İktisat Tarihinde Kapitalizme Elveda Aşaması

İKTİSAT TARİHİNDE KAPİTALİZME ELVEDA AŞAMASI

A man may die, nations may rise and fall, but an idea lives on.

John F. Kennedy

 

Toplumların  feodal yapıdan  kapitalist yapıya geçildiğinde örgütlendiği  form millet kavramıyla özdeşlemiştir. Sınıfsal yapıya dayalı emek=ücret  yapısı  oluşur ve eski üretim biçimindeki  toprak sahibinin kölelik sistemi kaybolur. Genelde bu feodal ve yarı-feodal yapılardan sistem içi faktörler kanalıyla toplumlar kapitalist bir yapıya kendiliğinden ulaşırlar. Karl Marx  ulaşılan bu kapitalist sistemi  inceler ve bu sistemin çalışmasının toplumda yarattığı unsurlar ile  bu unsurların sonunda yaratacağı –gideceği--  varış noktalarının  neler olabileceğini irdeler. Ama burada çok önemli bir nokta var o da Marx’ın bu irdelemelerinin temelinde  ideolojik bir olgu yer almaz. Daha da önemlisi  kapitalizmi  irdelemesinin sonucunda  sistemin çökeceğini belirtir ama ondan sonra  geleceğini iddia ettiği sosyalizmin temellerinin  nasıl kurulacağına hangi unsurlara dayanacağına  dair tek bir bir ışık yoktur. Onun  sosyalizm  kavramındaki tek  yargısı  “ herkes üretime katkısı oranında pay alacaktır” cümlesidir.

XXX

Lenin iktidara geldiğinde  feodalitenin hüküm sürdüğü bir Rus toplumunun önderi olur. 1921 yılına kadar ülkenin ekonomik temel yapısının hangi  ilkelere göre nasıl tesis edileceğine dair Marx’tan gelen  bir model  olmadığı için  bir bakıma çaresiz kalır. Zira Marx’ın amacı kapitalist sistemin  nasıl çökeceğini değil hangi  olgulardan dolayı  çökeceğini tespitten  ibarettir.  Zira Marx sadece bir düşünür olarak kalmış Lenin ise  hem düşünür  hem de eylemci karakteriyle Rusya halkının geleceğine ilişkin  yol ve yöntemleri sunmak zorunda olan bir liderdir. Marx bir felsefeci, bir bilim insanı iken Lenin  eylem adamıdır.  Zaten bu yüzden de  Rus toplumu 1917 den 1921 e kadar yani Lenin’in NEP dönemini kurana kadar ülkenin yarı- feodal yapısında, Kamu  İdare mekanizmasından ayrılan burjuva/aristokrat yöneticilerden yoksun ve din adamlarının etkisi altında sefalet içinde yaşayan halkı yönetmek zorunda kalmıştır.  NEP ilkeleri uygulanana ülke eski sistem içinde  boşlukta kalmıştır.

Bu durum   karşısında  Lenin kendisinin düşünüp kristalize  ettiği NEP döneminin ilkelerini  yürürlüğe koymuştur. Onun dayandığı temel Marx’ın  her toplum feodaliteden kapitalizme  ve kapitalizmden Sosyalizme geçer  ilkesinden esinlenerek yarattığı  ve Stalin döneminde “Kumanda Ekonomisi” sisteminin kabulüne kadar uygulanmış olan bir sistemdir. Lenin’in  bu sistemi kabul edişinin  rasyoneli şu cümlede görülmektedir: “ The whole problem- both theoretical and practical- is to find the correct methods of directing the inevitable (to a certain degree and for a certain time) development of capitalism into the channels of state capitalism; to determine what conditions to hedge it round with, how to ensure the transformation of state capitalism into socialism in the near future” (V.I. Lenin, Selected Works 3. Cilt, Moskova,1961 Sh: 648)

XXX

Kendisinin söyleminden de  görüldüğü üzere Devlet Kapitalizmi (State Capitalism)  anlayışını bir ülkenin “iktisat modeli “olarak yaratmış ve uygulamaya yerleştirmiştir. Bu Devlet  Kapitalizm  sistemi günümüzde yani Aralık 2013 de  Çin Halk Cumhuriyetinde  ülkenin uygulayacağı ekonomik sistemi olarak kabul edildiği ilan edilmiştir. Devletinin  ekonomik sistemi, olarak  kabullenilmiş bu sistemin  çağımızdaki adı karma ekonomi (mixed econmy). ( Bknz: ( http://www.urunlu.com.tr/105--cin-halk-cumhuriyetindeki-ikinci-devrim-%E2%80%98%E2%80%99devlet-kapitalizmi%E2%80%99%E2%80%99-sisteminin-kabulu-)

XXX

Yukarıda anlatılan gelişmeler devam ederken, kapitalist ekonomilerde dönemsel buhranların sonuncusu günümüzde hala devam etmektedir. Batı kapitalist ülkelerini saran bu buhranlar  ekonomik sistemin özünden ileri gelmektedir. Bu buhranların göstergesi toplumlarda üretilen mal ve hizmetlere olan toplam (aggregate) talep’in   düşmesidir.  Bu düşüşü kesinlikle durdurmak ya da duraklatmak için

1- genel ya da yerel savaşlar çıkarılması

2. ABD Başkanı Rooswelt’in 1929 buhranında kullandığı Devlet kaynakları ile devasa yatırımlar  yapılması

3- Milton Friedman’ın  Monetarism politikasıyla kapitalist oligarşiyi ürkütmeden buhranı para arzını arttırarak ekonomiyi dengesiz (disequilibrium) halden denge haline dönüştürülmesidir.

Birinci alternatifin çıkış yolu olan genel ya da yerel savaşlar çıkartılarak buhranın nedeni olan talep düşüklüğü durdurulabilir ve sistem equilibriuma kavuşur. Örneğin İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) bitmesiyle ABD deki depresyon hemen hemen sona ermiştir; aslında bu sona eriş kesinlikle Kore savaşında (1950-1955)  yapılan  askeri harcamalar sayesinde elde edilmiştir. Bu alternatif  ne kadar aggregate talebi arttıracak olsa da savaş, bir insanlık suçu olduğu için bu alternatifi bir yana bırakabiliriz.

İkinci alternatif ise 1929 iktisadi buhranında kullanılan Keynes’in ABD Başkanına önerdiği  büyük kamu yatırımlarının yapılmasıdır. Krizin duraklatılmasıyla  çözüme kavuşturulması için temeli Karl Marx’a dayanan Keynesian formülünü Başkan Rooswelt New  Deal adı altında uygulamıştır. Bu politikanın gereğini kamu kaynaklarıyla harcama yaparak piyasadaki toplam talebin (aggregate demand) artmasını ve işsizliğin akıl almaz boyutlara varan durumunun  düzeltilmesi için gerekli tedbirleri uygulamıştır. Bu uygulamanın gerçekleştirilmesi için WPA idaresi kurulmuştur(1). İdare, verilen sınırlar içinde kalarak amaca ulaşmış, yani toplam talebin  daha da düşmesini engelleyerek kapitalist üretim sistemini korumuştur. Buhran İkinci Dünya  “savaş ekonomisi” ile söndürülmüştür. Ama  ne var ki 2000’li yıllarda yeni bir ekonomik buhran hortlamıştır. Bu durum karşısında Obama  Başkanlığa gelince ilk verdiği demeçte  yine aynı Keynes’ci reçeteyi dile getirmiştir. Ama ne var ki iktisadi buhranların müsebbipleri bu kez gerçekten her türlü desiseyi kullanarak Obama'nın kamu kaynaklarını kullanması engellemişlerdir.

Lakin 2008 krizi 2013-2014 e gelindiğinde  derin ve daha  parçalayıcı etkisiyle günümüzde devam etmekte ve etkisi yayılmaya devam ederken “sözde” alternatif üçüncü yol günümüzde başarısız olunacağı biline biline reinkarne  edilerek tekrar gündeme taşınmıştır.

XXX

Bu üçüncü alternatifte çöküşü durdurmak için ileri sürülen tezin özü  Neo-Klasik iktisatçıların equilibrium (denge) kavramına dayanmaktadır.  Bu kavramın  saygın isimlerinden olan Prof. J. Hicks' e göre bir toplumdaki sosyo ekonomik durumun fotoğrafı çekilecek olursa bu  fotoğraf  o toplumdaki "an" , bir enstantaneyi gösteren statik bir olgudur. Ona göre statik bir oluşumun değerlendirme sonuçları  geleceği  göstermesi açısından sağlıklı  değildir. Böyle bir statik denge (equilibrium) halinde ekonomiyi oluşturan örneğin çeşitli değişkenlerin “variable’ların” hepsi constant(sabit), değişmez (unchanging) denge (equilibrium) içindedirler. Hicks’e  göre  var olan equilibrium halinin  her an var olması zorunludur. Ama Hicks bu noktada  bir adım öne geçerek bu statik dengenin dinamik bir yapıya kavuşturulması gerekliliğine vurgu yapar ve bu olgunun   değişim sürecinin  “nasıl  oluştuğunun” da analizi gereklidir der. Hicks bu  gereklilikte zaman faktörünü ele almaz sadece sistemin özünü oluşturan variables (değişkenler)  equilibrium halinin varlığını korurken bir üst yapıya geçiş sürecin  incelenmesini ele alır(2); zira onun anlayışına göre ilerleme çizgisinde her aşamada yer alan ( var olan)  değişkenlerin (variable)equilibrium halinin  her an var olması zorunludur ve bu zorunluluğun  değişiminin nasıl bir sürec içinde değişikliğe uğrayacağının tespiti gereklidir.. Hicks şöyle demektedir: “  All we can do is to define static condition as one in which certain key variables … are unchanging . A dynamic condition is then, … one in which they are changing; and dynamic theory is the analysis of the processes by which change.(2)

Ama ne var ki bir toplumun gelişmesinin  incelenmesinde Hicks’in belirttiği bu  neo-klasik “equilibrium” anlayışının dinamik anlamına gelmesi değişime geçiş sürecinin  nasıl oluştuğunun  belirtilmesi de yetersizdir; çünkü  Hicks’in bu yaklaşımında  “zaman” unsuru yoktur. Oysaki Prof. Joan Robinson’un   belirttiği gibi Keynes’in en büyük katkısı   neo-klasiklerin “equilibrim” kavramında “zaman” ögesi  ihmal etmeleri olmuştur. Prof. J. Robinson  şöyle söylemektedir: “Keynes brought back “time” into economic theory”. (3)

Neo-klasiklere göre buhranların nedeni equilibriumun dengesizliğe  yani sistem içindeki  variable (değişken) lerin denge durumunu kaybetmiş olmalarındandır. Sistem içi dengenin disfonksiyonel hale gelmesinin düzeltilmesi yani sistemin denge  haline dönüştürülmesi için kullanılacak anahtar, para politikalarıdır. Örneğin bu tür politikaların en önemlisi ABD de hala etkin olan  Milton Friedman’ın  Monetarism teorisine göre  para ekonomideki arz ve talep dengesini yönlendirme olgusu ile kapitalist oligarşiyi ürkütmeden buhran içindeki  ekonomiyi dengesiz (disequilibrium) halden denge haline dönüştürmesidir.                                               

Bu öneri daha önce Obama tarafından kabul edilerek ABD de uygulanmış ve  Şikago ekolün kapitalismi  savunma silahını yani piyasaya Bankaların mortgage  kayıplarının telafisine gideceği alenen bilinen şekilde  olan Devlet fonlarını  piyasaya sürülmüştür. Bu para politikası taraftarları yani Kapitalizm düzeninde  en ufak bir  değişikliğe karşı çıkarak (örneğin Obama’nın  istediği Başkan Rooswelt’in  1929 buhranın çözümünde  kullandığı mekanizmayı engellediği gibi)  Kapitalist oligarşinin  ısrarıyla  ABD hazinesinin   piyasaya  nakit sunma yoluyla  “equilibrium” tesis ettirmenin  duruma ilaç olacağına boş yere ısrar etmişlerdir. Bu ısrarın uygulanması  varsayımıyla vakit geçerken  Banka sektörü gayrimenkul ipotekleri yüzünden kaybettikleri mali varlıklarını devlet kaynakları vasıtasıyla  geri  almışlardır. Ama ne var ki equilibrium sağlanamamış ve buhran devamını sürdürmüştür.

Başkan Obama   1929 Buhranını çözen  Rooswelt’in Keynes aracılığıyla uyguladığı New Deal politikasını uygulatamamıştır. Bunun temel nedeni Milton Friedman’ın kapitalist yapının korunması ve kamunun  piyasaya karışmaması isteği ile  enflasyonist baskıyı çoğaltmayacak  miktarda para arzı çözüm için  en  iyi yoldur demektedir. Ona göre: a steady, small expansion of the money supply was the only wise policy.  (http://en.wikipedia.org/wiki/Milton_Friedman)

XXX

Friedman’ın ısrarla üzerinde durduğu olgular 1-ABD ekonomisinde  diğer bir deyişle Kapitatalist ekonomilerde equilibriumun  bozulmasının  en önemli  göstergesi işsizliğin artmasıdır. Ama bu duruma kamu   Rooswelt’in Keynesin  görüşüne dayanarak kamu kaynaklarını  yatırımlara  tahsis ederek  serbest piyasa mekanizmasının   hür teşebbüsün  yanında Devlet’in müdahalesi ettirilmesi  yanlıştır. Ona göre  serbest piyasa ekonomisinin dengeye tekrar kavuşturulması için monetarism kurallarına  uyulduğunda sorun çözümlenecektir. Ona göre Keynes’in ihmal  ettiği nokta  işsizliğin her  zaman bir miktar varlığının normal olmasıdır.  Bu normal durumda  para arzını stag-flation  yaratmayacak şekilde arttırarak  sistem dengeye  ulaşır  demektedir.

Friedman bu  analizinde gene  neo-klasik iktisatçıların “zaman” faktörünü görmezden gelmesi hastalığına  benzer şekilde Keynes’in  temelinde var olan long- run durumunda   piyasada  “glut” oluşmasının kaçınılamaz bir gerçek olduğunu küçümser. Keynes’in bu tezi aslında Marx’ın  buhran teorisinde belirttiği bir gerçektir ve 1929  buranında ve 2000 li  yıllarda tekrar doğan ve şimdi günümüzde hala devam eden bir olayın temelini oluşturur. Ama  kapitalist düzen her buhran içine  gömüldüğünde equilibrium safsatası sahneye yeniden çıkarılır. Örneğin 2008 yılından ağırlaşarak  ilerleyen ABD deki de buhranın durdurulması ve equilibrium’un tesis edilerek Tam İstihdam durumuna ulaşılması için ileri sürülmesi gereken esas mekanizmalar yerine Milton Friedman’cı para politikası uygulanmaya başlamıştır. Ne var ki sahnedeki bu kapitalist oligarşinin çakaralmaz silahı olan monetarizm  formülü sahnede baygın olarak yaşamaya devam etmiştir.

Bunun kanımıza göre  en güzel örneği ABD de başlayan  ve günümüze gelindiğinde tüm Batı ülkelerinde de “equilibrium”un bozulduğunu haykıran buhranın çözümü için paracı politikalarla  “equilibrium”u yeniden tesis etme  Başkan Obama’ya 2008 yılında adeta zorla kabul ettirilmiştir; ama bu  kabul edilişin 2013 yılında  Obama tarafından  tekrar 2008 deki aynı mekanizmaları tavsiye edilmesi gündeme  yeniden getirilmiştir. Gerçekten de Rooswelt’in 1929 buhranını  durdurmak için uyguladığı New Deal  politikasının aynını 2008 de uygulamak isteyen ve bu isteğini 2013 te TV’lerde ki tekrar eden konuşmasında (4) Obama kendisine sorulan soruya cevap olarak

“ Q: Would it be possible to do a modern WPA, almost like a America Peace Corps where kids get paid a decent wage, you give them food, and they fix up Detroit, they fix up other cities --  whatever -- they fix bridges?  I mean, when you travel this country, you see these great bridges and things that were built by -- and they have the plaque, the guys that built it in 1932, in 1931.

Obama: And it was incredibly important for not just the economy in the ‘30s, we use it still -- Golden Gate Bridge, Hoover Dam.  It opened up opportunity for everybody.  The Interstate Highway System -- think of all the businesses that got created because we put that together. So it’s possible.  The question is do we have the political will to do it.  And my argument to Congress has been, this is just like your house.  You can put off fixing the roof.  You can put off doing the tuckpointing.  You can put off replacing the old boiler.  But sooner or later, you’re going to have to fix it, and it’s going to be more expensive the longer you put it off.  When we’ve got unemployed folks right now, we should be putting them to work, and it would be good for the entire country.” demiştir.

XXX

Ama bu konuşmanın üzerinden geçen zaman içinde buhrandan kurtulmayı sağlayacak hiçbir ciddi ışık ufukta belirmemiştir.  Karl Marx’ın  “zaman”  bazında kapitalist  üretim ilişkilerinin (mode of production) özündeki nitelikten kaynaklanan temel nedenler günümüz buhranının Batı dünyasını etkilemeye devam etmekte ve ekonominin temel  içyapısındaki değişkenlerin (variable) neo- klasik  equilibrium  teorisi ne dayanan ve “zaman” kavramı göz ardı edilerek  ileri sürülen monetarizm  tezi işe yaramaz halinde sessizliğini sürdürmektedir.

Batı ekonomilerindeki  buhran devam ederken öyle tezler ileri sürülmektedir ki bir düşünce kıvrımında bir tek  olumlu unsur yoktur. Hayale dayalı ve kapitalist sistematiğini (establishment) koruma amacıyla   ve az gelişmiş ülkeleri sömürmek için “gözlem”e dayalı bir tez ileri sürülmüştür. Goldman  Sachs Portföy yöneticilerinden iktisatçı Dr. Jim  O'Neill , The Economist Dergisinde gelecekte  dünya  gücünü temsil edecek  başka ülkeler topluluğu olacağını ileri sürmüştür(5). “The Mint  Countries” adlı  yazısında önümüzdeki 50 yıl içinde pazarlarının genişlemesiyle gelişmiş  ekonomilerden  alım yapabilecek dört ülke piyasalarından birisinin de Türkiye pazarı olacağını söylemektedir. O'Neill'ın  söyleminin temelinde  Meksika Endonezya Nijerya ve Türkiye’deki mevcut durumların istatiksel verileri (6) ona bu  dört ülkenin  2050’li yıllarda dünyanın  en gelişmiş pazarları olacağına dair bir “yargı”ya varmasına  neden olmuştur. Ekonomist Jim O’Neill de Kapitalist ekonomik yapının  korunmasını savunur ve diğer neo-klasik iktisatçılar gibi onun analizlerinin özünde de “zaman” unsuru yoktur. Denge (equilibrium) anlayışına istinat ederek yaklaşımın özünde ya da dolaylı olarak ima ettiği  yargıda  ekonominin zaman içindeki equilibrium olgusunun her zaman var olduğu faraziyesine saplanmayı amacına uygun düştüğünün izlerini görmek kolaydır.

 

Oysaki bir ekonomide dengenin olması hali sadece short-run (kısa dönem) durumlarında mümkündür; bu durumlarda emek ücret ilişkisi toplum içinde katlanılabilinir  seviyededir. Zira bu durumun belirdiği anda  yatırım hacmi en yüksek olan  zaman birimidir. Yani diğer bir deyişle tam istihdam hali mevcuttur. Ama  long-run (uzun dönem) durumunda disequilibrium görülecektir. Diğer bir deyişle  long-run durumuna girildiğinde  kapitalist bir ekonomik yapıda  kesinlikle  buhranlar zaman zaman belirirler ve her buhran bir öncekinden daha  derin olur. Bu kaçınılmazdır ve aggregate talep düştüğü için arz fazlası (glut) oluşmaya başlayacak demektir. Zira  emek üretime  katkısı oranında pay alamamakta ve bu yüzden kapitalistlerin   ürettikleri  mal  ve hizmetleri  satın alamayacakları için aggregate talep düşmeye başlayacaktır. Bu olgu kapitalist ekonomik sisteminin hemofili hastalığıdır ve  long-run durumlarında buhranlar halinde kanamaya başlar.

Bu durum Jim O’Neill’in bir equilibrium noktasındaki istatistikî verilere bakarak sanki bir mikroskop camına bırakılmış bir denekten sonuç çıkarması halinde söylenen sadece bir ifade (statement) dir. Aslında zaten bir  piyasada  sadece ancak  Tam İstihdam durumu olduğunda tüm değişkenler  (variables) dengededir. Tam istihdam dışında equilibrum bozulmuştur ve bu bozulma Kapitalist düzenin özünde daim vardır.  Bu öz bir canlının göz rengi doğumundan ölümüne kadar nasıl değişmez ise bir toplumun feodal düzenden kapitalist düzene intikal etmesinden yani doğmasından  emperyalist/kapitalist aşamanın ölümüne kadar devam edecektir. Bu kaçınılmaz gerçek karşısında kapitalist düzeni koruyan neo-klasik iktisat teoricilerin equilibrium safsatası da çökme ecelini engellemekten acizdir. Sistemin  iç anahtarlarıyla  bozulan Kapitalist  ekonomilerin zaten 2050 yıllarına  yerlerini BIRC ve MINT ülkelerine terk edeceklerine dair yeni bir teoridir ve söyleminin temelinde  Meksika Endonezya Nijerya ve Türkiye’deki mevcut durumların istatiksel verileri (6) ona bu  dört ülkenin  2050’li yıllarda dünyanın  en gelişmiş piyasalar (growth market) olacağına dair bir “yargı”ya varmasına  neden olmuştur.   Temelde ima ettiği husus  ABD nin  satın alma gücü artan MINT ülkelerinde yatırım yapmaları ve hatta   o ülkelere gidip  üretimlerini oralarda yapmalarını  öngörmektedir. Bu  yaklaşımdaki temel anlayış  Marx’a göre  kaçınılmaz olan Kapitalizm üretiminin “glut” olgusunun engellenemeyeceğinin idraki ile  toplam talebin ABD içindeki toplam (aggregate)  talebin gelişmesini sağlamak istemektedir. Yazar  sosyal güvenlik  unsurları  olmayan ve ucuz emek düşüncesini kendine temel alarak mal ve hizmet alımında genişleyen bu dört ülkeyi  buhran içindeki kapitalist ülkelere sömürülecek eski emperyalist özlemlerini haykırarak hedef göstermektedir.

XXX

Türkiye için bu analiz  çok büyük yanlışlıklarla  maluldür. Aslında Kemal Atatürk zamanında ve Menderes dönemi dışında AKP iktidarına kadar  Türkiye 2000li yıllara kadar Karma Ekonomi (Devlet Kapitalizmi) sistemini (7) Planlı Kalkınma anlayışıyla yürüterek ülkenin çağdaşlaşmasının yani yarı feodal yapıdan kapitalistleşmesinin   gerçekleştirilmesi için  başarılı hamleler yapmıştır. Ama hala yarı feodal yapıdan çıkamamış olan Türkiye  2000li yıllardan başlamak üzere  feodal toplumu kapitalist yapıya döndürmenin tek aracı olan Karma Ekonomi  anlayışını terk etmiş ve onun yerine 1950-1960 döneminde Kapitalizmi “her mahallede bir milyoner yaratma” olarak anlayan ve sonucu hüsran olan  “nevi şahsına münhasır” ve “bireysel kuram ve kurallarla”    yarı feodal  toplum olan Türkiye’nin  Kapitalizme erişmesi bir yana  hala günümüzde bile yarı feodal yapının  hâkim olduğu  ülke durumundan kurtulamamıştır. Aslında günümüzdeki Çin devleti bile Aralık 2013 de devlet kapitalizmini kabul ettiğini ilan etmiş bulunmaktadır. Çin, Karma Ekonomi sistemine dönüş yaparken (8) Türkiye Buhranlara her zaman gebe olan Kapitalist sistemi yarı-feodal ülkemizde ısrarla  uygulama çabasını sürdürmek anlamsızlığındadır. Zira ekonomi tarihinde hiçbir feodal ya da yarı-feodal yapıya sahip olan ülke bilinçli olarak kapitalist mülkiyet ilişkilerinin ( mode of producton) kendine has özel  yapısını  (üretimin temelinde emek=ücret olgusu/ topraktaki üretim birimlerinde tarımsal  arazi bütünleşmesi/ makineleşme ve diğer birçok unsurlar) sağlamada başarılı olamamıştır. Türkiye’nin  günümüzdeki cari açık 4,9 milyar dolardır. 2013 Ocak ile 2014 Ocak arasındaki 12 ayda cari açık 64 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca Ocak ayında yeni sermaye girişi yerine sermaye çıkışı gözlemlenmiştir. Ne yazık ki zamanı gelen kredilerin ödenmesi için yeni kredi sağlanamadığından döviz rezervlerden para harcanmıştır. Ocak ayında 2.217 milyon dolarlık kaynağı belirsiz para girişi yaşanmıştır. Bunun nereden geldiği tespit edilememiştir.

Günümüz Batı kapitalist ülkelerinde  ise  buhranlar içinde yüzerek vatandaşlarının issiz kalmasına  ve üretimlerinin  ve özellikle ihracat pazarlarının giderek başka ülkelere (örneğin Çin)  kaptırması karşısında kendi ekonomik sitemi olan kapitalizmden zarara uğramışlardır. ABD  kamuoyu   günümüzde artık 1914 değil 1938 değil 2014 yılı kamuoyudur. Toplumlarda aydınlanma  o kadar ilerlemiştir ki 2013 de Vatikan’daki Papa (Cross) Benedict XVI dünyadaki akılcı gelişmeler  hümanist anlayışlardaki çağdaşlaşmalar ve  teknoloji ile bilimdeki ilerlemeler  karşısında  “istifa ediyorum“ diyerek CROSS’u terk etmiştir. İletişim dünyasındaki aydınlanmış insan toplulukları belli bir  sistem içinde boğulmak istemeyeceklerdir. Eski  dünyadaki  kapitalist  oligarşi üyeleriyle özdeşleştikleri yöneticilerin ne derse halk onlara  boyun eğmekte  kolaylık gösteremeyeceklerdir. 2013 yılındaki  Taksim Gezisi Gençliğinin esas temeli “özgürlük ve  adalet” anlayışının arzusunu şiddet dışında “duran adam” alegorisiyle mevcut  sisteme  itiraz etmişlerdir.

ABD deki kapitalist oligarşinin yeniden bir savaş isteğine halk kolaylıkla “evet” diyemeyecektir. Aslında günümüz  kapitalist  sistemin savaş çıkarmaktan başka bir alternatifi vardır. O da Başkan Rooswelt’in 1929 da uyguladığı sistem  geçici değil kalıcı olarak  ABD de uygulanmasına geçilecektir. Obama’nın yukarda tekrar söylediği olay  bu durumu açıkça göstermektedir. Aksi takdirde  kapitalist  sistemin devamı Üçüncü Dünya savaşının  anahtarı  olacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken olgu 1929’da Rooswelt’in  New Deal adı altında  uyguladığı ve 1935 de Atatürk’ün Etatizm adı altında yürürlüğe  taşıdığı ve 1921 de Lenin’in NEP adı altında kendisinin formüle ettiği State Kapitalism  sisteminin şimdi de Çin’ de Aralık 2013 de uygulamaya alınmıştır.

Günümüzdeki ekonomistleri tarafından devlet kapitalizmi sisteminin uygulanmasının yenidünya ekonomisinde kabul edileceği yüksek bir olasılıktır. Zira kapitalizm  günümüzdeki haliyle  kendi mezarını kendisi kazmaya devam edeceğine  Çin’i takip ederek Devlet Kapitalizmine geçmek zorunda kalacak ve  kapitalizm dünya tarihine dolaylı olarak elveda diyecektir.

 

Coşkun Ürünlü
17 Mart 2014

 

1)      Bu İdarenin varlığının  sürdüğü zaman birimi içinde  8,5 milyon insan, 1.046 milyon km yol, 125.000 kamu binası, 75.000 köprü, 8.000 park,  800 Hava limanı inşası tamamlayarak ve Sanat Projesi, Tiyatro Projesi ve Yazarlar Projesini icra ederek  işini yitirmiştir. http://en.wikipedia.org/wiki/Works_Progress_Administration

2)      John Hicks ,Capital and Growth ,New York /Oxford ,1965 Sh 6

3)      John Robinson Economic Philosophy 1964 New York , sh.77-78

4)      http://www.youtube.com/watch?v=4DGk-NRd0F4 

5)      Jim O' Neill - The Mint Countries : The Next Economic Giants , Economist (http://www.bbc.co.uk/news/magazine-25548060 

 

6)       

Country

Population

GDP (PPP)
(2013)

GDP (nominal)
(2013)

GDP per capita (PPP)
(2013)

GDP per capita (nominal)
(2013)

Exports
(2012)

Imports
(2012)

Trade
(2012)

HDI
(2012)

Mexico

118,337,000

$1,845 billion

$1,327 billion

$15,607

$11,224

$370.9 billion

$370.8 billion

$741.7 billion

0.775

Indonesia

237,641,000

$1,285 billion

$867.5 billion

$5,181

$3,498

$187.0 billion

$178.5 billion

$365.5 billion

0.629

Nigeria

174,507,539

$478.5 billion

$292.0 billion

$2,827

$1,725

$95.68 billion

$53.36 billion

$149.0 billion

0.471

Turkey

73,723,000

$1,167 billion

$821.8 billion

$15,263

$10,744

$163.4 billion

$228.9 billion

$392.3 billion

0.722

 

7) http://www.urunlu.com.tr/98-turkiye%E2%80%99nin-temel-sorunu-ekonomik-sistem

8)http://www.urunlu.com.tr/105--cin-halk-cumhuriyetindeki-ikinci-devrim-%E2%80%98%E2%80%99devlet-kapitalizmi%E2%80%99%E2%80%99-sisteminin-kabulu-

 

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır