İmparator Konstantin

İMPARATOR  KONSTANTİN


Radi Dikici, Roma İmparatorluğu’nun tarihini yeni bir roman ile tekrar Türk halkına sunuyor. Daha önce yayımladığı Theodora adlı romanında İmparator Justinyen’in insanlık tarihine getirdiği yenilikleri anlatan Dikici, bu kez dünya tarihinde çok büyük yeri olan İmparator Büyük  Konstantin’in gene tarihteki önemini anlatıyor. Bu anlatışı imparatorun etrafında dönen bir aile dramı biçiminde yansıtıyor. Bu dramın her sahnesinde aklı esas alan bir yöneticinin, insanlığın "tek tanrılı" din  temellerini nasıl oluşturduğunu da gösteriyor.Bu bir anlamda Konstantin’in dünya tarihine bastığı mühürün nasıl oluştuğunu belirtiyor.
 
Bizans tarihine mührünü vuran Konstantin’in romanlaştırılmış kişisel hayatı etrafında oluşturulmuş olması, Dikici’nin kullandığı tarihi roman yaklaşımının teknolojisinin kendine has niteliğini gözler önüne seriyor. Konstantin, sadece bir belgesel değil, sadece bir roman değil, bir büyük liderin roman halinde varolan yaşantısını acılar ve mutluluklar arasında rasyonel düşünce yeteneğinin sadece imparatorluğun yönetilmesinde değil kendi yaşamında da süre geldiğini gösteriyor. Dikici, romanında, Konstantin’in, “İnsanlar zannederler ki, hükümdarlar dünyanın en mutlu kişileridir. Ne kadar yanlış. Hükümdarlar dünyanın yükünü omuzlarken dünyanın en yalnız insanlarıdır” sözüyle onun başarısızlıkları, başarıları, kişisel ızdırapları, sevinçleri, aşkları ve yalnızlıkları tıpkı Theodoradaki gibi akılcı bir üslupla anlatılıyor.
 
Radi Dikici bir önceki romanının kahramanı olan İmparatoriçe  Theodora’nın İmparator Justinyeni dirayetli şekilde yönlendirmesiyle insanlığa hediye ettiği ”Roma Hukuku”nun kodifikasyonunun insanlığın gelişimine yaptığı katkı ve insanlık aleminin akıl yoluyla gelişiminin yönlendirilmesini anlatmasına benzer bir şekilde Konstantini de din olgusunun nasıl kodifiye ettiğini gösteriyor.
 
Dikici gerçekten çok önemli bir unsuru gün ışığına çıkarıyor. Hıristiyanlık inancının İznik Konsili’nde aklın hakim olduğu bir yöntemle oluşturulduğunu ve böyle bir şekilde uygulamaya alındığını belirtiyor. Roma İmparatoru olarak hem Hıristiyanlığın kurucusu ve hem de Konstantinople (Kostantaniyye) şehrinin kurucusu olarak  M.S. 325 tarihinde İznikte toplanan İznik Konsili’ni şöyle söyleyerek topluyor;  “Hıristiyanlıkta görüş ayrılıklarının giderilmesi için önümüzdeki günlerde çeşitli tartışmalar yapacaksınız.Ben bunların önemli bir kısmına katılarak,yüce tanrının yeryüzü temsilcisi olarak sizlere yol göstermeye çalışacağım…ve Hıristiyanlığın belirli prensiplere bağlanmasını istiyeceğim”.
 
Konstantin’in “Dünya Benimdir” ifadesiyle hükmettiği insanlığa, bir din olgusunun yaratılmasının temelinde kendi pagan inancını uygulamakta; ”Tanrının yegane temsilcisi ve aynı zamanda imparatorun emirlerinin tanrı buyruğu olarak kabul edilmesini istemektedir,”  Pagan inancına göre imparatorlara karşı gelmek en büyük günahtır. Diğer bir deyişle, pagan Konstantin İsa’nın yeryüzündeki varlığının kendi inancına eşit olduğu yaklaşımıyla konsil toplantısına gidiyor.
 
Dikici, İznik kararlarının sonucunda dini kararların, Konseye katılanların akıl yoluyla oluşturdukları Hıristiyan dininin kodifiye edilmesini ayrıntılarıyla anlatması tarihi bir gerçeği gözler önüne seriyor.
 
Konstantin’in Hıristiyan dininin kodifikasyonunu sağlayarak amorf bir ilahi yapının rasyonel bir yapıya dönüştürülmesinin ayrıntılarıyla bugünkü Hıristiyan dininin temellerindeki oluşum süreci Dikici’nin romanında sergileniyor.
 
İznik Kararlarının Papalık tarafından farklılaştırılması yani İznik Konsili’nin dinin esasını yarattığı içerik ve şekilden farklılaştırarak değiştirilmesi okuyucunun aklına 4.Haçlı Seferi’nin vahşetini getiriyor. 4.Haçlı Seferi (1200-1204) Latinlerin Bizanslıları yerle bir edişinin dinsel delillerini veriyor. Ortodoks inancıyla Katolik inancının arasındaki derin farklılık Papanın desteklediği 4.Haçlı Seferi’nin Bizansı yerle bir etmesinin akıl yerine “inanç”ı kullanan Latinlerin ne denli dehşet verici olaylara sebep olduğunun  delillerini veriyor.
 
Dikici’nin bu romanı temelde Bizans tarihinin ortaya çıkardığı üç gerçeği yansıtıyor ;
 
1 - İmparator Kostantin Hıristiyan dininin kodifikasyonunun sonuçlarını günümüze taşıyor.
2 - İmaparator Justinyenin hukuk kodifikasyonun gündemde tutulmasını sağlıyor.
3 - Osmanlı İmparatorluğu’nun bu iki büyük imparatorun yarattıkları anlayışları veraseten devraldığı birçok veriyi gündeme getiriyor.
 
İstanbulu fetheden Fatih Sultan Mehmet'in kendisini Roma İmparatoru olarak isimlendirdiği bilinmektedir. Hatta bu o kadar geçerli bir unsurdur ki Osmanlı hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman dahi kendilerinin yaşadıkları şehri Kostantaniyye olarak adlandırıyor (*) ve Dikici’nin belirttiği gibi Kostantaniyye’deki Osmanlı hükümdarları Bizans imparatorluğundan devir aldıkları sadece şehir ismi değil , Osmanlı imparatorluğu ülkesinin yapılanmasını da Bizans’ın varisi olarak kopyalıyor.
 
Örneğin, Bizansta her “eyalet”te kurulan birliklerin harcamalarının yine eyaletin kendisi tarafından karşılanması olayı Konstantin döneminde (306-337) geliştirilen bir sistemdir. Bu Osmanlıda kullanılan tımar sistemini akla getiriyor. Osmanlıda kullanılan tımar sisteminin savaş esnasında tımar sahiplerinin savaşa katmak için götürmek zorunda oldukları asker ve onların tımar büyüklüğüne göre sayılarının tespiti kurallarını andırıyor.
 
Konstantin ülkenin her tarafından çocukları toplayarak imparatora bağlı özel birlik yaratıyor ve içlerinden çok yetenekli olanları devlet yönetim kadrolarına hazırlıyor. Bu uygulama, Osmanlı imparatorluğunda kullanılan 14-18 yaş aralığındaki Hıristiyan erkek çocukların devşirilerek yetiştirilmesi uygulamasının temeli oluyor. Gerçekten de bu devşirmelerin arasında Osmanlı tarihine yön vermiş Sokullu Mehmet Paşa gibi değerli insanlar görülüyor.
 
Yazar, Osmanlı’nın Bizans’tan devraldığı alışkanlıkları  ve olguları romanında şaşırtıcı bir tarzda  ön plana çıkartıyor. Örneğin, Osmanlı sarayının gizli güçleri olan saraylı kadınların devlet işlerine karışmaları,devlet erkanının öldürülmeleri ve Osmanlı imparatorluğunun gidişatını değiştirici etkililerinin oluştuğunu görüyoruz. Osmanlı tarihinde yaşanmış bir çok olay sanki Bizans tarih kitabının yaprakları arasından yeryüzüne inip Topkapı Sarayı’nın karanlık odalarına düşüyor.Konstantinin en sevdiği ve en büyük oğlu   Krispus M.S. (296-326) üvey annesinin İmparatoru yalanlarıyla kandırması sonucu öldürtmesi olayında olduğu gibi Kanuni Sultan Süleymanın, Hürrem Sultanın entrikalarıyla oğlu Mustafayı öldürtmesi ilginç bir benzerlik olarak ortaya çıkıyor.
 
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: İmparator Kostantin ve İmparator Justinyen bir toplum için geçerli olan iki önemli olguyu aklın önderliğinde yaratarak dünya tarihine miras bırakmışlardır. İlk olgu İmparator Konstantin, Konstantaniyye’nin kurulmasına ilaveten Hıristiyanlığın da kurucusu olmuştur .
 
İmparator Konstantin bir yandan insanların yaşamını şekillendiren dini inançların akla dayandırılarak manipüle edilmesi yoluyla dinin temellerini oluştururken diğer yandan İmparator Justinyen toplumda huzur ve sükunun yaşanması için gerekli kuralların tespitinde yani hukuk “kodifikasyon”u yapmasında önemli bir rol oynamıştır. Diğer bir deyişle bu iki Roma İmparatoru uygarlık tarihinin en büyük iki lideri “din” ile “hukuk” alanlarında  insanlık tarihine damgalarını vurmuş oluyorlar.
 
Günümüzde laikliğin temeli olan Roma “Hukuk”u ile "tek tanrılı" dinin ilk yapılanmasını dünyaya hediye eden bu imparatorlar kendilerinin varisleri olan Osmanlı hükümdarlarına da devlet kavram ve yapısını miras olarak bırakıyorlar.
 
Coşkun ÜRÜNLÜ

1 Mart 2011
____________________________________________________
 
(*) Halil Inalcık, Devlet-i Aliye , İstanbul , Mayıs 2009, s.152
 

 

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır