Mustafa Nadas: Mor Kaftanlı Selanik

 

Mor Kaftanlı Selanik Mor Kaftanlı İstanbul

 

………Sayın Ürünlü, “YILMAZ KARAKOYUNLU'NUN "MOR KAFTANLI SELANİK"ROMANININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ “ başlıklı makalenizi okudum. Bu makale ile ilgili görüşlerimi paylaşmak istiyorum.

 

Osmanlı İmparatorluğu'nun ve günümüz imparatorluk sevdalılarının, Selanik'e karşı duydukları "nefret"in, temel sebeplerine de ışık tutuyor makaleniz. Atatürk gibi bir liderin, Selanik'ten çıkmış olması bir tesadüf değil. Bu durumu tam olarak anlayamayan Atatürkçülerin de, artık bu durumu daha iyi analiz etmesi gerekir.

 

Aslında İstanbul'un üstünlüğü, çoğunlukla hüsranla bitmiştir. Çünkü temelinde çoğunlukla "akıl" değil, iktidar/hakim olma/sahip olma ve iktidarı besleyen/iktidardan beslenen "ihtiras/çıkar vb" yatar. Aklı temel alamadığı için, Roma ve sonrasındaki Doğu Roma başkentliğini ve bu durumdan kaynaklanan etki alanını, aklı temel alıp, rönesansın temelini oluşturan topraklardaki, Roma'ya dolayısı ile İtalya'ya/Avrupa'ya kaptırmıştır. Osmanlı döneminde herşeyin merkezi olmasına rağmen, aydınlanmanın/aklın merkezi olamadığı için, bu konudaki üstünlüğü Selanik'e kaptırmıştır. Nihayetinde imparatorluk topraklarının aydınlanmanın ve aklın etkilediği/değiştirdiği Avrupa'ya kaybedilmesine yol açmıştır. Cumhuriyet döneminde ise (coğrafik şartların da zorlamasıyla) Ankara'ya yenilmiştir.

 

Bugün de aklın yerine parayı(sermayeyi)/gücü/iktidarı özleyenler/elinde tutanlar, İstanbul'u tekrar "herşeyin merkezi" yapmak istiyorlar, ancak bu "herşey", sanat/akıl/bilim gibi insanı daha insan yapan özellikleri pek kapsamıyor, daha çok "parayı" ve "para edebilecek" herşeyi kapsıyor. Bu güç için, doğa/tarih/insan ve İstanbul'un kendisi kolayca feda ediliyor. Bir İstanbul'lu/Constantinopel'lı/Bizans'lı olarak çok üzülüyorum. Bu şehri biraz kendi haline bırakıp, "dinlenmesine ve soluk almasına" izin verseler, sanatın/bilimin/aklın/doğa ve tarihin merkezlerinden biri haline getirseler, hem insanlığa hem de bölge insanına "çok büyük katkı ve çok büyük iyilik" yapacaklar. Ancak, bırakın bunu düşünmeyi, hayal bile etmiyorlar, etmek istemiyorlar. İstanbul'a haksızlık ve kötülük yapıyorlar.

 

Masum İstanbul'umun hiçbir suçu yok. Büyük bir mücadeleye, rızası olmadan, tekrar sokuluyor. Makus talihi ve tarihi tekrar yaşanacak ve yine yenilecek. Her yenilgide çok acılar çekiliyor, bizler bu durumu yaşar ve görür müyüz bilmiyorum, ama çocuklarımız ve torunlarımız mutlaka görecek, biliyorum.

 

İstanbul'a "sahip olmak" isteyenler, ondan güç ve iktidar üretmek isteyenler, onu çok hırpaladılar, "sahip çıkmak" isteyenler ise, tarih boyunca, hiç o kadar güçlü olamadılar.

 

İstanbul'un mor kaftanı üzerine son cümleleri söylemeden, mor rengin anlamına kısaca bakmamız gerekir diye düşünüyorum. Mor renk, hem Hristiyanlığın hem Bizans'ın kutsal ve önemli rengidir. Bizans'ta sadece İmparator mor renkli kaftan/pelerin giyebilirdi ve onun izin verdiği "yüksek rütbeli asiller/askerler" mor rengi kullanabilirlerdi. Osmanlı'da da mor kaftan padişahlara ve törenlere özgüdür, bindallı gibi, hanımların giydiği tören elbiseleri de ağırlıkla mordur. Mor rengin elde edilmesi çok zor ve pahalı olduğu için, ilk çağlarda ancak asiller bu rengi kullanabilmişlerdir.

 

Bu rengin kutsal renk haline dönüşmesinde doğanın da katkıları olmuştur. İstanbul'un erguvan ağacı meşhurdur, olgunlaşma döneminde, çiçeklerinin hakim rengi mor/eflatundur. (Sırasıyla pembe/kırmızı-eflatun-mor-mavi/yeşil şeklinde renklenir). Biraz uzatıyorum ama şunları da söylemek istiyorum. Erguvan ağacının ingilizcesi "Judas Tree"'dir. Judas/Yahuda, İsa Peygamber'i Romalılara satan havaridir. İsa'yı alnından öperek işaret etmiştir. O nedenle "Judas Kiss" diye bir deyim de vardır, "ihanet" anlamına da gelir. Söylenceye göre, Judas, vicdan azabından kendini erguvan ağacına asmıştır. Çiçeklerinin rengi, "beyaz" olan erguvan, utancından morarmıştır/erguvan rengine dönmüştür.

 

Kilisenin renkleri mavi-kırmızı-sarı'dır. Kutsal üçlüyü de temsil eder. Çok detaya inmeden bahsedelim. Mavi "baba/Allah" ve hukuk(adalet), kırmızı "Hz İsa" ve "hayat, ölüm (İsa'nın acısı ve ölümü) ve kan", sarı ise "kutsal ruh" ve "ışık" anlamlarını temsil eder. Bu renkler ayrıca ana renklerdir. Üçünün karışımı beyaz'ı verir, mükemmelliyeti ve saflığı temsil eder. Mor ise mavi ve kırmızının karışımıdır, Baba/Allah-İsa karışımını, diğer bir deyişle hukuk-hayat/ölüm/İsa'nın kanı-acısının karışımını temsil eder. Mor rengin, bu birliği temsil ettiği için, seçilmiş olma ihtimali çok yüksektir. Ayrıca, İsa çarmıha gerilirken, dalga geçmek amacıyla asilleri temsil eden "mor bir kaftan" giydirildiği ve başına "dikenli telden" yapılmış bir taç konulduğu rivayet edilir. Çarmıha gerilirken kaftan çıkarılır, tacı kalır. Mor rengin ruhani kaynağı çok yüksek ihtimal budur. Sonuçta temelinde asaletin temsili yatar, çünkü Roma'da (pagan dönem) asillerin rengi eflatundur/mordur.

 

Eflatun ve mor'u aslında "alçakgönüllülüğün" rengi olarak ta adlandırırlar, ayrıca "sanatı/sanatçıyı" temsil ettiği de söylenir. Sonuçta İstanbul'a tekrar bir "mor kaftan" giydirilmek isteniyor. Umarım ve dilerim, "asalet/monarşi (sermaye) gücü/ruhani güç" anlamında olmaz, "aydınlanma/akıl/sanat/alçak gönüllülük" anlamında olur... Zor, hiç umudum yok... Belki tarih bizi yanıltır, bu şerden böyle bir hayır çıkar...

 

Atatürk’ün en yakın silah arkadaşlarının saltanata(padişaha)/hilafete olan bağlılıkları ve bağımlılıkları konusuna dikkat çekmişsiniz. Yorumlarınıza katkı olması amacı ile, bu konuda da düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Hristiyanlıkta ruhban sınıfı olduğundan, belki "ataerkilliğin" kırılması daha kolay olmuş olabilir. Müslümanlıkta ruhban sınıfı yoktur. Peygamber dahil, kimse kutsal değildir. (Teorik olarak, şimdi hırkaya dahi tapılıyor). Herkes Allah'a doğrudan bağlıdır ve iletişime geçebilir. Bu durum biz de ataerkilliğin çok derin olmasına neden olmuş olabilir. Bu nedenle, en güçlü insanlar dahi, bağlı olacağı bir "ulu zat" aramış/arıyor olabilirler. Belki işte bu nedenle Rauf Bey, şunu söylemek zorunda kalıyor, (belki bilinçaltı zorluyor, bu söylediğini kabul etmesi daha kolay oluyor)... "....Bunlardan başka, genel bir görüşüm de vardır. Bizde milleti ve kamuoyunu elde tutmak güçtür. Bunu ancak, herkesin erişemeyeceği kadar yüksek görülmeye alışılmış bir makam sağlayabilir. 0 da saltanat ve hilafet makamıdır. Bu makamı ortadan kaldırıp onun yerine başka nitelikte bir makam getirmeye çalışmak felakete ve büyük acılara yol açar."

 

Bu düşüncenin, aslında bir "Allah'ın yansıması"'na duyulan ihtiyacın tatmini olarak görüyorum . Atatürk'e sonsuz şükran duymalıyız, web sayfanızın başında yazan cümleyi de bize hediye ettiği için... Ama geldiğimiz noktaya bakarmısınız, putlaştırdığımız ve içselleştiremediğimiz için, Atatürk'ü kaybediyoruz... Dinin etkisinden kurtulduğunu sanan aydınlanmacıların büyük bir kısmı ve iktidarı ele geçirenlerin bir kısmı, Atatürk'ü tartışılmaz bir noktaya taşıyıp dondurarak, onun temel felsefesine ihanet etmişler, bir anlamda "din" haline getirmişlerdir. (Belki din ihtiyaçlarını/erişilemeyecek kadar yüksek makam ihtiyaçlarını böyle tatmin ettiler. Çünkü ait olduğunuz/taptığınız kişi/makam ne kadar yüksekse, Siz de o kadar yüksek ve önemli olursunuz. Şeyhi müritleri uçurur lafı boşuna söylenmemiştir. Çünkü şeyhi uçan mürit, daha önemli ve etkilidir.) Atatürk'ü kanlı iktidarlarının payandası yaptılar ve iktidarlarının devamını sağladılar. Bugün dinin payanda yapıldığı gibi. Ve sonuçta öğretisinin "ölme/öldürülme" riskini ortaya çıkarttılar ve bu riski büyüttüler. Kendi iktidarlarının devamı için, ülkeyi feda etmekten kaçınmadılar.

 

Aklın/sanatın/bilimin mor kaftanlılarının, en az iktidarın/ihtirasın/sermayenin/gücün mor kaftanlıları kadar güçlü ve azimli olduğu günlerin, hemen şimdi gelmesi dileğimle ve ……………………. . ………….

Saygılarımla,

 

Mustafa Nadas 

14 Şubat 2013

 

 

 

 

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır