimde merkezden uygulanan direkt fiziki (hedef) kontrolleridir". (21) Bu tanım kumanda ekonomisinin tanımıdır. Yani, "output bileşimi, input bileşimi ve tüm teknik katsayıların bütünüyle, sürekli olarak ve en ayrıntılı bir biçimde yukardan çizildiği, ve bundan ötürü idarecilerin (menacerlerin) uygulamaya koymak için herhangi bir tercihlerinin mevcut olmadığı"(22) bir ekonomik durum.

Nört bir planlama kavramı olarak şu tanım verilebilir: Planlama tüm ekonominin merkezden şuurlu bir biçimde kontrolü ve bu kontrolün sosyal ve siyasal kontrol ile desteklenmesidir(23).

Ortak Pazar üyelerinden "Batı Almanya her türlü planlama fikrine karşıdır " (24),İtalya'da "hazırlanmış olan plan serbestçe hareket eden özel teşebbüsü teşvik eden genel bir plandır" (24) .Fransız plan'ı "bütün ekonomik faaliyetler için zorunlu kurallar ve hedefler düşünmemiştir".

Kısaca, Ortak Pazar ülkeleri "intibak" planlaması yaparlarken, Türkiye "kalkınma" planlaması yapmaktadır(25). Bu bakımdan Ortak Pazar ülkelerinde planlama var ise bu planlama Hayek'in yukarıda verdiğimiz tanımına uygun olup plancıların görevi ekonomiyi müşahade edip bazı tavsiyeleri hazırlamaktan ibarettir.

0 halde, Ortak Pazar ülkeleri ile Türkiye'nin felsefe, sistem ve metot bakımından birbirine zıt ekonomik anlayışları vardır. Bu anlayışın zıtlığına ilaveten ekonomik bünye farklılığı da barizdir. Bünye farklılığından ötürü sorunlarda da farklılıklar ve zıtlıklar mevcuttur. Ortak Pazar ülkeleri ekonomik gelişmelerini enflasyonist ve deflasyonist dalgalanmalardan kurtarıp sosyal refah devletleri halinde ilerlemek isterlerken, Türkiye geri kalmış ülke olmaktan kurtulmağa çalışmaktadırlar.

(20) R. Bicanic, "Economic Growth, Development and Planning in Socialist Countries," Economic Growth, Austin, 1960, saah. 170
(21) E.S. Mason, Economic Planning in Underdeveloped Areas, New York,1958, sh. 41-44
(22) G. Grossman, "Industrial Prices in the U.S.S.R.," American Economic Review, XLIX/2, Mayıs 1959, sh. 55
(23)F. Zweig, The Planning of Free Societies, Londra, 1942, sh. 15
(24) G. Graves, "Ekonomik Kalkınma Aracı Olarak Dünyada Planlama ve Programlama" Planlama, Mart 1971, Sayı 11, Sah. 5-78 (Çev. S. Ozmen)

IV.SONUÇ:

Hal böyle iken, Türkiye'nin Ortak Pazar ile olan ilişkisinde, Türkiye'nin üç temel unsurunu değiştirmesi öngörülmektedir. Manchester Sisteminin baz olarak alınıp, piyasa ekonomisini kabullenip, intibak planlamasına geçmesi istenen Türkiye'nin bu koşullar altında gerek Anayasamızın öngördüğü ve gerekse iktisat teorisinin az gelişmiş ülkelere uygulanmasını öngördüğü biçimde Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlayıp uygulaması imkansızlaşmaktadır.

Ortak Pazar Türkiye ilişkisi, Türkiye'nin ekonomik felsefesini, sistemini ve metot anlayışım terk etmesini zorunlu kılmaktadır. Bu zorunluluk karşısında Türkiye'ye tek yol kalmaktadır; o da, piyasa mekanizmasını tüm olarak geçerli kabul etmek ve yapılacak Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planını da piyasa mekanizmasının daha iyi çalışmasını temin eden bir tavsiye dokümanı olarak hazırlamak, bu ise hiç şüphemiz yoktur ki, Türkiye'nin iktisadi kalkınma yarışında çok yavaş yürümesini, sanayileşme yoluyla bünyesini transforme edememesini doğuracak ve bir bakıma da tarihi oluşumunun gerilerine inmek anlamına gelecektir.

BİBLİYOGRFYA

ARROW, K. J.,      "Toward a Theory of Price Adjusment", The Allocation of Economic Resources Oxford University, London. 1959

BİCANİC, R., "Economlc Growth, Development and Planning in Socialist Countries", Economic Growth, Austin, 1960.

FRIEDMAN, J.,     "Planlamanın Analizi İçin Kavramsal Bir Model", Planlama Mart 1971. Sayı 11. (Çeviren Alev Damalı)

GÖKALP. Z., Turkish Nationalism and Western Civilization, London. 1959. (Derleyen ve Çeviren Niyazi BERKES

GROSSMAN, G.,  "Industrial Prices in the U.S.S.R.", American Econoınic Review, XLIX/2 Mayıs 1959.

HERSHLAG, Z.Y., Introduction to the Modern Economic History of the Middle East Leiden. 1964.

KEYNES, J.M.,      The General Theory of Employment Interest and Money, London, 1936

MASON, E.S.,      Economlc P1anning in Underdeveloved Areas New York, 1958.

ÖKÇÜN,G.,  Türkiye İktisat Kongresi, 1923, Ankara, 1968.

ÖZTÜRK. K.,         Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Ankara, 1966

PURYEAR, V.J.,    İnternational Economics and Diplomacy in the NearEast, Stanford Univ., 1935.

TRAVES, G., "Ekonomik Kalkınma Aracı Olarak Dünyada Planlama ve Programlama", Planlama, Mart 1971 (Çeviren Selahattin OZMEN)

ÜRÜNLÜ, C.,       Ekonomik Kalkınma Felsefemiz ve Ortak Pazar Üyeligimiz DPT: 620-IPD: 209, 1967.

ÜRÜNLÜ, C.,       Ekonomik Slstemler Acısından Türkive'nin Karma Ekonomik Sistemi DPT: 688-İPD: 243. Ankara, 1968.

ÜRÜNLÜ, C.,       "Ortak Pazar Katma Protokolu Üzerine Görüşler"Planlama, Mart 1971, Sayı 11.

ZWEİG, F.,   The Plannlng of Free Societies, London, 1942.

 

 

 

 

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır