Ali Nejat Ölçen - Yeni Anayasa Tuzağı

YENİ ANAYASA TUZAĞI*

 

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun bir süre önce ’’Anayasa’nın ilk 4 maddesinin kırmızı çizgileri ve Başkanlık sistemine karşı çıkarak AKP ile görüşmeye açık olduğunu’’ belirtmesi ‘’Yeni Anayasa Tuzağı’’ nın Türkiye’mizi nerelere sürükleyeceğinin ayırtına varmadığını kanıtlıyor. CHP, AKP ile ‘’Yeni Anayasa Uzlaşma’’ konusunda görüşmeye başladığı içindir ki, CHP’nin ortak değerlerine ters düşmüş olacaktır. Son CHP Kurultayının bildirgesi de bir bakıma CHP’nin Kemalist kültüre yabancılaştığını da kanıtlamaktadır.

Oysa, CHP, 61 Anayasasının ilk 30 maddesini kırmızı çizgi kabul ettiklerini açıklamalıydı. Çünkü demokratik hiçbir ülke, kendi Anayasasını Türkiye’miz kadar değişikliğe uğratmamıştır. Siyasal arenada ‘’Anayasa Enflasyonu’’ nu yaşamaya başlamaktayız: Her siyasal iktidar kendi varsayım ve kanılarının  Anayasa’da yer almasını amaçlamaktadır. Aslında 61 Anayasasının ilk 30 maddesi, Cumhuriyetimize ve onun demokrasi boyutuna sahip çıkmanın olmazsa olmaz koşuludur. 61 Anayasasının ilk 30 maddesi içinde bir 11.madde vardır ki, bu maddenin son bendi:

          Yasaların, temel hak ve özgürlüğünün özüne dokunamayacağını, öngörmüş  temel koşul kabul etmişti.

Bu temel koşul ilk kez 12 Eylül 1980’de Temsilciler Meclisinde Anayasa Komisyonu Başkanı olan Prof. Orhan Aldıkaçtı tarafından reddedilmiş ve 11.maddeden ‘’yasaların, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunamayacağı’’ hükmü kaldırılmıştır. Bununla da yetinildiği sanılmamalı.

8 Mayıs 1999-18 Kasım 2002 döneminde DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in ANAP ve MHP ile kurduğu 57. Hükümet tarafından da, Anayasa’da yapılan değişikliklerle ‘’yasaların, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunulmazlığına ne yazık ki yer verilmemiştir. Bir bakıma daha sonra oluşturulan AKP iktidarının ‘’faşizmin hukukuna’’ kapıların açılmasına yol açmış oldu.

82 Anayasası’nın Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasıyla ilgili ilk kez 13.maddesi şu şekilde değiştirilmiştir:

          Temel hak ve hürriyetleri, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerine belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir, deniyor?

Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunmaksızın sınırlama, kanunla nasıl sağlanacak? Bir Anayasa’nın maddeleri anlaşılır olabilmek zorundadır ve bu maddeyi okuyan kişi nasıl bir kanun hazırlanacak ki, temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunmadan o hak ve özgürlükler sınırlanabilsin diye düşünecektir! Hangi demokratik ülkede  böyle bir Anayasa maddesi söz konusu olabilir? Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunmadan ne tür sınırlamalar acaba ne tür kanunla sağlanabilir? Ayrıca sözü edilen kanun hazırlandı mı? Hayır hazırlanmadı!

DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in 57. Hükümette Anayasanın değiştirilen öteki maddelerin hiçbirisinde ‘’temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunulmazlık’’ koşuluna yer verişmemiş ve de Anayasadaki temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunan değişiklikler yapılmıştır: Gerekçe de Milli güvenlik, kamu düzeni, genel ahlakın korunması gibi sanal gerekçeler idi: Örneğin, ‘’Özel hayatın gizliliği’’ konusundaki 20. Madde (3.10.2001) bakınız temel hak ve özgürlükleri nasıl sınırlıyor:

          Milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden bir veya birkaçına bağlı olarak .. hakim kararı olmadıkça kimsenin üstü, özel kağıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konamaz, deniyor.

61 Anayasası’nın bu 20. Maddesinde yer alan Özel hayatın gizliliğine dokunulamaz maddesinin mülga olduğu belirtiliyor! Özel hayatın dokunulmaz olmasından 57. Hükümet niçin çekiniyor, Türkiye’de neler oldu da özel hayatın dokunulmazlığı yok edildi. Anlamak olanaksız.

Yok edildiği içindir ki, cemaat ve iktidar ortaklığında aile hayatına ilişkin kasetler ortalıkta dolaşmaya başlayabildi…

‘’Düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne’’ bakınız nasıl sınırlama getirmiştir 57. Hükümet. Örneğin:

          Milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği Cumhuriyetin temel nitelikleri ve devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanması… Kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin yerine getirilmesi amacıyla sınırlanabilir.

Bunlar söylendikten sonra(3.10.2001) ‘’düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir, deniyor. Nasıl düzenleneceği açıklanan o kanunlar hazırlandı mı? Hazırlanmadı!

İçinde yurtdışına silah kaçıran AKP iktidarının silah ve mühimmat taşıyan kamyonları basında açıklayarak görevini yerine getiren Cumhuriyet gazetesi yazarları Can Dündar ve Erdem Gül, hapse mahkum edildiler! Maddenin uygulanış biçimi böylesi adalet ve hukuk dışı acımasız koşulları yaratmıştır.

Aslında AKP iktidarı Mustafa Kemal Atatürk’ün ulusalcı ulus devletini ‘’kişiselleştirmiş’’ onu devlet olmaktan çıkarmıştır. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk’ün devleti, ‘’yurtta ve cihanda barış’’ ı amaçlayan devletti. Oysa AKP’nin yozlaştırdığı devlet yurtdışı terör örgütlerine silah gönderen devlet idi; bunu ilk sergileyen de Can Dündar ve Erdem Gül, devletin suçunu açıkladıkları için suçlu oldular.

Düşünce Hürriyet’ini 61 Anayasasında bakınız nasıl betimlemişti:

          Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir; düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resi ile veya toplu olarak açıklayabilir veya yayabilir. Kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz.

Bu hükümde milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği türü(siyasal iktidarın nasıl kullanacağını bilinmeyen) sanal kısıtlamalar söz konusu değildi.  Oysa 57. Hükümet Basın Özgürlüğüyle ilgili 28. Maddeye (3.10.2001 günlü değişimle) eklenen kısıtlayışı hükümlerini tahrip ederek,

          Basın hürriyetinin sınırlandırılmasında, Anayasanın 26 ve 27. Madde hükümleri uygulanır, deniyor.

O maddelerde basın özgürlüğünü yok edebilmek için ‘’Milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve devlet ülkesi ve bütünlüğünün korunması gibi sanal(uyduruk) gerekçeler geçerli olacaktır. Nitekim bunların tümü AKP elinde ABD’nin kucağındaki Fethullah Gülen’in cemaatiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuku, eğitimi ve ordusu paylaşıldı. Gülen cemaati AKP iktidarının yönetsel ortağı olmuştu. Zaten R. T. Erdoğan bunu ‘’ne istediniz de vermedik mi’’ sözleriyle açıklamıştı; sonra da birbirlerine düştüler ve de kötüye kullandıkları savcı ve yargıçları cezalandırarak devletin yargı organını araç olarak kullandılar. Fetocu diye bugün tutukladıklarının baş sorumlusu R. T. Erdoğan’dır. Bir bakıma Fethullah’ın cemaati AKP iktidarının yönetsel ortağı olmuştu.

Herkes önceden izin almaksızın dernek kurma ve bunlara üye olma ya da üyelikten çıkma hürriyetine Madde 33 uyarınca sahiptir ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç izlenmesinin önlenmesini veya suçun devamını önlemenin yahut yakalanmanın gerektirdiği hallere gecikmede sakınca varsa, kanunla yetkili bir merci derneğin faaliyetini men ile yetkilendirildi. Kim bu yetkili merciler? İktidarın buyruğundaki güvenlik güçleri! İçişleri bakanının buyruğunu yerine getiren suç işleneceği sezinleyebilen müneccim olan görevliler!

61 Anayasa’sının 34. madde gereğince, ‘’herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplanma ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.’’ Ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla tanımlanan özgürlükte 57. Hükümet tarafından değişime uğratıldı. Şimdi artık:

Hiç kimse ne tür kanunla bu sınırlamanın yapılacağını bilmiyor. Hangi siyasal parti iktidarsa o bilecek! Oysa 57. Hükümet, Anayasa’da kısıtlanan kimi özerkliklerin nasıl, hangi amaç için, neden ötürü kısıtlamanın yasal koşullarını düşünmeli ve yürürlüğe koyabilmeliydi. Milli güvenlik, kamu düzeni, genel sağlığın ve genel ahlakın korunması gibi alışılmış nedenlerin ötesinde konunun neden kısıtlandığının yasal temelleri ortaya konmalıydı. Özellikle İçişleri Bakanı Sadettin Tantan ve Prof. Dr. Hikmet Sami Türk, bu konunun sorumluları olarak, konuyu geleceğin iktidarlarının tercihine bırakmamalıydılar. Aslında 57. Hükümet kimi üyeleri tarafından hançerlendi!

57. Hükümetin içinde Dışişleri bakanı olan İsmail Cem ile Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş DSP’den ayrılarak ayrı parti kurdular ve Kemal Derviş’in erken seçimin gerektiğine ilişkin konuşması MHP Genel Başkanı tarafından desteklendi ve AKP iktidarına siyasal arenanın kapıları ardına kadar açıldı ve DSP Parlamento dışında kaldı, barajı da aşamadı. Oysa ne demişti Kemal Derviş: Ayrılsam da Türkiye’de kalacağım(Hürriyet 15 Mart 2001). Sözlerinin devamında şunları söylemişi: Dünya Bankası’ndan ayrıldım, izin almadım. Türkiye’de kendisini Ecevit’in çağırdığını ve birlikte Türkiye’yi iyi günlere götürmek istiyoruz’’ demişti, fakat bir yıl sonra bir daha görünmemek üzere Türkiye’yi gerilerde bırakıp Dünya Bankası’nın görevlisi olarak gidiverdi.

Turgut Özal’ın Başbakan olarak kardeşi Yusuf Bozkurt Özal’ı DPT Müsteşarı atayarak ‘’Milli Kültür Raporunu’’ hazırladılar o rapor ‘’Türk-İslam Sentezi’’ni temel almaktaydı. AKP iktidarı BOP Eşbaşkanlığını üstlenerek ‘’Türk-Kürt İslam Sentezi’ne dönüştürdü ve bunu ‘’Açılım Projesi’’ ile ulusalcı ulus devletini cumhuriyetiyle birlikte yok etmeyi amaçlamış görünüyor. CHP ve MHP bu tuzağın aracı olmayı reddedebilmeydiler. Fakat ne yazık ki, son genel kurul toplantısında CHP bu olasılığı yadsıyan bildirgeyi yayınladı. 

----------------------------------------------------------------------------

(*) Dr. Ali Nejat Ölçen, Türkiye Sorunları, Sayı 114, Ocak 2017, Sayfa 22-27

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır