Marksizm ve 17. Türk Devletinin Kuruluş İlkeleri
Wise men speak because they have something to say; Fools because they have to say something.
Plato
Türkiye Cumhurbaşkanlığı Forsu, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının ikametgahında, ziyareti süresince bulunduğu yerde, bayrak direğine çekilir, gece ve gündüz çekili kalır, makam odasında çalışma masasının sol gerisine konur, içinde bulunduğu arabanın sol önünde, tepesinde ay yıldız bulunan kromajlı direğe çekilir. Cumhurbaşkanının konuşma yaptığı kürsünün ön yüzünde yer alır. Forsun sol üst köşesinde yer alan güneş ve yıldızlar sarı renktedir.
Resmî kaynaklar 16 yıldız için tarihteki 16 büyük Türk imparatorluğunu, ortadaki güneş için ise Türkiye Cumhuriyeti'ni simgelediğini belirtmektedir. Bu Türk imparatorlukları şunlardır:
• Büyük Hun İmparatorluğu
• Batı Hun İmparatorluğu
• Avrupa Hun İmparatorluğu
• Ak Hun İmparatorluğu
• Göktürk İmparatorluğu
• Avar İmparatorluğu
• Hazar İmparatorluğu
• Uygur Devleti
• Karahanlılar
• Gazneliler
• Büyük Selçuklu İmparatorluğu
• Harzemşahlar
• Altınordu Devleti
• Büyük Timur İmparatorluğu
• Babür İmparatorluğu
• Osmanlı İmparatorluğu
29 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğunun ilan edilmesiyle 17. Türk Devleti tarih sahnesine çıkmıştır. Bu yeni Türk Devleti 20. Yüzyılın Batı dünyasında geçerli olan iki temel ilke üzerine tesis edilmiştir. Birinci ilke sosyo-kültürel yapıya temel olan Laiklik ve ikinci ilke ekonomi sisteminin yapısına temel olan Devlet Kapitalizmi sistemidir. Bu makalemdeki amacım bu iki temel ilkelerin günümüzdeki durumlarını irdelemektir.
XXX
Türkiye Cumhuriyet tarihindeki ilk büyük olay Atatürk’e planlanan suikast tertipçilerinin İstiklal Mahkemelerinde yargılanmalarıdır. Bunların yargılanması sonucunda Dünya tarihinde ilk kez bir İslam ülkesinde akla dayalı Rönesans ve Reform düşüncesinin yani Laiklik ilkesinin yok edilmesi engellenmiştir. Laiklik ilkesini yok edecek olan İttihat Terakkici “elit” in Atatürk’ü öldürerek siyasal iktidarı ele geçirmeleri olasılığını ortadan kaldırılmış olması sonucunda
1-Cumhuriyet ‘in “Laiklik” ilkesi kurtarılmış,
2- Şeriat kurallarının koruyucusu olan Halife-Padişah “siyasal iktidar” yapısı tarihe gömülmüş ,
3- Osmanlı devletinin özü olan Kavimler Birliği anlayışı “Millet” kavramı alternatifi karşısında AKP’nin siyasal iktidara gelinceye kadar gündemden düşürülmüş ve
4- Türkiye dünya tarihinde Devlet Kapitalizm (Karma Ekonomi) anlayışını kendi “İktisadi Sistem” i olarak tesis eden ikinci ülke olmuştur.
İttihat Terakkicilerin Cumhuriyet rejimini kabul etmeyerek Halife/padişah sisteminden yana olmaları ve Mustafa Kemal’i öldürerek eski Halifelik rejimine dönmeyi sağlamayı elde etmek istemeleri yani Kemalist gerçekler bir yana itilerek bilim ve akla dayalı sonuçlar yerine İttihat ve Terakki ‘nin takipçisi olan örneğin Rauf Orbay “Halifelik kaldırılamaz. Çünkü halifenin ekmeği hala kursağımdadır" (1) derken Enver Paşa da “Bana gelince, ben yalnız bir ideal takip edeceğim. O da, İslam’ı ezen Avrupa canavarları ile pençeleşmek için Müslümanları harekete geçirmek...dışarıda kalmamızın genel maksadımız olan kurtarmaya çalıştığımız İslam alemi için”(2)…
İttihatçı liderlerin bu söylemlerine ek olarak diğer İttihatçılar Cumhuriyet kurulduktan sonra yani 1926 İzmir Suikastı davası mahkemesinde yargılanırken, Rauf Orbay dahil hiç biri, Cumhuriyet rejiminin “iktisadi sisteminin” temellerine itiraz etmemişlerdir. 1923 İzmir İktisat Kongresinde ilan edilen “İktisadi Misak” kurallarına itiraz eden ya da muhalefet eden hiçbir İttihatçı yoktur.
Dünya tarihinde özellikle ABD, Avrupa ve Rusya’da ekonomik nedenlere dayanarak iç savaşlar, ihtilaller , ayaklanmalar toplu katliamlara dayalı halk hareketleri hakkında bilgi ve tecrübeleri olan bu Osmanlı ittihatçı entelektüelleri İzmir İktisadi Misak kararlarını alkışlarla onaylamışlardır. Bu karşı çıkılmayan Karma Ekonomi (Devlet Kapitalizmi )sistemin temelinde Ziya Gökalp’in Lozan Antlaşmasının imzalanmasından önce yazdığı makalelerinde Modern Türkiye için ileri sürdüğü yollar ve amaçlar daha önceden belirgin hale gelmiştir.
Diğer bir deyişle , Osmanlı İmparatorluğundan kalan dış borç batağı ile 1838 Ticaret Sözleşmelerinin İngiltere emperyalizmi tarafından koydurulan maddelerinden dolayı gümrüklerde bile bağımsızlığını kaybetmiş Osmanlı Kavimler Birliğinin Halifesi Sevr anlaşmasını imzalamış ve Osmanlıdan kalan sefalet ve toplumdaki ümitsiz durum karşısında ülkede ümit ışıklarını gözler önüne seren düşünür Ziya Gökalp olmuştur.
Ziya Gökalp’in hareket noktası Karl Marx’ın ekonomik unsurlar dışındaki tüm sosyal unsurlar epi-fenomen niteliğindedir… sadece ekonomik unsurlar hakiki gerçeklerdir. Bunun dışındaki unsurlar ne gerçek ne de fenomen olamazlar; yalnızca ekonomik unsurların birer gölgesi ya da bu unsurların birer ürünü olacaklardır(3) anlayışını kendine şiar edinmiş olmasıdır. Karl Marx “1844 Economic and Philosophical Manuscripts” adlı eserinde (4) “insan”ın zaman içinde bir commodity haline dönüşmesinin “ nedeni”ni sınıflar arası mücadele temelinde “ekonomi” nin sonucu olarak görmüş ve bu ekonomi “nedeni”nin “nasıl” oluştuğunun izahını Das Kapitalde yapmıştır.
Bu anlayışa dayanarak Gökalp ,ekonomi ve ekonomi sistemine ilişkin yazılarını çeşitli dergilerde yazıyor ve Türkiye Cumhuriyetini kuran entelektüel ve vatanseverlere realist olan bir çok öneriyi Lozan Antlaşması imzalanmadan önce dile getiriyordu:
1-“Eğer Türkiye Büyük Millet Meclisi ulusal bir ekonomi planı çizerek ona uygun bir politika izlerse, barış sağlandıktan sonra (yani Lozan Antlaşması imzalandıktan sonra-C.Ü.) ekonomik bir mucize görme ihtimali mümkündür”(5)
2-Eğer biz devlet kapitalizmi sistemini kabul edersek, ülkemizdeki doyumsuz ve yağmacı kapitalistlerin yükselmesinden artışından kendimizi koruyabiliriz.”(6)
Burada görülen ilk önemli husus Ziya Gökalp’in kapitalizmi iki farklı tanımlamaya ayırmış olmasıdır. Birinci tanımlama “private capitalism” ikinci tanımlama ise ‘’state capitalism’’ yani =Devlet kapitalizm= adını kullanmakta oluşudur. Aslında Gökalp’teki diğer önemli husus “barış sağlandıktan sonra” tümcesinin ifade ettiği risk taşıyan İngiliz emperyalizminin çok ağır zorlamalarının gündemde oluşu idi. Gerçekten de Lozan Barışı imzalanmayabilirdi. Kurtuluş Savaşımızdaki düşmanlarımızın önderi İngiliz Emperyalizminin delegesi olan Lord Curzon
1- Osmanlı Meclis-i Mebusanı tarafından çizilen Misak-ı Milli sınırlarını tanımak istemiyor ve
2- Kapitülasyonlara adeta temas dahi edilmesine tahammül edemiyordu; yani bağımsız bir ülke olmanın simgesi olan gümrüklerdeki ithalat rejimimizde kendilerinin söz sahibi olmalarının devamını istiyordu. Bu istek o dönemde İngiltere Başbakanı olan ve Sevr Antlaşmasının bir numaralı tertipleyicisi ve Türklerin can düşmanı olan Lloyd George'un isteği idi.
XXX
Lozan müzakereleri 20 Kasım 1922 tarihinde başlamış ve 4 Şubat 1923 tarihinde Lord Curzon’un müzakereleri terk etmesiyle kesilmiştir. Ama Atatürk’ün öngörü sahibi olması sayesinde Ocak 1923 tarihinde İzmir de Misak-ı Milli deklarasyonu gibi bir Misak-ı İktisadi deklarasyonu çıkarmak amacıyla toplantı yapılacağı ilan edilmiştir. Atatürk’ün İngilizlerin Milli Misak ile Kapitülasyonlar hakkında direteceklerini algıladığı için İzmir İktisat Kongresini 17 Şubat 1923 te başlatmış ve 4 Mart 1923 tarihinde Misak-ı İktisadi kararlarının ilan edilmesini bir bakıma İngiltere’ye rest çekme anlamında sağlamıştır.
Lozan Konferansının ikinci açılışı 23 Nisan 1923 te yapılmıştır. Müzakerelerde İngiliz emperyalistlerinden beklendiği gibi Milli Misaktaki sınırları ve 1838 Ticaret Sözleşmelerini imzalayan İngiliz sevdalısı Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nin verdiği kapitülasyonlara dokunulmamasına ait konular tekrar masaya getirilmiştir. Bu görüşmelerde Kapitülasyonlar İktisadi Misak kurallarına uygun şekilde ” yani “Türkiye’de yabancı sermayeye aleyhtar olunmayacak “ anlayışıyla ve gümrüklerde vergi ve sair hususlarda bağımsızlığın Lozan’in imzalanmasında 6 sene sonra 1929 da başlayacağının kabul ettirilmesi ve Milli Misak sınırlarından Musul-Kerkük bölgesi hakkında kararın Cemiyeti Akvam’ a bırakılmasının onayı ile imzalandı. Ama İngilizler daha sonra 1930 da burada bir oyun oynayarak Irak diye yapay bir devlet kurarak kendilerine Manda sistemiyle bağladılar. Buraya Kral yaptıkları kişi de Sevr Antlaşmasını imzalayan Kutsal Kabe’nin koruyucusu Osmanlıya ihanet eden Hicaz Kralının oğlu Faysal idi.
XXX
Lozanda kabul edilen Gümrüklerdeki kısıtlamaların kaldırılmasına kadar beklenilmeden Devlet Kapitalizminin temel dört unsuru sistemin ismi konulmadan uygulanmaya başlamıştır. Bunlar:
1- Bölgesel değil ulusal kapsamlı Merkezi planlar yapılacak,
2- Piyasadaki fiyatların oluşmasındaki esas ilke “ tüketici tercihleri” olarak korunacak ve kaynakların üretim, yatırım ve dağılım kararlarının dayanağı serbest piyasada teşekkül edecek fiyatlar olacak,
3- Piyasada hem özel hem de kamu sektörlerinin yan yana çalışması yürürlükte kalacak ve
4- Devlet kamu teşebbüsleri için emredici özel sektör için ise teşvik edici olacaktır.
Bu dördüncü madde gerçekten Devlet Kapitalizminin ruhu denilecek kadar önemli bir anlayışın tezahürüdür. Bu maddeye göre kamu teşebbüslerini, kamu üretim birimlerini özel sektöre satmak, devretmek ya da buraları bedel karşılığı özel kişi ve kuruluşlara kiralamak ya da kamu ya ait birimlerde özel kişi ya da kuruluşlarla ortaklık tesis etmek Devlet Kapitalizmini yok etmek anlamına gelir. Bu duruma en iyi örnek Soma işçilerinin “bizim madenimizi kamulaştırın” diye seslenmelerinde görülmektedir. İşçilerin itirazı Gökalp’in 1920 li yıllarda söylediği Devlet Kapitalizm sistemi ile “ülkemizdeki doyumsuz ve yağmacı kapitalistlerin yükselmesinden kendimizi koruyabiliriz dediği “private capitalizm yerine state capitalizmi önermesini ve buna benzer eylemler örneğin kamu teşebbüs kuruluşları özel sektöre devir edilmesi satılması, kiralanması taşeronlaştırılması ve “milli” emlaka “ ait gayrı menkulleri özel ya da tüzel kişilere satmak ,devlete ait arazileri arsalara çevirmek için kamulaştırıp özel sektöre devredilmesi gibi haller Karma Ekonomi sisteminin tahrip edilmesi anlamına gelir.
Günümüzdeki bazı köşe yazarları 1920 lerden beri uygulanan Karma Ekonomi sistemini “günümüzde hemen uygulamanın tam zamanı “ diyerek geçmişi görememek ve Karma Ekonomiyi sistem olarak değil bir “üçüncü yol” olarak telakki etmek doğru değildir; yani, kamu ve özel kuruluşları bölgesel ya da sektörel olarak birbirlerini tamamlayıcı birliktelikler olarak telaffuz etmek hem bilimsel hem tarihsel hem de Türkiye’nin ekonomi sisteminin bazı çevrelerce değiştirilmesine yol açacak yanlış anlamaların sonucu olduğu aşikardır. Aslında bu yanlış anlamaların Turgut Özal döneminde başladığını görmeyip şimdi algılanmış olması biraz da düşündürücü olmaktadır.
XXX
Karma ekonomide temel anlayışın özü özel sektörde çalışan müteşebbislerin kendi öz kaynaklarını kullanarak faaliyette bulunmalarıdır. Bu faaliyetlere Devlet tarafından bilimsel ve teknik açılardan destek verilmesinden ibarettir. Karma Ekonomide temel nokta, ülkenin Batı Uygarlığının düzeyine erişmek için Merkezi Plan dahilinde ülkenin kamu ve özel sektörlerindeki yan yana faaliyetlerinde bulunmaları ile Devlet ,Kamu birimleri ve üretim tesisleri için emredici özel kişiler ya da özel kurum ve kuruluşlar için yol göstericidir.
Kısaca karma ekonomi ,devlet kamu kaynaklarını özel kişi ve kuruluşlara devretmek ya da kiralamak , satmak ya da Devlete ait varlıklarda nitelik değiştirerek onları satarak kamunun emval ve emlak hazinesini zayıflatmak demek değildir.
XXX
Günümüzde bazı köşe yazarlarının “karma ekonomi sisteminin getireceği sosyal politikalar “ demesi Devlet Kapitalizmi anlayışını yanlış yollara sevk edici tanımlamalar olduğu açıktır. Kapitalizm , sosyalizm , komünizm ya da feodalizm gibi sistem nitelemeleri kendi başına “ sui generis” kabul etmek gereklidir. Yoksa günümüzdeki diğer bir yazarın bir iktisadi sistemi örneğin kapitalizmi, “vicdansız kapitalizm” diye etiketlendirmesi de bilimsel değildir. Bu anlayış bir itfaiye aracının yangın mahalline giderken yolu kaybetmesi ya da itfaiye erinin yangın söndürme hortumunu kullanmayı becerememesi durumunda itfaiye arabasını (yani sistemi) suçlu görmesi doğru değildir. Bu tür yanlış kavramları “doğru” kavramlarmış gibi algılatanların yaptıkları son derece üzücü ve ürkütücüdür.
XXX
Yukarda tanımlanan Karma Ekonomi anlayışı ( ayrıntı için bknz: DPT: İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı,1967) ile Kemalist Türkiye’de kamu kurum ve kuruluşları harekete geçirilmiş ve Kapitülasyonlardan dolayı gümrük vergileri kısıtlanması kalkınca bu vergiler %45 oranında arttırılmıştır. Fabrikalar ve Devlet kurumları kurulmuştur. Örneğin Malatya, Kayseri, Bursa ve Merzifon dokuma fabrikaları– Uşak ve Alpullu Şeker Fabrikaları– Paşabahçe Cam Fabrikası ile Beykoz Deri Fabrikaları, İzmit Kağıt Fabrikası– Karabük Demirçelik Fabrikası– Madenlerin tespiti ve işletilmesi için "Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü ile Etibank kurulmuş ve yabancıların işlettiği demiryolları satın alınarak millileştirilmiştir. 1930 yılında devletin iktisadi sisteminin uygulaması hızlanmış ve 1931 yılında Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı uygulamaya konulmuştur. Merkezi Plan anlamında bu uygulama Ziya Gökalp’in Devlet Kapitalizmi sisteminin tabanı olarak temel gördüğü Plan olgusu uygulama sürecine girmiştir. Diğer yandan Sümerbank ve İş Bankası'nın desteği ile özellikle dokuma sanayiinde önemli gelişme sağlanmış İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı 1937 yılında hazırlanmış ve uygulamasına 1938 de geçilmiştir. İkinci dünya savaşı devam ederken 1944 Sanayi Planı ilan edilmiştir.(7)
Ne var ki belli bir süre sonunda Gökalp Türkiye Cumhuriyetinin toplumsal yapısının çağdaşlaşması için Türk Rönesansının sanatta, dilde ve ahlakta uygulanmasını arzu ediyordu (8); İttihatçılar ne var ki İslami kültürün Arap anlayışının Türkiye Cumhuriyetine olan etkisinin silinmesine karşı geliyorlardı.
Batı uygarlığının bilim ve teknolojisinin gelişmesinin temellerini atmak isteyen Kemalistlere günümüz Bakanlarından birinin “biz keşif ve icat yapamayız; biz Müslümanız” demesinin benzeri davranışlar ile Cumhuriyeti kuran ecdadımız gerçek bir ihtilal anlamına gelen Arap harflerinin yerine Latin harflerinin alınması kararını vermişlerdi. Buna karşı gelenlerin en önemli kişisi Kazım Karabekir Paşa İzmir İktisat Kongresinde aynen şöyle diyordu : “Bizim İslam hurufatımız(harflerimiz) kafi değilmiş binaenaleyh (bundan dolayı) Latin hurufatı alınmalı imiş. …Biz bunun vahametini (korkunçluğunu) ve bu harflerin değiştirilmesinin bugün kürre-i arz (dünya) üzerinde yaşayan üçyüzellimilyon ehl-i İslama (Müslüman dünyası) ait olduğunu söyledik ise de onlar anlaşılmaz bir şekl-i huruf (harflerin şekli) kabulü noktasına doğru yürüdüler… Bu kabul edildiği gün memleket herc-ü merce (allak bullak) girer. …bizim kütüphanelerimizi dolduran mukaddes (kutsal) kitaplarımız, yazılarımız… ve bütün alem-i İslam’ı (İslam dünyası) üzerimize hücum ettirir ve kendi aramızda birbirimizi yeriz.(9)
Yani İttihatçılar ülkenin ekonomik sisteminin Devlet Kapitalizmi (Karma Ekonomi ) olarak kabulünü alkışlarken Arap harfleri noktasında sert karşı koymalarda bulunmuşlardır. Gelişen bu durum gerçekten çok ilginçtir. Zira, Dünya tarihindeki büyük olay ve oluşumların hemen hemen hepsinde temel neden ekonomi ile ilgili olgulardır; örneğin 1789-1848-1917 gibi dünyadaki büyük devrimsel hareketler hep ekonomi ile ilgili temel sorunlardan ileri gelmiştir. Hatta örneğin 1851-1865 ABD iç savaşı dahi ekonomi ile ilgili nedenlerden ileri gelmişken Osmanlıdan devir alınan Türkiye Cumhuriyetindeki her toplumsal değişime mukavemet akıldan değil “inanç” açısından ileri gelmiştir.
Din eksenli bu reaksiyon ileriki yıllarda da devam etmiştir. Toplumsal değişimlere, örneğin ,1950-1960-1971-1980-2002 ile 2013 (Taksim Gezisi) olaylarına bakılacak olursa bu değişimlerin temelinde ekonomik olgular olmadığını hep sosyal nitelikli ileri seviyede insan hak ve özgürlüklerin örneğin inançtan kaynaklanan içki yerine ayran içiniz mottosundaki geçerli öz olan içki içmenin günah olduğuna inanların Laikliği benimseyen vatandaşlara engelleme yapmak istemiş olmalarıdır.Buradaki temel durum kişisel özgürlüklerini çağdaş uygarlık seviyesinde yaşamak isteyenlerin isteklerine set çekilmesi olgusudur. İçki içilmesini günah sayanların gösterdiği inanca dayalı reaksiyonun akıl ile zıtlaşma olduğu görülmektedir. Batı uygarlığında kişinin özgür iradesinin kullanılmasını siyasal iktidarı yürütenlerin ya da din otoritelerinin akla zıt müeyyidelerle engellenmesi kabul edilirse bu insan’ın insan olarak yaşamasının men edilmesi anlamını taşır.
Böyle bir durumu ihdas edeceklerin temeldeki yanlışının kaynağı Batıda 1400-1500 tarihlerinde gerçekleşen Rönesans hareketinin Osmanlı dahil hiçbir İslam ülkesinde yaşanamamış olmasıdır. İnsanlık tarihinde yepyeni bir çığır açan Rönesans ve Reform hareketlerinin ne yazık ki en küçük bir etkisi bile İslam dünyasında yer alamamıştır. Batı değişirken Osmanlı’nın sosyo-ekonomik sistemi ilkel ortaçağ feodal / yarı feodal düzende taşlaşmış yapıda kalmıştır. Bu üretim biçiminin (mode of production) kendi yarattığı mülkiyet ilişkilerinin (property relations) üst yapısının özü olan “akıl” yerine ayet fetva ve benzeri inanç ögeleri kesinlikle akla aykırı da olsa uyulması zorunluluğu ile devam ettirilmiştir.
XXX
Günümüzün değerli bir yazarı Türkiye’nin çözülemeyen ve Osmanlıdan günümüze gelen temel problemin “insan soyunun ve aklının özgürleşmesi mücadelesidir. AKP gericiliği, İslam’ın süren Ortaçağı içinde sadece bir sonuçtur” diyor ve şunları açıklıyor (10) “İslam dünyası uzayan bir Ortaçağ’ın içinden geçiyor. Bin yıla yayılan uzun, acılı ve kanlı bir çağ bu. İmam Gazali’nin … İslam’da içtihat kapısını kapatmasıyla başlayan karanlık bir bin yıl...İslam dünyasının yükselişini sonlandıran, bilimin …insan aklının teslim alındığı büyük gericilik dönemi… Aklın değil “naklin” esas alındığı yıllar…İçtihat (yorum, yeni kural koyma) kapısını kapatarak dinin akla ve bilime göre yorumlanmasının ve çağa uydurulmasının önünü kesiyor. Onu donduruyor ve böylece İslam dinini insanlığın tarihsel yürüyüşünün önünde gerici bir engele dönüştürüyor….felsefeci ve yorumcu İbni Rüşt Gazeli’yi Endülüs’ten eleştiriyor ve onun görüşlerini mahkûm ediyor. …insan aklının özgür bırakılması gerektiğini, dini kuralların akıl ve mantıkla çelişmesi halinde akla göre yorumlanmasının doğru olacağı görüşünü savunuyor. Çünkü diyor İbni Rüşt; “İnsan aklı da Allah vergisi bir yetenektir” ve bu nedenle akla uygun olan nakle (kutsal söz, vahiy) aykırı olamaz...İbni Rüşt bu tartışmayı entelektüel ve felsefi düzeyde kazanıyor ama siyasal planda kaybediyor. Çünkü İslam dünyasının sultanları, halifeleri, şeyhleri itaat ve teslimiyeti savunan Gazali’yi destekliyorlar….İslam dünyasında sadece bir yerde, Türkiye’de kazanıyor. Bu topraklarda gerçekleşen 1908 Jön Türk ve 1923 Cumhuriyet devrimlerinin tarihsel ve felsefi anlamı budur.
XXX
Osmanlı dahil hiç bir İslam topluluğu Millet kavramının niteliklerini kazanamamıştır. Feodal sistemin gelişememesi yüzünden ekonomi sistemi sadece ırgat ve ağalık arasında kalmış ve daha önemlisi ülke içindeki ulusal kaynaklar harekete geçirilememiş ve ülkenin üretimi bölgesellikten kurtulamamıştır. Bu durum ise emek =ücret ilişkisine yani kapitalizme ulaşılamadığından yarı-feodal durumda kalınmış olmasıdır. Bu durum yani feodal yapının gelişip Batı ülkeleri gibi kapitalist aşamaya geçememiş olan İslam ülkeleri ve özellikle Osmanlı devleti Batı emperyalizminin Lozan Antlaşmasına varıncaya kadar emperyalizmin sömürüsü altında İngiltere başta olmak üzere Batılı ülkelerin esiri olarak yaşamıştır. Aslında , Halife’nin dinsel kurallara dayanarak yönettiği İmparatorluk içinde İngilizlerin sömürdüğü toplumu oluşturan halk bilinçsiz, bilgisiz ve günümüz de her daim Batının sömürgesi altında kalmaya devam etme düşüncesini bilinç-altı beyinsel idraklerinde saklı tuttukları yukarda hatırlattığımız “biz İslam toplumuyuz biz icat ve keşif yapamayız” sözlerinin ima ettiği durumdan açıkça görülmektedir.
Bütün bunlara rağmen Türkiye Cumhuriyetinde Kemalizm’in özü olan “akıl” tohumlarının ekilmesi Lozan Antlaşmasıyla sağlanmış ve Türkiye Cumhuriyeti;
1- ekonomik sistemini yani Gökalp’in Devlet Kapitalizmi (Karma Ekonomi) sistemini 1923 yılından bu yana DP ve AKP dönemlerindeki “önemli tahribatlar” dışında uygulamakta ve ilerlemektedir.
2- ülkenin Batı uygarlığının “akıl” kulübüne intisap etmesinin güzergahında ilerlemektedir.
XXX
Hem ekonomi sisteminin işleyişinin önemli ölçüde tahribata uğraması hem de yukarda bahsettiğimiz yazarın dediği gibi 1000 yıllık kavganın zaman zaman reinkarne edilmesinden dolayı Türkiye Cumhuriyeti zaman zaman zorluklarla karşılaşmıştır ve karşılaşmaktadır. Bu zorlukların temelinde iktisadi sistemimiz olan Devlet Kapitalizmimizi oluşturan ögeler yoktur; ama tam tersine var olan olgu Devlet Kapitalizminin siyasal iktidara sağladığı hukuksal “eylem serbestliğinin” sistemi dejenere ederek kullanılmasıdır. Bu vesile ile Gökalp’in dediği “private capitalism”i geliştirerek Devlet Kapitalizmini şeklen olmasa da fiili olarak özünün ortadan kaldırılmasının sağlanmasıdır. Diğer bir deyişle burada ortaya çıkan esas amaç “devlet kapitalizminin” olgularını değiştirmek ya da özünü yok etmek değil bu olguların Devlete verilen ve sınırsız olarak kullanılmaya müsait özünü İslami kurallara dayalı ve Rabia işaretinin ifade ettiği anlamının fiiliyatta gerçekleştirmek için kullanılmasıdır. Geçmişte DP döneminde kullanılan bir takım sosyal ya da ekonomik yollar bu kez AKP döneminde daha da farklı ve son derece daha çarpıcı metotların varlığını göstermektedir. Bu dönemin en önemli ve şaşırtıcı derecede başarılı olan anahtarı Karma Ekonomi sisteminin temel niteliğinin şekilsel varlığının korunması ama bu varlığın özünün gerçek varlığının seçim sandıklarına “ belli renk ve belli harfleri taşıyan” oy pusulası getiren bir makine duruma getirilmiş olmasıdır. Kısaca bu konuya günümüzde Soma kömür madeni olayında rastlamaktayız. Kömür işçilerinin AKP’ye oy vermemesi halinde işlerini kaybedecekleri tehdidini kullanılması o işletmeyi işleten müteşebbise bu “kuvveti” hediye etmiş olmak demektir. Şayet bu işletme kamuya ait olsaydı kamu otoriteleri “kamuya ait haklar” düzeninden dolayı işçileri işten atmakla tehdit edemeyeceklerdi.
Ama bu “oy getiren” olgu ne siyasal iktidara oy verenlerin çoğunluğu tarafından ne de Virane Köşk olarak tanımladığımız muhalefet tarafından hala idrak edilememektedir. Oy getirmenin temelindeki esas bilimsel gerçek Türkiye’nin üretim modu yani üretim biçiminde Marx’ın dediği gibi “bir ülkenin ekonomi sistemi kendi ilerleme çizgisinde feodaliteden geriye doğru değil ileriye kapitalizme doğru yol alır” olayının ispatıdır. Bunun gerçek göstergesi 2002 yılından Taksim Gezisi tarihine kadar devam etmiş bir durumun tanımlanmasıdır. Alt yapının yani üretim biçiminin (mode of production) hangi masraflar, hangi dış borç birikimleri, hangi milli varlıkların satılması ve diğer politikaları ve icraatları bir yana bırakılacak olursa AKP’nin ilk yıllar döneminde Türkiye’’nin Dünya Ekonomik buhranından fazla etkilenmemesini sağlamıştır.
Ama ne var ki bu başarı by-product olarak da Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasından günümüze dek İslam dünyasında liderlik arzu eden İttihatçıların emellerinin kısmen reinkarnasyonu olmaktır. Türkiye’de AKP tecrübesiyle Marx’ın tezinin haklı olduğu ispat edilmiştir ama bu ispat diğer yandan Türkiye’nin iktisadi gelişmesi arttıkça yani feodaliteden uzaklaşarak ekonominin temeline emek= ücret gerçekleştiğinde bunun üst yapıda yaratacağı mülkiyet ilişkileri –property relations-(sosyal ve kültürel olgular) çağdaşlaşacak ve eninde sonunda AKP tarafından ne yapılırsa yapılsın tarihi determinizm gereği Türkiye’de Batı uygarlığının temeli olan “akıl” hakim olacaktır. Böylece ülkemizdeki bütün üzücü gelişmelerin üst yapıdaki simgesi olan sağ elini Rabia işareti ile kaldırmak Laik Kemalist Türkiye için sadece “geçici” bir zaman parçası olarak kalacaktır.
Akıl’ın doğmaları yendiğini gelecekteki Türkler göreceklerdir. Bu olgu İncil'in Latinceden halkın kendi dilinde okuyup anlayabileceği dile tercüme eden ilk çevirmen olan filozof John Wycliffe (1330-1384) olayının bir bakıma tekrarı gibi olacaktır. John Wycliffe, ölümünden 44 yıl sonra o anda Vatikan'daki Papa Martin V tarafından onun hakkında bir karar alınmıştır. Bu karar Wycliffe'in dogmalara karşı olan kimse olduğunun ilan edilmesidir. Bu karar üzerine mezarı açılmış ve kemikleri çıkarılarak “skolastik anlayışa karşı geldi” diye 1428 yılında yakılmıştır.
XXX
Konumuzla ilgili olarak Türkiye’deki Laikler ne yazık ki halkı aydınlatmakla yükümlü odak noktalarında zafiyet göstermektedirler. Parti içi mücadeleler, kişisel davranışlar ve de çoğunlukla CHP nin 6 Ok’undaki her bir ok’un ihtiva ettiği anlamı bir yana bırakmasıyla Virane Köşk haline dönmesi ve MHP’nin arada sırada AKP’ye tam can alıcı anlarda destek vermesi yanında yazar ve çizerlerin akla dayalı düşünce unsurları ve Batı dünyasındaki ilerlemelere paralel olan değerler yerine kişisel olarak algıladıkları -pseudo gerçekleri ileri sürerek Laiklik anlayışını savunuyor görünmektedirler.
XXX
1970 li yıllara yaklaşılırken Türkiye’deki iç barış ve bu özgürlük ortamının varlığından yararlanan bir çok düşünür ve yazarlar çok farklı tezlerle seslerini yükseltmeye başladılar. Bunlar ülkede farklı teoriler kurarak ve bu teorilerin doğruluğunu ve olabilirliğini irdelemeksizin sadece iddia ederek Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve kültürel yapısının “çağdaşlaşması” için yeni bir slogan yarattılar. Düzenin “değiştirilmesi” tezlerini ileri sürmeye başladılar. Bazıları temellerindeki genel çizgilerinin Marx ve Lenin’in anlayışlarına uygun olduğu iddiasıyla ve gerçeklikle ilgili olup olmadığını bilimsel düşünce mekaniği ile irdelemeden toplumsal önderliklerde, entelektüel iletişim çevrelerinde ve siyaset sahnesinde faaliyetlerde bulunmuşlardır. Hatta bazıları Parlamentoda da yer almışlardır. Bu düşünür/eylemcilerin hemen hemen hepsi yabancı dil bilen ve akademik ünvanlı kişilerdi. Kurdukları Siyasal Partiler ve de özellikle yayınları yoluyla Türkiye’nin kurtuluşunu devrimcilerin devrim yapmalarında olduğu ileri sürüyorlar ama bu kavramları oluşturan “kök” hücrelerin neler olduklarını tanımlayamıyorlardı ve sadece “farazi” önermeleri dile getiriyorlardı.
O dönemin öne çıkan düşünürlerinden bir yazarını, Doğan Avcıoğlu'nu örnek olarak izlersek o günlerin atmosferini de görmüş oluruz. “Türkiye politik bağımsızlığını, ekonomik bağımsızlık temeline oturtarak, tam bağımsızlığını gerçekleştirmiş, feodalizmin ülke çapında alt ve üstyapılardaki etkilerini kesinlikle silmiş, geniş kitleleri ekonomik özgürlüklerine kavuşturmuş ve kalkınmasını tamamlamış bulunsaydı, bu eleştiriler bir ölçüde geçerli sayılabilirdi. Oysa bağımsız, kalkınmış, uygar ve gerçekten demokratik bir Türkiye dün olduğu gibi bugün de bütün halkçı ve ulusçu güçlerin ortak özlemini teşkil etmektedir. Kemalizm bu ortak özlemin ifadesidir. O halde Kemalist devrim daha tamamlanmış değildir. Devrimcilerin baş görevi, ulusçu ve halkçı güçlerin bu ortak özlemini bir an önce hayata geçirmeye çalışmak olmalıdır…. Kemalist tez kısaca şundan ibarettir: Bağımsızlık içinde, devrim yoluyla düzen değişikliğini gerçekleştirmek ve kısa sürede çağdaş uygarlığa ulaşmak.” (*)
Demek oluyor ki o günün yazar ve/bilimsel unvanlı kişiler ile siyaset yapanların söylemlerinin temelinde “Devrimcilerin baş görevi Devrim yoluyla düzen değişikliğini gerçekleştirmek” tir. Ama ne yazık ki Düzen değiştirmenin hangi ekonomik yapı içindeki “çağdaş düzen” e erişmek oluğunu ifade eden ne bir gerçek bilimsel öneri ya da olabilirliği mantık düzenine uygun düşünce jimnastiği olacak değerde bile olmayan yarı gerçekçi ya da salt hayali istekler geçerli söylemlermiş gibi günün modası olarak toplumun gündemini oluşturuyordu. Örneğin Yazar Marks’ın üretim biçiminin(yani alt yapının) ve mülkiyet ilişkilerinin (yani üst yapının) silinmesi hakkında şöyle söylemektedir: feodalizmin ülke çapında alt ve üstyapılardaki etkilerini kesinlikle silmiş…. Buradaki istek feodal üretim ilişkilerinin ülke çapında etkisinin silinmesi demek, feodalitenin yerini kapitalizmin almış olması demektir. Yani feodalizm ortadan kaldırılmadan etkisinin kaldırılması yani alt yapıyı yani “üretim ilişkilerini” silmek için ABD’deki gibi 1851-1856 yılları arasındaki iç savaş yapılması gereklidir. Örneğin ABD’nin kuzey eyaletlerinin kapitalistleri ve onları koruyan Başkan Lincoln’un askeri gücün desteklemesiyle güneydeki toprak rejimini zorla değiştirmek gerekmiştir . Bu silah zoruyla üretim ilişkilerinin (alt yapının) yok edilmesi ve bunun sonucunda etkilerinin silinmesine örnektir. Bir bakıma alt yapı değişmeden o alt yapının kendisinin ürettiği üst yapının silinmesinin etkilerini düşünmek kavramsal hata olmaktadır.
Böyle bir yaklaşımın genelleştiği dönemi tesis eden ve bilimselmiş gibi takdim edilip savunulan o günlerde entelektüel ya da aydın ya da siyasetçi ya da yazar unvanına sahip olanlar Marks’ın üretim biçiminin(yani alt yapının) ve mülkiyet ilişkilerinin (yani üst yapının) silinmesi gibi var olmayan ve var olamayacak bir kelimeler dizisini dillendirerek gençleri etkiliyorlardı. Bu tür anlatımlar sonunda bir çok genç anarşist, devrimci, komünist gibi etiketlerle suçlanarak zarar görmüşlerdir. Ne yazık ki bu kavramların içerdiği özü bilimsel mi uydurmamı olduğunu ayırt edemeyen bilimsel tanımlardan habersiz olan ne eylemci gençler, ne düşünür ya da eylemci yazarlar, ne siyasal partilerde var olanlar, ne sözde bilim adamları , ne eylemcilerin arkasında onları alkışlayan “eski tüfekler” ya da yeni bitme bilimciler ve “önemli zevat”, ne de yok edici güce sahip olan ister sivil ister askeri nitelikte olsun iktidar sahipleri Atatürk’ün ülkesinde bu “elit ”in yukarda tanımlanan cehalet kavramını ispat eder karakteristiklerinden dolayı bu zararlarının müsebbipleri olmuşlardır. Bunların en şaşırtıcı ve üzücü olan noktaları Devrimi neyi, hangi ekonomik yapıyı elde etmek için önermekte oldukların söylememiş aslında söyleyememiş olmalarıdır.
Türkiye Karma Ekonomi (Devlet Kapitalizmi ) sistemini kurarak, Merkezi plan yaparak, Anayasa Mahkemesine sahip ve “sandıklama demokrasi” ile yönetilen bir ülke iken ne tür bir ülke istedikleri anlaşılamamıştır. Devrim kelimesine yükledikleri meçhul kalan anlamı bilinmeyen devrim Batı uygarlık düzeyinde yaşayan hangi Batılı ülke işbu Devrim’i yapmıştır ve eğer bir örnek varsa bu örnek ne tür bir devrimle ne tür bir alt yapıyı (mode of production) ihdas etmiştir. Acaba örnek olabilecek hangi Batılı ülke “çağdaş uygarlığa” nasıl bir devrim yoluyla varmıştır? Düşünürlerin istediği sistem hangi ülkede, hangi yapıyla hangi devrimle çağdaş uygarlığa ulaşmıştır? Ulaşılmak istenilen “çağdaş” dönem neyi ifade ediyordu?
Belki de sosyalizm denilen bir sisteme geçmek için mi devrim öneriliyordu?
Ziya Gökalp bu noktada çok açıktır ve şunu söylemektedir: “Türkler özgürlüğü ve bağımsızlığı severler, onlar komünist olamazlar. Fakat eşitliği sevdikleri ferdiyetçi olamazlar…Özel mülkiyeti ortadan kaldırmak için Sosyalist ve komünist teşebbüsler haklı görülemezler. Bununla beraber sosyal dayanışmaya (solidariteye) hizmet etmeyen özel zenginlik meşru addedilemez…”(11). Diğer yandan Lenin sosyalist devlet kurmayı ancak Rusya’nın feodal yapısının bitmesinden sonra yani kapitalizm üretim biçimine varıldıktan sonra olabileceğini vurguluyordu. Zira Marx’ın yol haritasında feodal üretim biçimi bitmeden yani emek= ücret eşitliği sağlanmadan önce sosyalizm kurulamaz olgusunun bilincinde ve idrakindeydi. Zaten bu yüzden ana sorunun sosyalizme ulaşmanın tek yolunun feodaliteden kapitalizme ulaşmak olduğu için kendi geliştirdiği bir sistemin Devlet Kapitalizmi olduğunu şöyle açıklıyordu: ” Tüm problem -gerek teoride, gerekse uygulamada - kapitalizmin kaçınılmaz gelişimini belirli bir ölçü ve belirli bir zaman içinde devlet kapitalizmi kanallarına yönlendirilmesindeki doğru metotların bulunması; bunu çevreleyecek koşulların belirlenmesi ve devlet kapitalizminin sosyalizme dönüşümünün yakın gelecekte ne şekilde nasıl teminat altına alınacağı sorunudur.(the whole problem - both theoretical and practical - is to find the correct methods of directing the inevitable (to a certain degree and for a certain time) development of capitalism into the channels of state capitalism; to determine what conditions to hedge it round with, how to ensure the transformation state capitalism into socialism in the near future" (V.I. Lenin, Selected Works 3. Cilt, Moskova, 1961 Sh: 648) (Mayıs 1921 "The tax in Kind" --) (12)
Demek ki Lenin bile sosyalist devlet kurmayı zamana terk etmiştir. Aslında “zamana terk” zorunda kalmıştır; zira Karl Marx’ta sosyalizmin nasıl kurulacağına dair bir reçete değil tek bir ifade yoktur. Marx’da tek cümle vardır o tek düşünce sistemi de şudur: toplumlar feodaliteden kapitalizme, kapitalizmden sosyalizme geçerler ve sosyalizmde herkes üretime katkısı oranında pay alacaktır.
Belki bunlar piyasada toplam arz ve talebin doğurduğu piyasa fiyatları yerine Stalin’in yarattığı ve Yeltsin iktidarına kadar geçerli kalan “Kumanda Ekonomisi” sistemini mi istiyorlardı ? Kumanda Ekonomisinin dönemini belki de sosyalizm-komünizm dönemi olarak ele alan kendilerine devrimci diyen zevat bilgisizlik içinde bıraktıkları düşünce tortularına inandırdıkları bir çok gencin ölümüne düşünsel yem yaptıklarının farkında olmadılar mı?
XXX
Şimdi günümüzde de bazı yazarlar 1970 li yılların yazarları gibi AKP iktidarının Türkiye’nin içinde bulunduğu Karma Ekonomi sistemini iğdiş ederek ve halkın zaaf ve bilgisizliğini kullanarak ve özellikle de dinsel inançlarına müracaat ederek bir zamanlar İttihatçıların emel edinmiş oldukları İslami Türkiye Cumhuriyetinin yaratılması çabalarını sanki göz ardı ediyorlar. Günümüzde de o zamanlarda var olmayan ve kurgulara dayanan iddia, tez ve sloganlaşmış cümlecikler devam ederek adeta George Orwell’in “1984” adlı romanında yarattığı “Big Brother” rolünü kendi kendilerine yakıştırarak örneğin 1 Mayıs 2014 tarihli Aydınlık Gazetesinin 2. sayfasında Murat İnce'nin yazdığı makalesinde şunları belirtiyor: “…özellikle sol görünümlü kesimlerin akıl almaz yanlışlıklarını anlayışla karşılamak doğru olmadığı gibi , bilimsel sosyalist bir yaklaşım da olamaz . Marks’tan Mao Zedung’a kadar bilimsel sosyalizmin öğretmenlerinin milli simgelere bakışları konuyu aydınlatmaya fazlaca yetiyor …devrim ile karşıdevrim arasında nerede durduğunuzdur .Bilimsel sosyalistlerin eylem kılavuzu bilimdir. Doğu Perinçek'in deyimiyle, 'Bilimsel Sosyalizm, bilimin doruğudur.' (Kaynak Yayınları, ikinci basım, Sayfa 93) O halde dogmalardan kurtulmak ve gerçeklerden yola çıkarak mücadeleye girmek en doğru olanıdır. Sol içinde bulunan sosyalistlere çağrımızdır, Türk bayrağı düşmanlığı emperyalizmle birleştirir, Türk bayrağını taşımak ise Türkiye halkıyla birleştirir ve devrim yoluna girmenizi sağlar. Türkiye’nin bilimsel sosyalistleri anti-emperyalist –demokratik değerlerimizi sonuna kadar savunmada kararlıdır .Bunun aksini savunanlar tarihin kenarlarında sürünmekle yetineceklerdir.”
Lenin herhalde yukardaki yazarların bilgilerine sahip olmadığından öyle hareket etmemiş ve ayrıca “bilimsel sosyalizm” etiketi altında gençleri “devrim ile karşı devrim arasında nerede durduklarını” sormayı düşünememiş olsa gerektir. Bu yazarların belirttiğine göre Marx ve Mao bilimsel sosyalizmin öğretmenleri olduklarına göre bu yazarlar Lenin’in Devlet Kapitalizmi sistemini kendisi yaratarak uygulamasının nedenini açıklamamayı tercih etmişlerdir. Türkiye’de uygulanan State Kapitalizm -Karma Ekonomi adıyla kullanılan bu sistem Rusyada 1921-1926 yılları arasında New Economic Policy(NEP) adı altında ve Stalinin ölmesinden sonra tekrar aynı sisteme geri dönülerek günümüze kadar kullanılıyor olması, ABD de 1929-1942 yılları arasında New Deal adı ile, 1931 de Türkiyede Etatizm adı altında ve şimdi de Kasım 2013 tarihinde Çin Halk Cumhuriyeti tarafından State Kapitalizm adı altında 8 Aralık 2013 tarihinde kullanılmasına geçildiği ilan edilmiştir.(13) Daha da önemlisi 2014 yılında ABD Başkanı Obama’nın Rooswelt’in uyguladığı modelin yani esasta Devlet Kapitalizmi’nin tekrar kullanılması için yeni bir talebini kongreye iletmiş olması (14) ve Obama’nın bu konuyu gündemde tutması ile Çin’i n Devlet Kapitalizmi sistemini “Kumanda Ekonomisi” sistemi yerine kabul ettiğini ilan etmesi üzerine geçen ay ABD’nin saygın bilim çevrelerinde değerlendirme toplantıları yapılmaya başlanmıştır. Örneğin ABD’de 30 Nisan 2014 tarihinde Brooking üniversitesinde The Future of State Capitalism in China toplantısı yapılmıştır.(15)
Ama yukarıda bahsettiğimiz yazarlar bu noktaları değerlendirmelerine almamakta ısrar etmektedirler. Tarihi determinizm ferdi arzuların toplumsal yapının ilerlemesi karşısında başarılı olamayacağını söylemektedir.
Unutulmaması gereken önemli olgu Marx’ın söylediği her toplum feodaliteden kapitalizme, kapitalizmden sosyalizme ilerler söylemidir. Bu soylem şekilsel bir kural olarak ele alınırsa bunun bir ilahi motto olduğuna inanmak gerekir. Aslında Marxizm böyle bir söylem olsa idi ,kapitalizmin moribond haline dönüşmüş olduğu ABD de can çekişirken yada sosyalizmin var olduğu iddia edilen Sovyetler ve Doğu Avrupa rejimlerinde de emperyalist savaşlara ve kitlesel sefalete ve baskıya insanın kendi kendine yabancılaşmasına ve çevre felaketlerine ve ırkçılık gibi insanlar arasına ayrıştırmaların ortadan silinmiş olması gerekirdi. Marx 1844 yılındaki eserinde (4) insanın bir commodity haline gelmesini saptadıktan sonra “bu insanların” nasıl bir madde haline geldiğinin izahını yapan bir düşünürdür. Marks ileriye dönük yol almada hiçbir reçete yada öneri getirmemiştir .
Lenin tarihi gelişimi hızlandırmak amacıyla Devlet Kapitalizmi sistemini yaratmıştır. "Lenin gidilen yolda ilerlerken her bir adımdan önce ne yapılması gerektiğine karar vermek için Marksist ideolojiyi bir rehber olarak kullanmıştır." (16)
Coşkun Ürünlü
30 Mayıs 2014
________________________________________________
(*) g.y. Sinan Meydan, Akl-ı Kemal, İstanbul, 2012, Cilt 1 - sh. 18 - 19
1. http://www.urunlu.com.tr/91-kemalist-ronesansa-olumcul-darbe
2. Bknz: http://www.urunlu.com.tr/83-ummetten-millete.
3. “For Marx all social facts other than the economic facts are epi-phenomena… For Marx, only economic facts are genuine realities. The rest are neither realities nor phenomena, but simply the products and shadows of economic facts.(1) Ziya Gökalp, Turkish Nationalism and Western Civilization ,1959, Greenwood press, USA, Syf:60,61-derleyen ve çeviren Niyazi Berkes. G.Y : Ziya Gökalp,Tarihi Maddecilik ve İçtimai Mefkurecilik,Yeni Gün, Ankara Mart 8 1923.
4. bknz:Eric Fromm Marx’s Concept of Man,New York 1961 -T.B. Bottomore, Karl Marx Early writings,London,1963
5. “if the Grand National Assembly pursues such a policy by drawing up a national economic plan ,it will be possible to see an economic miracle after the establishment of peace (”İktisadi Mucize”, Küçük Mecmua, ,no.23. Diyarbakaır,1923) G.Y: Ziya Gökalp, Turkish Nationalism and Western Civilization, New York 1959, Columbia University Press)- Derleyen ve Çeviren Niyazi Berkes, Sh:309.
6. İktisadi İnkılap İçin Nasıl Çalışmalıyız? Küçük Mecmua no.33,Diyarbekir 1923,G.Y. = Present-day European imperialism is based on private capitalism. If we accept the system of state capitalism, we will be able able to prevent the rise of those insatiable and predatory capitalists in our countryz”, Berkes 311
7. Bu planın ayrıntıları için bk. http://www.urunlu.com.tr/112-turkiyenin-1944-sanayi-plani-
8. Ziya Gökalp, Turkish Nationalism and Western Civilization, 1959, Columbia University, New York, sh.146-147
9. Gündüz Ökçün, Türkiye İktisat Kongresi, SBF yayını no.262 1971 Ankara ,sh. 318-320
10. Merdan Yanardağ, Yurt Gazetesi. 12 Haziran 2012, http://www.urunlu.com.tr/12-bin-yillik-kavga
11. Turks love freedom and independence , they cannot be communist .But as they love equality they cannot be individüalist.The attempts of the socialist and communist to abolish private ownership are not justified .However ,private wealth which does not serve social solidarity cannot be regarded as legitimate. İktisadi Türkçülük , Türkçülüğün Esasları Ankara 1923 syf 165-9 Berkes 312
12. The whole problem- both theoretical and practical- is to find the correct methods of directing the inevitable (to a certain degree and for a certain time) development of capitalism into the channels of state capitalism; to determine what conditions to hedge it round with, how to ensure the transformation state capitalism into socialism in the near future” (V.I. Lenin, Selected Works 3. Cilt, Moskova,1961 Sh: 648)( Mayıs 1921 “The tax in Kind” -- " Tüm problem - gerek teoride, gerekse uygulamada - kapitalizmin kaçınılmaz gelişimini belirli bir ölçü ve belirli bir zaman içinde devlet kapitalizmi kanallarına ve yönlendirilmesindeki doğru metotların bulunması; bunu çevreleyecek koşulların belirlenmesi ve devlet kapitalizminin sosyalizme dönüşümünün yakın gelecekte ne şekilde nasıl teminat altına alınacağı sorunudur.
13.http://www.urunlu.com.tr/105--cin-halk-cumhuriyetindeki-ikinci-devrim-%E2%80%98%E2%80%99devlet-kapitalizmi%E2%80%99%E2%80%99-sisteminin-kabulu-
14. http://www.youtube.com/watch?v=ZMCfxWN_X3Q (President Barack Obama, The Tonight Show with Jay Leno)
15.http://www.brookings.edu/~/media/events/2014/04/30%20china%20capitalism/043014brookingschina_edit.pdfm
16. Cliff Conner, Dialectical Materialism: The philosophy of Marxism, Walnut Publishing Co., USA 1992, Sh. 31