Bahçeli'nin Laik Cumhuriyet İle Kumarı

Bahçeli’nin Laik Cumhuriyet İle Kumarı

  

Tyranny naturally arises out of democracy.

Plato

 

Gazeteci Rıza Zelyut köşesinde “Bay Bahçeli milliyetçiliği bırakıp ümmetçi oldu.’’ Bu yüzden de Erdoğan’ı başkan yaptıracak. İkili yapıya sokulan siyasi yapıda MHP seçmeni AKP’ye gidecek. … Devlet Bahçeli Türkiye’yi parçalayan siyasetçiler arasındaki seçkin yerini almış olacaktır demektedir (1)

 

Rıza Zelyut’un ifade ettiği bu yukarıdaki görüşlerin temelinde Devlet Bahçeli’nin “Millete görüş sormakta sakınca yok biz millete gitmekten korkmayız.… Şartlar oluşursa aziz milletimize sorunların çözümü için müracaat etmekten korkmayız.… Başkanlık sistemine destek verip vermediğimiz referanduma yeşil ışık yakıp yakmadığımız gündemi işgal etmiştir. Leb demeden leblebiyi anlarım diyen ileri zekâlılar mangalda kül bırakmamışlardır. Bereket versin biz ne dediğimizin bilinceyiz. Dedim ki, Türkiye’de fiili bir durum vardır bu çözülmelidir. Sayın cumhurbaşkanı fiili başkanlık yapmaktadır bu durum anayasaya aykırıdır.”  

 

Devlet Bahçeli önemli bir noktaya temas etmekte olduğunu vurgulayarak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın anayasaya aykırı olarak fiili başkanlık yapmakta olduğunu söylemektedir. Bu aykırılığın ortadan kaldırılması için Tayyip Erdoğan'ı halkın oyu ile hukuk düzeni içerisine sokmayı öngörmektedir. Kısaca Bahçeli, MHP'nin Başkanı olarak cumhurbaşkanının hukuka uymaksızın fiili başkanlık yapmakta olduğunu söylemektedir. Bahçelinin Tayyip Erdoğan'ın Anayasaya uyması için ima ettiği  nokta Tayyip Erdoğan’ı hukuk içine almak amacını göstermede  samimi bir niyetinin var olduğu tavrıyla isteğini açıklamaktadır. Ama bu amacına ulaşmak için gösterdiği yol halkın referandum yolu ile Başkan'ın seçilmesinin elde edilmesi ile TBMM'ne halkın seçtiği milletvekillerinin oylarıyla Başkan seçilmesi araçlarının arasında bir fark yoktur. İster  milletin seçtiği TBMM'nin milletvekilleriyle ister halkın doğrudan oylarıyla referanduma gidip sonuç alınmasında aralarında  ne  gibi bir farklılık vardır diye sorulmalıdır. AKP'nin istediği ve MHP'nin candan desteklediği durumun temeldeki farklılıklar nelerdir acaba?    

 

XXX

 

Devlet Bahçeli’nin bu davranışı aslında “saik” ile “sebep” arasında derin bir irtifa farkı vardır. Sebep olarak gösterdiği hukuksuzluk kavramı aslında beyninde taşıdığı saik olan cumhurbaşkanlığının hukuksal niteliğe uygun seçilmesi perdesinin özündeki siyah noktadır. Devlet Bahçeli’nin bu siyah noktayı gizlemeye çalışmasının  Türkiye nüfusunun %82’sinin dysfunctional olduğu bir ortamda cumhurbaşkanlığına hukuk içinde başka bir otorite sağlamak amacı gizlenmiştir. 

 

Bu amaç TBMM’nin varlığının uygulamasını sağlayan Bakanlar Kurulu'nun kaldırılması ve onun yerine halk oylaması ile başkanlık sisteminin yaratılacak olması ve Başkan'ın yanında Devlet ve hükumet durumlarında ve  vakalarında kişisel sorumluluk taşıyan  hatta yüce divana alınabilen Bakanların hukuki durumları değişecektir. Günümüzdeki Hükümet sorumluluğundaki bakanların kişisel iradesinden ileri gelen hukuksuzlukların  ceza durumu ortadan kalkacaktır: çünkü bunlar Bakan değil sekreterler olarak  var olacaklardır. Sorumlu bakanlar  sistemi kalkacak sorumsuz  sekreterler topluluğu Başkana bağlı olacaktır.

Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilecek ve onun tayin ettiği Sekreterler ile ülke yönetilecektir ve TBMM aslında  son derecede zayıflamış  olarak yaşayacaktır. Bahçeli’nin ısrarının temeline göre Tayyip Erdoğan’ın hukuksuzluk içinden çıkarıp onu bir tür legaliteye kavuşturma bir sebeptir ama  burada en acı olan olgu  legaliteyi sağlayacak olan toplumun istenen referandumda AKP ve kadrolarının ''tam mutlak'' hakim olmasını sağlamak sebebinin temeli olan buhar ile kaplanmış temel “saik”dir.

 

Bunun elde edilmesini sağlayacak olan nüfusumuzun yapısı da çok müsaittir. Türkiye Cumhuriyeti’nin seçmeninin yüzde 82’sinin fonksiyonelliğini kullanamayan toplum bireylerinin çogunlukta olmasıdır. Zira Amerika’daki gibi kurulacak olan bakanlar kurulu başkana tavsiye ve yardım etmek için var olacaklardır. Bütün kabine üyeleri başkan tarafından seçilecek ve bu teklif edilen heyet TBMM’ye onay veya red için sunulacaktır. Eğer onaylanırsa üyelerinin örneğin Dışişlerine atanmış olursa Dışişleri sekreteri, Adalet Bakanlığı’na atanmışsa Adalet Sekreteri gibi adlandırılacaktır. Başkan istediği anda onu görevden alacak veya başka bir göreve verebilecektir. Diyelim ki Adalet sekreteterini  Sağlik sekreteri olarak atayabilir. Ama Başkan bu sekreterleri  kendi isteğiyle işine son verebilecektir. Kısaca Başkan tek sorumlu  yöneticidir. Azletmek istediklerini kendi isteğiyle azledebilecektir.

Bu durum 1876 Birinci Meşrutiyet döneminden önceki durumu hatırlatmaktadır. 1876 durumundan 1908’e yani İkinci Meşrutiyete kadar hükümdarlık ve onun sadrazamı ile vezirlerinden oluşan bir yapıyı hatırlatmaktadır. Birinci Meşrutiyetten sonraki dönemde gelişmeler bir çöküşe doğru gitmiş oldukları için İkinci Meşrutiyet ilan edilmiştir. Ama ne var ki İkinci Meşrutiyet döneminde Sevr Anlaşması imzalanmış ve devlet başkanı (padişah) da onaylamış ve hatta “Bize verilen bölge küçükmüş. Olsun, küçük olsun da bizim olsun.” demiştir. 

 

Kısaca Kemalizmin 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin temsil edildiği Kemalist TBMM kavramının anlamı değişmiş olacaktır.

XXX

Şu andaki sistem parlemento üyelerinin halk iradesiyle seçilmiş olması değişmeyecektir; zaten bunun değişmesine de hiç ihtiyaç yoktur. Çünkü toplumumuzdaki nüfus yapısını 75 milyon kişi kabul edecek olursak şu verileri tespit edebiliriz.

 

Nüfus eğitim kompozisyonu ile rakamsal gerçekler şöyledir. 

Bknz. http://www.insanbu.com/eski/a_haber7228.html?nosu=1733

 

 

Nüfusun eğitim kompozisyonu

 

Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) tarafından yayınlanan bilgileri (2009) esas alarak ve Türkiye nüfusunu 75.000.000 kişi kabul ederek yapılan hesaplamaya göre;

 

- Ortaokul mezunu  % 4.82, Lise mezunu % 5.11, Yüksekokul ya da fakülte mezunu % 7.55, Yüksek lisans yapanlar % 0.49, Doktora düzeyinde olanlar % 0.13. Toplam: % 18,1’ i yani toplam nüfusun 13,5 Milyonu orta, lise ve üst eğitim düzeyindedir.                                           

75-13,5= 61,5 (75 Milyon nüfusun 61,5 Milyonu yani toplumun % 82’si son derece yetersiz eğitim seviyesinde.)  

 

-Okuma yazma bilmeyen kişi sayısı: 4.500.000 (1-6 yaş arası çocuk) + 5.125.000 =  9.625.000(%12,5)

 

-Okuma yazma biliyor ama ilk okulu bitirememiş:            ( % 23.76)  17.820.000 kişi

-İlkokul mezunu kişi sayısı:                                            ( % 32.00)  24.000.000 kişi 

-Zorunlu olan ilköğretim mezunu:                              ( % 13.60)  10.200.000 kişi 

                                                                                                       ---------------------------

                                   Toplamı:   61.645.000 kişi çıkıyor.

 

Bu oranlar Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yayınlanmıştır . (Abdullah Oğuz Somçağ)

 

Bizi yöneteni kim belirliyor? % 82’si cahil denebilecek düzeydeki halk.

1980 yılında vatandaş başına düşen ortalama okul eğitim süresi 2.9,  1998’de 4.5, bu gün de gele gele 6.5 yıla ulaşabilmişiz.

 

Eğitim düzeyi (bir toplumun eğitim kompozisyonu), toplumların ve ulusal ekonomilerin sahip oldukları bilgi ve beceri potansiyelini temsil eder. İnsan sermayesinin niteliğini ve stoklarını bu göstergelerle değerlendirip, ulaşılmak istenen hedeflere göre nüfusun eğitim kompozisyonuna yönelik politikalar geliştirmek gerekir. En değerli yatırım nüfusun eğitimine yapılan yatırımdır.

 

Bu gösterge (Ortalama Eğitim Süresi), yetişkin nüfusun (25 yaş ve üzeri) örgün eğitim sistemi (belirli yaş grubundaki ve aynı seviyedeki bireylere, amaca göre hazırlanmış programlarla okul çatısı altında yapılan düzenli eğitimdir. Örgün eğitim, ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim kurumlarını kapsamaktadır) yoluyla elde etmiş oldukları eğitim düzeyine göre dağılımını gösterir.

 

İlkokul 4, Ortaokullar 8, Lise ve dengi 12, Yükseköğretim 14-16 yıl, Lisansüstü ve doktora mezunlar ise 18-20 yıl üzerinden giriyor. Her düzeydeki eğitimi tamamlayan kişi sayısı, gördüğü öğretim yılı ile çarpılıyor. Bunların toplamı, 25 yaş üstü nüfusa bölününce ortalama eğitim süresine ulaşılıyor.

 

Nüfusun eğitim düzeyinin, cinsiyete, coğrafi yerleşime (kır/kent), yaş grubu ve mesleklere göre dağılımı da oldukça önemlidir. Ayrıca verilen eğitimin kalitesi her yerde aynı mıdır? 2010 yılına göre Ortalama Eğitim Seviyesi 6,5 yıl gözüküyor. Gelişmiş ülke standartlarına göre çok geride bir rakam. Bir de 6,5 yıl verdiğin eğitimin kalitesi gelişmiş ülkelerin verdiği eğitimin kalitesine yaklaşabilmiş mi?

 

Türkiye’de fakülte bitirenlerin toplam yetişkin sayısına oranı yüzde 13’ü buluyor. Kadınlara şiddet uygulayanların içinde fakülte mezunlarının oranının yüzde 14 olması size ne düşündürüyor? 

 

Okur-yazarlıktan kast edilen nedir?

 

Okuduklarını anlayıp, kavrayıp, yorumlayabileceksin; iletişim kurabilecek boyutta yazabileceksin. Edindiğin bilgi gücünü geliştirmene yardımcı olacak boyutta olmadığı sürece buna okuma yazma denmez. Sadece okuma yazma bilmek seni cehaletten kurtarmaz. AB’ne katılmak için bize koştukları şartları yakalayacağız diye önüne gelene diploma vererek sahte bir şekilde milletin ortalama eğitim seviyesini yükseltmek de seni ne AB’ne sokar, ne de dünyada ilk 10’a sokar.

 

Şu çağda hâlâ ismini yazamayıp, imza yerine parmak basan, kullandığı paraların değerini bilmeyen yadırganacak boyutta insanımız var. Hiç okuma yazma bilmeyene Kara Cahil denir. Yalnız okuma-yazma bilip, bu düzeyde kalmış olanlara da Cahil denir.

 

Türkiye’mize geldiğimizde, yapılan saptamaya göre 5 milyon kişi okuma-yazma bilmiyor. Bunların 4,5 milyonu kadın, ötekiler erkek.

 

25+ yaş nüfusumuzun yaklaşık dörtte üçü (%73,5) ilköğretim mezunu, ilkokul mezunu ya da bir okul bitirmemiştir.

Lise mezunlarının oranı %16,6,

Yükseköğrenim mezunlarının oranı ise %9,9’dur.

Seviye bu şekilde olduğu müddetçe “senin oyun mu değerli, yoksa benimki mi?” tartışmaları da son bulmaz.

 

90 yılda senin hekim sayının 344’ten 130 binlere, öğretmen sayının 12 binlerden 900 binlere, okul sayının 5 binlerden 44 binlere çıkmasından daha önemli olan, yetiştirdiğin ürünlerin kalitesi ve dünya çapındaki değerliliğidir. Cumhuriyet kurulduğunda toplumun % 90’ı okuma yazma bilmeyen köylü toplumuydu. Kara cehaletin yok edilmesi için verilen mücadele ve ürünler müthiş idi. Gelişmiş toplumun ancak gelişmiş bireylerle oluşacağının bilincindeydiler. (Okan Önerci)

 

XXX

 

Yüzde 82’si dysfunctional olan bir toplum meclise gidecek üyelerin Kasım 2015’te olduğu gibi aynı nitelikte kişiler seçilecektir. Cumhurbaşkanının istediği şekilde vekiller gelecektir. Hatta TBMM’ye seçilen zat-ı muhteremin laikliği kaldıralım demesi gibi düşünen saylavlardan terkip edilecektir. Meclis eğer bu meclis başkanı gibi düşünenlerle tamamlanmış olursa ve de kabine denen gruptaki sekreterler de cumhurbaşkanı tarafından seçilecek olursa Türkiye’nin yönetimi tek bir kişinin iradesine bağlı kalacaktır. Onun kendi düşüncesine göre hukuksal gelişmeler ile idari gelişmeler tek bir iradeden neşet etmekten ibaret kalacaktır.

 

Bunlara ek olarak Anayasa Mahkemesi’nin üyelerinin bu meclis tarafından seçilip başkan tarafından onaylanması hukuksal yapının tek bir iradeye bağlanması anlamına gelir. Dünya çağımızdaki modern sistemde tek kişilik irade 75 milyonun iradesi yerine geçmiş olacaktır.

 

XXX

 

MHP genel başkanı Devlet Bahçeli’nin kanuni olmadığını söylediği Recep Tayyip Erdoğan’ın kanunsuzluktan kurtarılıp kanun içine alınmasının temel saiki MHP’nin Meral Akşener tehdidinden korunması olarak görülmelidir. CHP’nin çökmüş bulunmasından dolayı da başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın söylediği şu değerlendirmeye dikkat etmek gerekir:

 (CHP’nin açıklamaları) Önce memnun olduklarını söylediler ama son zamanda baktım ki başladırlar, “Biz böyle birYenikapı ruhundan yana değiliz. Olsan ne yazar olmasan ne yazar? Senin olup olmaman bir şeyi değiştirmez. Oradaki 5 milyon ne diyor, bizim için bu önemli. Aynı anda Türkiye’den bir o kadar da ekranlardan izledi, 10 milyon. Bizim için o önemli....

 

Bu gerçekler üzerinden bakıldığında, toplumun bu eğitim ve bilinç seviyesi ile referandumlar yoluyla siyasi iktidarın rejimi ortadan kaldırmaya dönük hertürlü düzenlemesi sandıkta istediği olarak sonuçlanacaktır.

 

Dolayısı ile “MHP parlamenter sistemin yanındadır’’ diyen Bahçeli, Başkanlık oylamasını halka götürmesine önayak olarak parlementer sisteme ve rejime ve de kendi yandaşlarına büyük bir vefa kırılganlığını davet etmiş olacak ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Kemalist ilkelerinin sarsılmasına neden olacaktır. Kemalizmin ana ilkesinin ifadesi şudur: "Cumhuriyetimizi, muasır medeniyet seviyesine ulaşmak isteğimizi köstekleyecek herhangi bir referanduma gitmek, yalnız cehalet değil hıyanet olur". (2)

 

 

------------- 

(1)  ‘’Rıza Zelyut,  Bahçeli’deki Erdoğan aşkının sırrı’’ Aydınlık Gazetesi, sf 4, 24.10.2016

(2) Atatürk'ün 11 Nisan 1934 tarihli konuşması

 

Coşkun Ürünlü

27 Ekim 2016

 

 

 

 

 

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır