İKTİSAT TARİHİNDE KAPİTALİZME ELVEDA AŞAMASI
A man may die, nations may rise and fall, but an idea lives on.
John F. Kennedy
Toplumların feodal yapıdan kapitalist yapıya geçildiğinde örgütlendiği form millet kavramıyla özdeşlemiştir. Sınıfsal yapıya dayalı emek=ücret yapısı oluşur ve eski üretim biçimindeki toprak sahibinin kölelik sistemi kaybolur. Genelde bu feodal ve yarı-feodal yapılardan sistem içi faktörler kanalıyla toplumlar kapitalist bir yapıya kendiliğinden ulaşırlar. Karl Marx ulaşılan bu kapitalist sistemi inceler ve bu sistemin çalışmasının toplumda yarattığı unsurlar ile bu unsurların sonunda yaratacağı –gideceği-- varış noktalarının neler olabileceğini irdeler. Ama burada çok önemli bir nokta var o da Marx’ın bu irdelemelerinin temelinde ideolojik bir olgu yer almaz. Daha da önemlisi kapitalizmi irdelemesinin sonucunda sistemin çökeceğini belirtir ama ondan sonra geleceğini iddia ettiği sosyalizmin temellerinin nasıl kurulacağına hangi unsurlara dayanacağına dair tek bir bir ışık yoktur. Onun sosyalizm kavramındaki tek yargısı “ herkes üretime katkısı oranında pay alacaktır” cümlesidir.
XXX
Lenin iktidara geldiğinde feodalitenin hüküm sürdüğü bir Rus toplumunun önderi olur. 1921 yılına kadar ülkenin ekonomik temel yapısının hangi ilkelere göre nasıl tesis edileceğine dair Marx’tan gelen bir model olmadığı için bir bakıma çaresiz kalır. Zira Marx’ın amacı kapitalist sistemin nasıl çökeceğini değil hangi olgulardan dolayı çökeceğini tespitten ibarettir. Zira Marx sadece bir düşünür olarak kalmış Lenin ise hem düşünür hem de eylemci karakteriyle Rusya halkının geleceğine ilişkin yol ve yöntemleri sunmak zorunda olan bir liderdir. Marx bir felsefeci, bir bilim insanı iken Lenin eylem adamıdır. Zaten bu yüzden de Rus toplumu 1917 den 1921 e kadar yani Lenin’in NEP dönemini kurana kadar ülkenin yarı- feodal yapısında, Kamu İdare mekanizmasından ayrılan burjuva/aristokrat yöneticilerden yoksun ve din adamlarının etkisi altında sefalet içinde yaşayan halkı yönetmek zorunda kalmıştır. NEP ilkeleri uygulanana ülke eski sistem içinde boşlukta kalmıştır.
Bu durum karşısında Lenin kendisinin düşünüp kristalize ettiği NEP döneminin ilkelerini yürürlüğe koymuştur. Onun dayandığı temel Marx’ın her toplum feodaliteden kapitalizme ve kapitalizmden Sosyalizme geçer ilkesinden esinlenerek yarattığı ve Stalin döneminde “Kumanda Ekonomisi” sisteminin kabulüne kadar uygulanmış olan bir sistemdir. Lenin’in bu sistemi kabul edişinin rasyoneli şu cümlede görülmektedir: “ The whole problem- both theoretical and practical- is to find the correct methods of directing the inevitable (to a certain degree and for a certain time) development of capitalism into the channels of state capitalism; to determine what conditions to hedge it round with, how to ensure the transformation of state capitalism into socialism in the near future” (V.I. Lenin, Selected Works 3. Cilt, Moskova,1961 Sh: 648)
XXX
Kendisinin söyleminden de görüldüğü üzere Devlet Kapitalizmi (State Capitalism) anlayışını bir ülkenin “iktisat modeli “olarak yaratmış ve uygulamaya yerleştirmiştir. Bu Devlet Kapitalizm sistemi günümüzde yani Aralık 2013 de Çin Halk Cumhuriyetinde ülkenin uygulayacağı ekonomik sistemi olarak kabul edildiği ilan edilmiştir. Devletinin ekonomik sistemi, olarak kabullenilmiş bu sistemin çağımızdaki adı karma ekonomi (mixed econmy). ( Bknz: ( http://www.urunlu.com.tr/105--cin-halk-cumhuriyetindeki-ikinci-devrim-%E2%80%98%E2%80%99devlet-kapitalizmi%E2%80%99%E2%80%99-sisteminin-kabulu-)
XXX
Yukarıda anlatılan gelişmeler devam ederken, kapitalist ekonomilerde dönemsel buhranların sonuncusu günümüzde hala devam etmektedir. Batı kapitalist ülkelerini saran bu buhranlar ekonomik sistemin özünden ileri gelmektedir. Bu buhranların göstergesi toplumlarda üretilen mal ve hizmetlere olan toplam (aggregate) talep’in düşmesidir. Bu düşüşü kesinlikle durdurmak ya da duraklatmak için
1- genel ya da yerel savaşlar çıkarılması
2. ABD Başkanı Rooswelt’in 1929 buhranında kullandığı Devlet kaynakları ile devasa yatırımlar yapılması
3- Milton Friedman’ın Monetarism politikasıyla kapitalist oligarşiyi ürkütmeden buhranı para arzını arttırarak ekonomiyi dengesiz (disequilibrium) halden denge haline dönüştürülmesidir.
Birinci alternatifin çıkış yolu olan genel ya da yerel savaşlar çıkartılarak buhranın nedeni olan talep düşüklüğü durdurulabilir ve sistem equilibriuma kavuşur. Örneğin İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) bitmesiyle ABD deki depresyon hemen hemen sona ermiştir; aslında bu sona eriş kesinlikle Kore savaşında (1950-1955) yapılan askeri harcamalar sayesinde elde edilmiştir. Bu alternatif ne kadar aggregate talebi arttıracak olsa da savaş, bir insanlık suçu olduğu için bu alternatifi bir yana bırakabiliriz.
İkinci alternatif ise 1929 iktisadi buhranında kullanılan Keynes’in ABD Başkanına önerdiği büyük kamu yatırımlarının yapılmasıdır. Krizin duraklatılmasıyla çözüme kavuşturulması için temeli Karl Marx’a dayanan Keynesian formülünü Başkan Rooswelt New Deal adı altında uygulamıştır. Bu politikanın gereğini kamu kaynaklarıyla harcama yaparak piyasadaki toplam talebin (aggregate demand) artmasını ve işsizliğin akıl almaz boyutlara varan durumunun düzeltilmesi için gerekli tedbirleri uygulamıştır. Bu uygulamanın gerçekleştirilmesi için WPA idaresi kurulmuştur(1). İdare, verilen sınırlar içinde kalarak amaca ulaşmış, yani toplam talebin daha da düşmesini engelleyerek kapitalist üretim sistemini korumuştur. Buhran İkinci Dünya “savaş ekonomisi” ile söndürülmüştür. Ama ne var ki 2000’li yıllarda yeni bir ekonomik buhran hortlamıştır. Bu durum karşısında Obama Başkanlığa gelince ilk verdiği demeçte yine aynı Keynes’ci reçeteyi dile getirmiştir. Ama ne var ki iktisadi buhranların müsebbipleri bu kez gerçekten her türlü desiseyi kullanarak Obama'nın kamu kaynaklarını kullanması engellemişlerdir.
Lakin 2008 krizi 2013-2014 e gelindiğinde derin ve daha parçalayıcı etkisiyle günümüzde devam etmekte ve etkisi yayılmaya devam ederken “sözde” alternatif üçüncü yol günümüzde başarısız olunacağı biline biline reinkarne edilerek tekrar gündeme taşınmıştır.
XXX
Bu üçüncü alternatifte çöküşü durdurmak için ileri sürülen tezin özü Neo-Klasik iktisatçıların equilibrium (denge) kavramına dayanmaktadır. Bu kavramın saygın isimlerinden olan Prof. J. Hicks' e göre bir toplumdaki sosyo ekonomik durumun fotoğrafı çekilecek olursa bu fotoğraf o toplumdaki "an" , bir enstantaneyi gösteren statik bir olgudur. Ona göre statik bir oluşumun değerlendirme sonuçları geleceği göstermesi açısından sağlıklı değildir. Böyle bir statik denge (equilibrium) halinde ekonomiyi oluşturan örneğin çeşitli değişkenlerin “variable’ların” hepsi constant(sabit), değişmez (unchanging) denge (equilibrium) içindedirler. Hicks’e göre var olan equilibrium halinin her an var olması zorunludur. Ama Hicks bu noktada bir adım öne geçerek bu statik dengenin dinamik bir yapıya kavuşturulması gerekliliğine vurgu yapar ve bu olgunun değişim sürecinin “nasıl oluştuğunun” da analizi gereklidir der. Hicks bu gereklilikte zaman faktörünü ele almaz sadece sistemin özünü oluşturan variables (değişkenler) equilibrium halinin varlığını korurken bir üst yapıya geçiş sürecin incelenmesini ele alır(2); zira onun anlayışına göre ilerleme çizgisinde her aşamada yer alan ( var olan) değişkenlerin (variable)equilibrium halinin her an var olması zorunludur ve bu zorunluluğun değişiminin nasıl bir sürec içinde değişikliğe uğrayacağının tespiti gereklidir.. Hicks şöyle demektedir: “ All we can do is to define static condition as one in which certain key variables … are unchanging . A dynamic condition is then, … one in which they are changing; and dynamic theory is the analysis of the processes by which change.(2)
Ama ne var ki bir toplumun gelişmesinin incelenmesinde Hicks’in belirttiği bu neo-klasik “equilibrium” anlayışının dinamik anlamına gelmesi değişime geçiş sürecinin nasıl oluştuğunun belirtilmesi de yetersizdir; çünkü Hicks’in bu yaklaşımında “zaman” unsuru yoktur. Oysaki Prof. Joan Robinson’un belirttiği gibi Keynes’in en büyük katkısı neo-klasiklerin “equilibrim” kavramında “zaman” ögesi ihmal etmeleri olmuştur. Prof. J. Robinson şöyle söylemektedir: “Keynes brought back “time” into economic theory”. (3)
Neo-klasiklere göre buhranların nedeni equilibriumun dengesizliğe yani sistem içindeki variable (değişken) lerin denge durumunu kaybetmiş olmalarındandır. Sistem içi dengenin disfonksiyonel hale gelmesinin düzeltilmesi yani sistemin denge haline dönüştürülmesi için kullanılacak anahtar, para politikalarıdır. Örneğin bu tür politikaların en önemlisi ABD de hala etkin olan Milton Friedman’ın Monetarism teorisine göre para ekonomideki arz ve talep dengesini yönlendirme olgusu ile kapitalist oligarşiyi ürkütmeden buhran içindeki ekonomiyi dengesiz (disequilibrium) halden denge haline dönüştürmesidir.
Bu öneri daha önce Obama tarafından kabul edilerek ABD de uygulanmış ve Şikago ekolün kapitalismi savunma silahını yani piyasaya Bankaların mortgage kayıplarının telafisine gideceği alenen bilinen şekilde olan Devlet fonlarını piyasaya sürülmüştür. Bu para politikası taraftarları yani Kapitalizm düzeninde en ufak bir değişikliğe karşı çıkarak (örneğin Obama’nın istediği Başkan Rooswelt’in 1929 buhranın çözümünde kullandığı mekanizmayı engellediği gibi) Kapitalist oligarşinin ısrarıyla ABD hazinesinin piyasaya nakit sunma yoluyla “equilibrium” tesis ettirmenin duruma ilaç olacağına boş yere ısrar etmişlerdir. Bu ısrarın uygulanması varsayımıyla vakit geçerken Banka sektörü gayrimenkul ipotekleri yüzünden kaybettikleri mali varlıklarını devlet kaynakları vasıtasıyla geri almışlardır. Ama ne var ki equilibrium sağlanamamış ve buhran devamını sürdürmüştür.
Başkan Obama 1929 Buhranını çözen Rooswelt’in Keynes aracılığıyla uyguladığı New Deal politikasını uygulatamamıştır. Bunun temel nedeni Milton Friedman’ın kapitalist yapının korunması ve kamunun piyasaya karışmaması isteği ile enflasyonist baskıyı çoğaltmayacak miktarda para arzı çözüm için en iyi yoldur demektedir. Ona göre: a steady, small expansion of the money supply was the only wise policy. (http://en.wikipedia.org/wiki/Milton_Friedman)
XXX
Friedman’ın ısrarla üzerinde durduğu olgular 1-ABD ekonomisinde diğer bir deyişle Kapitatalist ekonomilerde equilibriumun bozulmasının en önemli göstergesi işsizliğin artmasıdır. Ama bu duruma kamu Rooswelt’in Keynesin görüşüne dayanarak kamu kaynaklarını yatırımlara tahsis ederek serbest piyasa mekanizmasının hür teşebbüsün yanında Devlet’in müdahalesi ettirilmesi yanlıştır. Ona göre serbest piyasa ekonomisinin dengeye tekrar kavuşturulması için monetarism kurallarına uyulduğunda sorun çözümlenecektir. Ona göre Keynes’in ihmal ettiği nokta işsizliğin her zaman bir miktar varlığının normal olmasıdır. Bu normal durumda para arzını stag-flation yaratmayacak şekilde arttırarak sistem dengeye ulaşır demektedir.
Friedman bu analizinde gene neo-klasik iktisatçıların “zaman” faktörünü görmezden gelmesi hastalığına benzer şekilde Keynes’in temelinde var olan long- run durumunda piyasada “glut” oluşmasının kaçınılamaz bir gerçek olduğunu küçümser. Keynes’in bu tezi aslında Marx’ın buhran teorisinde belirttiği bir gerçektir ve 1929 buranında ve 2000 li yıllarda tekrar doğan ve şimdi günümüzde hala devam eden bir olayın temelini oluşturur. Ama kapitalist düzen her buhran içine gömüldüğünde equilibrium safsatası sahneye yeniden çıkarılır. Örneğin 2008 yılından ağırlaşarak ilerleyen ABD deki de buhranın durdurulması ve equilibrium’un tesis edilerek Tam İstihdam durumuna ulaşılması için ileri sürülmesi gereken esas mekanizmalar yerine Milton Friedman’cı para politikası uygulanmaya başlamıştır. Ne var ki sahnedeki bu kapitalist oligarşinin çakaralmaz silahı olan monetarizm formülü sahnede baygın olarak yaşamaya devam etmiştir.
Bunun kanımıza göre en güzel örneği ABD de başlayan ve günümüze gelindiğinde tüm Batı ülkelerinde de “equilibrium”un bozulduğunu haykıran buhranın çözümü için paracı politikalarla “equilibrium”u yeniden tesis etme Başkan Obama’ya 2008 yılında adeta zorla kabul ettirilmiştir; ama bu kabul edilişin 2013 yılında Obama tarafından tekrar 2008 deki aynı mekanizmaları tavsiye edilmesi gündeme yeniden getirilmiştir. Gerçekten de Rooswelt’in 1929 buhranını durdurmak için uyguladığı New Deal politikasının aynını 2008 de uygulamak isteyen ve bu isteğini 2013 te TV’lerde ki tekrar eden konuşmasında (4) Obama kendisine sorulan soruya cevap olarak
“ Q: Would it be possible to do a modern WPA, almost like a America Peace Corps where kids get paid a decent wage, you give them food, and they fix up Detroit, they fix up other cities -- whatever -- they fix bridges? I mean, when you travel this country, you see these great bridges and things that were built by -- and they have the plaque, the guys that built it in 1932, in 1931.
Obama: And it was incredibly important for not just the economy in the ‘30s, we use it still -- Golden Gate Bridge, Hoover Dam. It opened up opportunity for everybody. The Interstate Highway System -- think of all the businesses that got created because we put that together. So it’s possible. The question is do we have the political will to do it. And my argument to Congress has been, this is just like your house. You can put off fixing the roof. You can put off doing the tuckpointing. You can put off replacing the old boiler. But sooner or later, you’re going to have to fix it, and it’s going to be more expensive the longer you put it off. When we’ve got unemployed folks right now, we should be putting them to work, and it would be good for the entire country.” demiştir.
XXX
Ama bu konuşmanın üzerinden geçen zaman içinde buhrandan kurtulmayı sağlayacak hiçbir ciddi ışık ufukta belirmemiştir. Karl Marx’ın “zaman” bazında kapitalist üretim ilişkilerinin (mode of production) özündeki nitelikten kaynaklanan temel nedenler günümüz buhranının Batı dünyasını etkilemeye devam etmekte ve ekonominin temel içyapısındaki değişkenlerin (variable) neo- klasik equilibrium teorisi ne dayanan ve “zaman” kavramı göz ardı edilerek ileri sürülen monetarizm tezi işe yaramaz halinde sessizliğini sürdürmektedir.
Batı ekonomilerindeki buhran devam ederken öyle tezler ileri sürülmektedir ki bir düşünce kıvrımında bir tek olumlu unsur yoktur. Hayale dayalı ve kapitalist sistematiğini (establishment) koruma amacıyla ve az gelişmiş ülkeleri sömürmek için “gözlem”e dayalı bir tez ileri sürülmüştür. Goldman Sachs Portföy yöneticilerinden iktisatçı Dr. Jim O'Neill , The Economist Dergisinde gelecekte dünya gücünü temsil edecek başka ülkeler topluluğu olacağını ileri sürmüştür(5). “The Mint Countries” adlı yazısında önümüzdeki 50 yıl içinde pazarlarının genişlemesiyle gelişmiş ekonomilerden alım yapabilecek dört ülke piyasalarından birisinin de Türkiye pazarı olacağını söylemektedir. O'Neill'ın söyleminin temelinde Meksika Endonezya Nijerya ve Türkiye’deki mevcut durumların istatiksel verileri (6) ona bu dört ülkenin 2050’li yıllarda dünyanın en gelişmiş pazarları olacağına dair bir “yargı”ya varmasına neden olmuştur. Ekonomist Jim O’Neill de Kapitalist ekonomik yapının korunmasını savunur ve diğer neo-klasik iktisatçılar gibi onun analizlerinin özünde de “zaman” unsuru yoktur. Denge (equilibrium) anlayışına istinat ederek yaklaşımın özünde ya da dolaylı olarak ima ettiği yargıda ekonominin zaman içindeki equilibrium olgusunun her zaman var olduğu faraziyesine saplanmayı amacına uygun düştüğünün izlerini görmek kolaydır.
Oysaki bir ekonomide dengenin olması hali sadece short-run (kısa dönem) durumlarında mümkündür; bu durumlarda emek ücret ilişkisi toplum içinde katlanılabilinir seviyededir. Zira bu durumun belirdiği anda yatırım hacmi en yüksek olan zaman birimidir. Yani diğer bir deyişle tam istihdam hali mevcuttur. Ama long-run (uzun dönem) durumunda disequilibrium görülecektir. Diğer bir deyişle long-run durumuna girildiğinde kapitalist bir ekonomik yapıda kesinlikle buhranlar zaman zaman belirirler ve her buhran bir öncekinden daha derin olur. Bu kaçınılmazdır ve aggregate talep düştüğü için arz fazlası (glut) oluşmaya başlayacak demektir. Zira emek üretime katkısı oranında pay alamamakta ve bu yüzden kapitalistlerin ürettikleri mal ve hizmetleri satın alamayacakları için aggregate talep düşmeye başlayacaktır. Bu olgu kapitalist ekonomik sisteminin hemofili hastalığıdır ve long-run durumlarında buhranlar halinde kanamaya başlar.
Bu durum Jim O’Neill’in bir equilibrium noktasındaki istatistikî verilere bakarak sanki bir mikroskop camına bırakılmış bir denekten sonuç çıkarması halinde söylenen sadece bir ifade (statement) dir. Aslında zaten bir piyasada sadece ancak Tam İstihdam durumu olduğunda tüm değişkenler (variables) dengededir. Tam istihdam dışında equilibrum bozulmuştur ve bu bozulma Kapitalist düzenin özünde daim vardır. Bu öz bir canlının göz rengi doğumundan ölümüne kadar nasıl değişmez ise bir toplumun feodal düzenden kapitalist düzene intikal etmesinden yani doğmasından emperyalist/kapitalist aşamanın ölümüne kadar devam edecektir. Bu kaçınılmaz gerçek karşısında kapitalist düzeni koruyan neo-klasik iktisat teoricilerin equilibrium safsatası da çökme ecelini engellemekten acizdir. Sistemin iç anahtarlarıyla bozulan Kapitalist ekonomilerin zaten 2050 yıllarına yerlerini BIRC ve MINT ülkelerine terk edeceklerine dair yeni bir teoridir ve söyleminin temelinde Meksika Endonezya Nijerya ve Türkiye’deki mevcut durumların istatiksel verileri (6) ona bu dört ülkenin 2050’li yıllarda dünyanın en gelişmiş piyasalar (growth market) olacağına dair bir “yargı”ya varmasına neden olmuştur. Temelde ima ettiği husus ABD nin satın alma gücü artan MINT ülkelerinde yatırım yapmaları ve hatta o ülkelere gidip üretimlerini oralarda yapmalarını öngörmektedir. Bu yaklaşımdaki temel anlayış Marx’a göre kaçınılmaz olan Kapitalizm üretiminin “glut” olgusunun engellenemeyeceğinin idraki ile toplam talebin ABD içindeki toplam (aggregate) talebin gelişmesini sağlamak istemektedir. Yazar sosyal güvenlik unsurları olmayan ve ucuz emek düşüncesini kendine temel alarak mal ve hizmet alımında genişleyen bu dört ülkeyi buhran içindeki kapitalist ülkelere sömürülecek eski emperyalist özlemlerini haykırarak hedef göstermektedir.
XXX
Türkiye için bu analiz çok büyük yanlışlıklarla maluldür. Aslında Kemal Atatürk zamanında ve Menderes dönemi dışında AKP iktidarına kadar Türkiye 2000li yıllara kadar Karma Ekonomi (Devlet Kapitalizmi) sistemini (7) Planlı Kalkınma anlayışıyla yürüterek ülkenin çağdaşlaşmasının yani yarı feodal yapıdan kapitalistleşmesinin gerçekleştirilmesi için başarılı hamleler yapmıştır. Ama hala yarı feodal yapıdan çıkamamış olan Türkiye 2000li yıllardan başlamak üzere feodal toplumu kapitalist yapıya döndürmenin tek aracı olan Karma Ekonomi anlayışını terk etmiş ve onun yerine 1950-1960 döneminde Kapitalizmi “her mahallede bir milyoner yaratma” olarak anlayan ve sonucu hüsran olan “nevi şahsına münhasır” ve “bireysel kuram ve kurallarla” yarı feodal toplum olan Türkiye’nin Kapitalizme erişmesi bir yana hala günümüzde bile yarı feodal yapının hâkim olduğu ülke durumundan kurtulamamıştır. Aslında günümüzdeki Çin devleti bile Aralık 2013 de devlet kapitalizmini kabul ettiğini ilan etmiş bulunmaktadır. Çin, Karma Ekonomi sistemine dönüş yaparken (8) Türkiye Buhranlara her zaman gebe olan Kapitalist sistemi yarı-feodal ülkemizde ısrarla uygulama çabasını sürdürmek anlamsızlığındadır. Zira ekonomi tarihinde hiçbir feodal ya da yarı-feodal yapıya sahip olan ülke bilinçli olarak kapitalist mülkiyet ilişkilerinin ( mode of producton) kendine has özel yapısını (üretimin temelinde emek=ücret olgusu/ topraktaki üretim birimlerinde tarımsal arazi bütünleşmesi/ makineleşme ve diğer birçok unsurlar) sağlamada başarılı olamamıştır. Türkiye’nin günümüzdeki cari açık 4,9 milyar dolardır. 2013 Ocak ile 2014 Ocak arasındaki 12 ayda cari açık 64 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca Ocak ayında yeni sermaye girişi yerine sermaye çıkışı gözlemlenmiştir. Ne yazık ki zamanı gelen kredilerin ödenmesi için yeni kredi sağlanamadığından döviz rezervlerden para harcanmıştır. Ocak ayında 2.217 milyon dolarlık kaynağı belirsiz para girişi yaşanmıştır. Bunun nereden geldiği tespit edilememiştir.
Günümüz Batı kapitalist ülkelerinde ise buhranlar içinde yüzerek vatandaşlarının issiz kalmasına ve üretimlerinin ve özellikle ihracat pazarlarının giderek başka ülkelere (örneğin Çin) kaptırması karşısında kendi ekonomik sitemi olan kapitalizmden zarara uğramışlardır. ABD kamuoyu günümüzde artık 1914 değil 1938 değil 2014 yılı kamuoyudur. Toplumlarda aydınlanma o kadar ilerlemiştir ki 2013 de Vatikan’daki Papa (Cross) Benedict XVI dünyadaki akılcı gelişmeler hümanist anlayışlardaki çağdaşlaşmalar ve teknoloji ile bilimdeki ilerlemeler karşısında “istifa ediyorum“ diyerek CROSS’u terk etmiştir. İletişim dünyasındaki aydınlanmış insan toplulukları belli bir sistem içinde boğulmak istemeyeceklerdir. Eski dünyadaki kapitalist oligarşi üyeleriyle özdeşleştikleri yöneticilerin ne derse halk onlara boyun eğmekte kolaylık gösteremeyeceklerdir. 2013 yılındaki Taksim Gezisi Gençliğinin esas temeli “özgürlük ve adalet” anlayışının arzusunu şiddet dışında “duran adam” alegorisiyle mevcut sisteme itiraz etmişlerdir.
ABD deki kapitalist oligarşinin yeniden bir savaş isteğine halk kolaylıkla “evet” diyemeyecektir. Aslında günümüz kapitalist sistemin savaş çıkarmaktan başka bir alternatifi vardır. O da Başkan Rooswelt’in 1929 da uyguladığı sistem geçici değil kalıcı olarak ABD de uygulanmasına geçilecektir. Obama’nın yukarda tekrar söylediği olay bu durumu açıkça göstermektedir. Aksi takdirde kapitalist sistemin devamı Üçüncü Dünya savaşının anahtarı olacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken olgu 1929’da Rooswelt’in New Deal adı altında uyguladığı ve 1935 de Atatürk’ün Etatizm adı altında yürürlüğe taşıdığı ve 1921 de Lenin’in NEP adı altında kendisinin formüle ettiği State Kapitalism sisteminin şimdi de Çin’ de Aralık 2013 de uygulamaya alınmıştır.
Günümüzdeki ekonomistleri tarafından devlet kapitalizmi sisteminin uygulanmasının yenidünya ekonomisinde kabul edileceği yüksek bir olasılıktır. Zira kapitalizm günümüzdeki haliyle kendi mezarını kendisi kazmaya devam edeceğine Çin’i takip ederek Devlet Kapitalizmine geçmek zorunda kalacak ve kapitalizm dünya tarihine dolaylı olarak elveda diyecektir.
Coşkun Ürünlü
17 Mart 2014
1) Bu İdarenin varlığının sürdüğü zaman birimi içinde 8,5 milyon insan, 1.046 milyon km yol, 125.000 kamu binası, 75.000 köprü, 8.000 park, 800 Hava limanı inşası tamamlayarak ve Sanat Projesi, Tiyatro Projesi ve Yazarlar Projesini icra ederek işini yitirmiştir. http://en.wikipedia.org/wiki/Works_Progress_Administration
2) John Hicks ,Capital and Growth ,New York /Oxford ,1965 Sh 6
3) John Robinson Economic Philosophy 1964 New York , sh.77-78
4) http://www.youtube.com/watch?v=4DGk-NRd0F4
5) Jim O' Neill - The Mint Countries : The Next Economic Giants , Economist (http://www.bbc.co.uk/news/magazine-25548060
6)
GDP (PPP) |
GDP (nominal) |
GDP per capita (PPP) |
GDP per capita (nominal) |
Exports |
Imports |
Trade |
HDI |
||
118,337,000 |
$1,845 billion |
$1,327 billion |
$15,607 |
$11,224 |
$370.9 billion |
$370.8 billion |
$741.7 billion |
0.775 |
|
237,641,000 |
$1,285 billion |
$867.5 billion |
$5,181 |
$3,498 |
$187.0 billion |
$178.5 billion |
$365.5 billion |
0.629 |
|
174,507,539 |
$478.5 billion |
$292.0 billion |
$2,827 |
$1,725 |
$95.68 billion |
$53.36 billion |
$149.0 billion |
0.471 |
|
73,723,000 |
$1,167 billion |
$821.8 billion |
$15,263 |
$10,744 |
$163.4 billion |
$228.9 billion |
$392.3 billion |
0.722 |
7) http://www.urunlu.com.tr/98-turkiye%E2%80%99nin-temel-sorunu-ekonomik-sistem