Türkiye'nin Batı Uygarlığından Uzaklaşma Nedenleri

 

TÜRKİYE'NİN BATI UYGARLIĞINDAN UZAKLAŞMA NEDENLERİ

Bence Cumhuriyet tarihindeki en büyük devrim hilafetin kaldırılmasıdır...
Osmanlı devleti aslında kelimenin tam manasıyla şeriatçı bir İslam devleti değildi(1)

Prof.Dr.Halil İnalcık

 

Sosyolog Max Weber’ e göre toplumu yöneten “otorite’’ üç farklı kaynağın birisinden doğar ve çıktığı kaynağın türüne göre de aşağıdaki gibi isimlendirilir. 1-Geleneksel otorite, geleneklerin büyük saygı gördüğü, toplumsal düzenin çok yavaş değiştiği toplumlarda ve kurumlarda görülür. Bu gibi ortamlarda iktidarın kaynağı; gelenekler ya da yerleşik inançlardır.2-Karizmatik otorite, önderin olağanüstü gibi görünen niteliklerinden doğar. İktidarın kaynağı, bizzat kişinin doğuştan sahip olduğuna inanılan özelliklerdir. Büyük bir kahraman ya da çok zor koşullar içinde toplumu çıkış yoluna sokabilmiş olan bir önderin iktidarının kökeninde karizmatik otorite bulunur. Çoğu zaman mantıkla araştırılmadan, onun olağanüstü niteliklere sahip olduğuna inanılır.3-Hukuksal (demokratik) otorite, ne geleneklerden, ne de olağanüstü kişisel niteliklerden kaynaklanır. Bu tür otorite söz konusu olduğunda, iktidarın kaynağını akıl ve kurallar oluşturur. Kişiler belli kurallara göre iktidara gelir, belirli sınırlar içinde yetkilerini kullanır ve belirli kurallara göre iktidardan uzaklaşırlar.

 

Yukarda tanımlanan bu üç farklı otorite çeşitlerini kendi öz tarihimizden alacağımız örneklerle irdeleyebiliriz.

1-Osmanlı İmparatoru Fatih Sultan Mehmet’ten itibaren İmparatorluğun yıkılması antlaşması olan Sevr antlaşmasını imzalayan Padişah Vahdettin’e kadar geçen  süre içindeki tüm Halifeler otorite kavramının  birinci tanımına yani yukarda tanımladığımız “geleneksel otorite’ niteliğindeki anlayışa örnek teşkil ederler. Bu anlayışta Din olgusunun temel olduğunu görmekteyiz. Bu  Din anlayışı  son Padişah Vahdettin’in 1924 yılında  ABD  Başkanı Calvin Coolidge’ e   gönderdiği mektupta (2) görülmektedir: “... İslam Hilafetinin Osmanlı Saltanatından soyutlanması ve ayrılması ve Hilafet ’in tümüyle kaldırılması… Türk kavminin yetki alanı içinde değildir… Şeriata aykırı kararlar herhangi makamdan olursa olsun sonuçsuz kalmaya mahkûmdur.” 

 2-Bu imparatorluğun yıkılmasından sonra onun küllerinden Batı uygarlığı temelinde milli misak sınırları içinde bağımsız ve laik Kemalist Türkiye Cumhuriyeti yaratılmıştır. Sevr antlaşmasını ret edip Lozan antlaşmasını imzalayarak ve Osmanlı İmparatorluğunun kavimler topluluğu temellerini yıkıp Batı Uygarlığının temelleri üzerine bir ulus devlet yaratarak Türkiye Cumhuriyetini kuran ve İngiltere Başbakanı Lloyd  George‘un  “dünyaya yüzyılda bir gelen dahi” olarak tanımladığı  Mustafa Kemal Atatürk  “karizmatik otorite” tanımına örnek olarak gösterilebilir. Atatürk’ün temel aldığı olgu akıl ve Batı’nın ulaştığı uygarlık anlayışıdır.

 3- Bu otoriteye Osmanlı İmparatorluğunda ve Türkiye  Cumhuriyetinde örnek olarak gösterebileceğimiz şunlardır:

 

A-Osmanlı İmparatorluğu İttihat ve Terakki  Fırkası(partisi)-Enver Paşa;

B-1924  te  kurulan  Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (partisi),Rauf Orbay; 

C-1930 Serbest Cumhuriyet  fırkası (partisi) Fethi Okyar;

D- 1950 Demokrat Parti ( Başbakan Adnan Menderes);

E-2001 Adalet ve Kalkınma Partisi (Başbakan Recep Tayyip Erdoğan)

Hukuksal ( demokratik ) otoriteye Osmanlı İmparatorluğundaki ilk uygulama 1912 yılı seçimlerini İttihat ve Terakki Partisinin kazanmasıyla başlar . Partinin önde gelen lideri Enver Paşa  genel maksadımız olan kurtarmaya çalıştığımız  İslam alemi için …” demekte ve İttihat ve Terakki Cemiyetine  üyelik için gerekli görülen  yemin edilmesinde kullanılan  sistem  sadakat için ferdin dininin  kutsal kitabının üzerine el basarak yemin ettirilmesi gerekliliğidir.(3)

İkinci uygulamaya örnek olarak  Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını gösterebiliriz. Bu partiyi  kuran Rauf Orbay bu fırkanın amacını :  ‘’fırkamız  itikadı-ı diniye ve fikriyata hürmetkardır’’ olarak belirtmiş ve Atatürk’ün  “Cumhuriyeti ilan edeceğiz. Ne dersin?”  sorusuna Rauf Orbay …’’ Ben hilafet makamına vicdanımla ve duygularımla bağlıyım...  Padişah'a bağlılık borcumdur. Halifeye bağlılığım ise terbiyem gereğidir.. Bu makamı ortadan kaldırıp onun yerine başka nitelikte bir makam getirmeye çalışmak felakete ve büyük acılara yol açar.’’(4)

Üçüncü örnek olgu ise “Serbest Cumhuriyet Fırkası kurucusu Fethi Okyar’ın; kurmuş olduğu Serbest Cumhuriyet Fırkasının kapatılmasının nedenini  Parti başkan yardımcısı Ahmet Ağaoğlu  şöyle ifade etmektedir :  “Serbest Fırka tarafına geçenler... Saltanat ve hilâfet arkasında koşan, fes’in ve Arap hurufatının (harflerinin) avdetini (geri gelmesini) arzu edenler(di)(5)

Türkiye Cumhuriyeti ‘ nin Atatürk döneminden sonra kurulan ilk “hukuksal  (demokratik ) otorite”si Demokrat Parti ‘ nin kurulmasıdır. Bu partinin lideri Adnan Menderes şunu söylemektedir: 

“siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz”.

En son örnek ise 2000 ‘ li yıllarda kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi ‘ dir. AKP’nin lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın  verdiği hüküm şudur:

“ Söz söyleme hakkı din ulemasınındır.”

XXX

Osmanlıdaki ve Türkiye Cumhuriyetinde kurulan siyasi partilerin hepsinin amacı devletin temelinde tıpkı Geleneksel Otorite ’de  olduğu gibi Şeriat  olması  istenmiş  yani “belirli sınırlar içinde yetkilerini kullanır “ koşulu olan “akıl”  yerine  dini kuralların temel olması  esas  alınmıştır. Sadece bu esas değil bu esasa dayalı  nesillerin devam etmesini sağlayabilmek için toplumu oluşturan bireylerin tek bir anlayış zincirleri içinde bırakılmaları olgusu da  muhafaza edilmiştir. Bu “aynılık“ ( “sameness”) olgusu İslam dininin belli bir mezhebinin sadece devamı değil tüm bireylerin bu mezhep esası içinde tekleşerek devam etmesi için her türlü çabalar sarf edilmiştir.

 

Batı uygarlığında geçerli  sosyal, kültürel ve bilimsel anlayışların özü olan “bir bireye  özgü belirgin kişisel nitelik” ile karanlık orta çağ din anlayışından kalan “aynılık“ ( “sameness”)   arasındaki büyük  uçurumun kapatılması  için her hangi bir çaba görülmemektedir. Aksine, örneğin Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kendi inanç dünyasının temelindeki toplumun yapılanma ve toplumun yönetilme sistematiğine aynı usul ve esaslar tesis edilmiş ve edilmeğe devam edilmektedir. Kısaca Türkiye halkının İslam dininin belli bir mezhebi içinde “tekleştirilmesi”  (singleness) ve tek bir inanç temelinde herkesin “aynılaştırılması” ile fertlerin niteliklerinden  ziyade toplumu oluşturan bireylerin insan hakları, özgürlükleri, eğitim ve öğrenimlerinin içeriği kısıtlanmış ve hatta insanların yaşantılarını “günah”—“sevap” ikiliği  içinde bırakılması sürdürülmüştür ve bu hal devam etmektedir.

“Aynılaştırma”ya karşı gelen her bir ferdin adeta yaşama hakkı   ya da bir futbol  maçında  sessiz oturmayanlara  zor kullanılması ve  bu “tekleşme”  olgusuna karşı gelen düşünürlerin  yazılarına , sanatçıların   gösterilerine polis gücüyle müdahale edilmesi ileri demokrasi kuralının özü olan bireysel nitelikli fert anlayışının  tarihe gömülmesinin  arzulanmakta olduğunun ispatı olmaktadır.

Devletin temeli Şeriat, toplumun  temeli “seçilmiş” dinsel doğmalarla aynılaştırılmış ve aklın kullanılması adeta “haram” edilmiş insan kalabalıkları yaratılmış ve bu durum ısrarla muhafaza edilmiş ve bu duruma karşı çıkanlar  ise “cezalandırılma” korkusuyla  yaşamlarını sürdürmeye itilmiş olması devam ederse  düzen kendiliğinden ‘’sistem dışı’’ (6) güçlere yol açmış olabilecekdir. 

İnsanlara bırakılan alanlar dini gereklerden çok  siyaset aktörlerinin kendi çıkarları için kurdukları kaleleri George Orwell’ in “ sur” larıyla güçlendirme arzusundan ileri gelmektedir denilebilir.  Bireyleri beli bir doğma ile  çevrelemek ve  herkesi  tek bir  renk içine sokmak için cennet – cehenneme gitmek sanki onlara kalmışçasına Kutsal din anlayışını bile iğdiş etmek üzere insanlara Türkçe dili ile değil bilmedikleri bir alfabe ile bilmedikleri bir yabancı dil ile TV lerin hemen hemen hepsinde kendi Kutsal kitabının neler söylediğini anlamadan günlük yaşantısında Siyaset aktörlerinin kendi çıkarları için din insanlarına söylettiği Cennete gitmek vaadiyle ölümü bekleyen insan toplulukları  oluşmuş olacaktır. Her bir bireyin aynı düşünce aynı hissetme aynı davranış paternini  örneğin aynı şekilde giyinme, aynı şekilde içki yerine  ayran içme,  bir değil üç çocuk yapma, lise yerine imam hatip okullarına gitme, oyun çağındaki çocukların okula başlatılması, “Kemalizm’e karşı kindar , laikliğe karşı dindar”  nesil yetiştirme bütün hızıyla devam ettirilmek istenmektedir.

Oysaki,  gerçek İleri demokrasilerde halkı oluşturan bireylerin refahı ve mutluluğu önemlidir. Toplumu oluşturan bireylerin özgür iradelerinin korunması ve  düşüncelerini  serbestçe ifade etmeleri temel olgulardır.  İleri demokrasilerde bireylerin  belli bir takım dini inançlara sahip olup olmamalarında  özgür olmaları, akla uygun  eğitim ve öğrenim elde etme haklarına sahip olmaları  ve özgürlük sistemi içinde yaşamaları kabul edilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, bir ferdin dini inanışının varlığı ya da yokluğu ile ya da  tüm toplumun  tek bir din inancına  bağlı  kalmasını değil toplumun nitelikli fertlerden oluşmasını öngörmüştür. Bunun  önemli delili Alman bilim insanlarını sırf Musevi oldukları için  Hitler tarafından  öldürülmelerini engellemek için hepsini Türkiye’ye  davet ile misafir etmiştir. Hristiyan bilim insanları Almanya’da kalırken Einstein gibi  Musevi  alimler ülkelerini  terk etmişlerdir.

Bu durum karşısında “inançta birlik ve teklik” yerine akıl olgusunda  “nitelikli fertlerle bütünlük” çizgisini savunan Atatürk, Musevi bilim insanlarını Türkiye’ye davet etmiş ve onlar da genç  Türkiye Cumhuriyetine Osmanlıdan devren kalan  medrese mezunlarını yani Müderrisleri çağdaş Türkiye’de disfonksiyonel hale getirerek çağdaş akademik yapıyı tesis etmişlerdir. İstanbul  ve Ankara  üniversitelerinde Tarih, Maliye ,Tıp ve diğer dallarda bilimsel temeller atmışlardır. Tarih dalında Prof.Dr. Hans Gustav Guterbock  (Muazzez İlmiye Çığ), Maliye dalında Prof. Dr. Fritz Neumark, Tıp dalında  Prof.Dr. Erick Frank büyük katkılar sağlamışlardır.(7)

 

XXX

Türkiye Cumhuriyetini kuran atalarımızın tesis ettikleri laik, bölünmez  vatan ve tek millet temelleri ile ülkemizin çiğnenemeyecek özü olarak  Laiklik ilkesi  kabul edilmiştir. Bu ilke aslında Batı uygarlığının özünü teşkil eden Rönesans olgusunun kristalleşmesidir.  Yani  dinsel fetva, inanç ve doğmaların egemenliği yok edilerek bireysel özgürlük ve  “Akıl” temeli  esas olmuştur. Ayrıca 1789 Fransız İhtilali ile Uluslararası siyasal yapılanmalarda  uluslaşma realitesinin  gelişmesi sonucunda  da Aşiret Reisleri, Kabile Şefleri, Emirler, Sultanlar, Halifeler, Krallar ve bunların görünmez “silah” olarak kullandıkları  emirnameler, buyruklar, fermanlar, fetvalar, icazetler gibi doğmalar  yani ilahi normların Devlet’in temeli yapılarak uygulanması  tarihe gömülmüştür.. Ayrıca  bu tarihe gömülen  sadece “normlar” değil aynı zamanda siyasal iktidardaki  Mussolini, Hitler, Salazar, Stalin, Franco gibi  “muktedirim”  ya da Devlet Benim   (l'État c'est moi)   tarzındaki  “yöneticilik”  davranışı gösterenler  de tarihe gömülmüşlerdir.

Ayrıca, dünyadaki  sosyo-ekonomik gelişmelerin 1840 lardan sonra feodal toplum yapısının yerine geçen Kapitalizmin gelişmesinin de bu tarihe gömülme olayını hızlandırmış olduğu bir gerçektir. Zira doğmalar, fetvalar, ulema bildirgeleri gibi  olgular feodal  üretim biçiminin (mode of production) yarattığı üst yapı (mülkiyet ilişkiler-hukuk) normlarıdır. Üretim  mode’nun feodal kalması yüzünden üst yapıdaki mülkiyet ilişkilerinin yapısında da dogmalar, fetvalar  varlıklarını sürdüreceklerdir. Alt yapı feodal yapısından kurtulmadıkça bu kendisinden neşet eden üst yapı fenomenlerini ortadan kaldırmak hemen hemen imkansızdır. Gerçekten de günümüzdeki İslam ülkelerine bakılacak olursa Rönesans’ın giremediği ve kapitalizmin yani piyasa ekonomisinin gelişmediği bu toplumlar  hala feodal ya da Türkiye gibi yarı-feodal (8) alt yapıları içinde kalmışlardır. Bu tür  üretim mode’nun  İslam ülkelerinde yarattığı kendine has üst yapısının (property relations- mülkiyet ilişkileri =hukuk yapısı ) ürünleri olan dini kuralları kullanan Diktatörler ,Krallar ,Kabile şefleri  ve değerleri kendinden menkul  ulemaların verdikleri fetvalar veya direktiflerle akıl dışı uygulamaları  “dinde caizdir” diye fiziksel cezalar dahil  21. Yüzyılda hala uygulanmaktadır. 

XXX

Yukarıda anlatılan ve günümüz Türkiye Cumhuriyeti “tren”inin makinistinin ulaşmak istediği Son İstasyonu bulana kadar treni durdurmak istemeyecektir. Treni durdurmak için  aranılan istasyonun şu unsurlara sahip olmasını istenmektedir: 1- Devletin temellerinde Şeriat olması 2- Halkın bireysel  yaşaması yani öz niteliklerine  göre  ve insanlık tarihinde gelişmiş özgürlük ve insan haklarına saygılı  ortamda Laik  bir anlayışla yaşamaları yerine  “tekleştirilmiş” olarak yaşaması  ve 3- Osmanlı İmparatorluğunun  yıkılmasından  günümüzde  kadar geçen sürede  “başka” unsurlar  örneğin, Kemalist  unsurlar,  eğer sisteme girmiş ise bunların Osmanlı devleti reinkarne ütopyası gerçekleştirilene kadar ya modifiye edilmesi yahut ifna edilmesi öngörülmektedir.

 

Böylelikle ’’yanlış(!)’’ yola sapmış toplumu kurtarmak  gerekir  anlayışı yürürlüktedir. Bu  anlayışın fevkalade  açık örnekleri Ağustos 2013 ayında  oluşan  gerçek olaylar ile  görülmüştür:                    

1-Taksim Gezisi Gençliği ‘ nin Kemalizm’in geri getirilmesi yani çağdaş iradenin ( Re-Volition) (9)istenmesini bile zor kullanarak engellenmesi devam etmektedir . Hatta re – form bile düşünülmemekte ve Kemalizm’ in uygulamaları  diye ‘’ Sepetçi Kasr’’ ında ki bir söylevde gerçekliği su götüren unsurlar belirtilirken re-volition değil re-form yapılması bile reddedilmektedir. (10)

2- Ağustos 2013 de Bitlis İmam Hatip Okulunun adı Said-i Nursi okulu olarak değiştirilmiş ve  yine  Ağustos 2013 de Isparta Valisi   Said-i Nursi’nin  sürgün edildiği evinin  şimdi devletin parasıyla restore edildiğine  ait sevinç demeçleri  vermektedir. Oysaki Said-i Nursi’nin anlatımıyla “ Türkiye Cumhuriyeti, bir askeri istibdat ve sapıklıktır. T.C. Hükümeti nasıl kurulmuştur sorusuna nurcuların cevabı şöyledir; “Kuran’la Müslümanlığı hiçe sayar bir şekilde savaşarak bize saldırmak için girişilmiş bir zındık hilesidir. Mutlak istibdada Cumhuriyet, mutlak din sapıklığına rejim, mutlak safahata medeniyet, keyfi cebre kanun adı verilerek kurulmuştur.”(11)

3-Ülkemizde Batı Uygarlığının unsurları yani laik Kemalist sistemden kaybolmayan unsurlar var ise  onların  "temizlenmesi" olgusunun  yürütülmekte olduğunu  gösteren yukarıdaki eylemlerin yanı sıra çok önemli başka eylemler de  saptanabilir. Örneğin Kazlıçeşme de “kitlesel” toplanmalar (mitingler) yapılmakta  ve ayrıca kapalı salon toplantılarında söylevler de verilerek  bu “temizleme” olgusunun “düşünsel(!)” boyutu dile getirilmektedir.  (12)

4-AKP nin en  önemli  ve temel hedefi   kendilerinin kişisel dinsel inançlarını Devlet’in  temelleri haline getirmektir. Bu hedefe ulaşma fırsatına kavuştukları faraziyesiyle yürümektedirler. Bunu Osmanlı İmparatorluğunu reinkarne ederek “Ilımlı İslam” safsatasıyla ABD’ nin desteğiyle ve “sandıklama”  (13) olgusu ile  yakaladıklarını zannettikleri  bu fırsatı  kullanmak istemektedirler. Onlara göre “sandıklama”  sistemi  mükemmel bir fırsattır ve bu fırsat  ülkemizdeki  2013 TUIK rakamlarına  göre 15 yaş üstü nüfus yapısından kaynaklanmaktadır:  Zira, nüfusumuzun  15 yaşın üzerindekilerin %5 i okuma – yazma bilmemekte,%7 si hiç okula gitmemiş (ama   okuma-yazma biliyor),%28 i beş yıllık ilkokul mezunu, %14 ü sekiz yıllık okul mezunu,%12 si lise (11/12 yıllık ) mezunu insanlardır.

Aslında bu resmi rakamların ifade ettiği gerçek bu kadar muazzam bir cehaletin  var olmasının bir fırsat değil insanlık  ayıbı olduğunun idrak edilememiş olmasıdır.  Aslında buna “fırsat” diyenlerin en büyük hatası  bu  oranlara güvenmeleridir. Zira binlerce yıldır Devlet kurmuş ve yaşatmış Türk insanları doğuştan  “le bon sense”e sahiptir.  Aklı selimi yüksek olan bu toplumda sağlam aile bağları ta Orta Asya steplerinden gelmektedir. Hiç bir ebeveyn çocuklarının  ilim ve irfan yolunda eğitilmelerini terk edip dini eğitim alarak  bir siyasetçinin  söylediği gibi “biz Müslümanız  biz icat yapamayız” diyen anlayışına boyun eğmeyecekledir. Hiç unutulmamalıdır  ki;

A- Siyaset teorisine göre “ Zaman” siyasal iktidardaki “otorite” yi aşındıran bir seyir takip eder.

B- Her ülkenin doğal gelişim süreci boyunca  karşılaştığı olgu doğum oranının  azalmasıdır; Türkiye’de de bu durum  görülmektedir. ABD bile göçmen alım politikasını her yıl  belirttiği kota miktarlarını arttırmaktadır.

C-Dinsel  temelli eğitim ve öğretimde  ne kadar ısrar edilirse edilsin, düz liseleri  kapatıp  İmam Hatip Liselerine öğrenci akınını sağlamak yani İmam hatip liselerine giden öğrenci sayısını arttırmak için  evlatlarının kayıtlarını yaptırmayan ebeveynlerine   günlük para cezalarının uygulanacağı ilan edilirse edilsin  derenin suyunu geriye döndürmek nasıl imkansız ise eğitim ve öğreniminin Batı uygarlık  anlayışıyla sürdürülmesinin yasaklanmasının imkansız  olduğu görülecektir. Siyasal iktidarın  önderleri kendiler dahi evlatlarını yurt dışında okutmaktadırlar. Kısaca ülkedeki gençliğin tercihi çağdaş dünyanın eğitimine yönlenmekte devam etmektedir ve edecektir.

D- Kemalist ideolojiye karşı çıkan “otorite” Taksim gezisi olaylarında büyük bir şaşkınlığa duçar kalarak sendelemiştir. Zira Osmanlı İmparatorluğu dahil Türkiye Cumhuriyeti  tarihinde  çok önemli ilginç ve inanılmaz  sosyoı-psikolojik bağlantıları içeriğinde taşıyan “devrim” sel  bir değişim” gerçekleşmiştir; O da ilk kez gençlikle özdeşleşen halk  “Şeriat isteriz” çığlıkları yerine “Biz Atatürk’ün askerleriyiz “ diyerek  AKP’nin “istifa” sını isteyerek siyasal iktidarın sona ermesi isteğini dile getirmiştir.

E-Teknolojik gelişme sosyal medyayı oluşturmuş halkın vereceği oy pusulalarını  etkilemek için kapı kapı yandaş gazete bildirge vs.  dağıtmak, kahve toplantılarıyla Parti önderlerinin ballandıra ballandıra  söyledikleri  parti  sloganları anlamsızlaşmış, toplu  yemekler vermek ve  halkın oylarını  iğdiş etmek için sarf edilen  para ve  emek ve uğraşların anlamı kalmamıştır. Zaten dinamik ve yenilikçi gençliğin  düşünce  ve olayları irdelemek için kullandığı yollar internet  cafe  ya da cep telefonlarıyla  twitter gibi sosyal paylaşım sitelerini kullanmaktadırlar. Gelişen genç nüfus  ellerindeki  bilgisayarlar, cep telefonları ve benzeri çağdaş “oyuncaklar”  ile  zamanlarını tüm dünyayı gezermişçesine  okuyup görerek  ilerlemelerini arttırmış ve yaşayan 15 yaş üstündeki  AKP oy yandaşlarının  siyasal iktidara  giden oy potansiyelinin giderek azalmasını sağlamışlardır.

F-Gençliğin halkla bütünleşmesi ile Taksim  Gezisindeki  “Duran Adam” alegorisi duruşunun sonucunda  demokratik  “sistem içi devrim” (14) olayına dönüşerek  anti-demokratik  darbe olgusunu tarihe gömmüş olmasıdır.

G-Dünya literatürüne giren “Duran adam” alegorisiyle  AKP   Siyasal İktidarının istifa etmesi için Türk gençliği yeni bir  barışçı protesto modeli yaratmıştır. Ama protesto edilen siyasal iktidar bir barış yolunu engellemek için eski devirlerden kalma ve  Rönesans’a  kadar devam  eden “zor” kullanmayı beş barışçı gencin  ölümüne  ve onlarca gencin gözlerini kaybetmesine yol açmaya sebebiyet vermiştir. Bu zor kullanma olgusu  yurt dışında da son derecede saygınlığı olan kişilerin şahsi imzalarıyla  kınanmıştır.  Ve bu kınama yabancı   basın yoluyla  tüm dünyaya “göstericiler sadece Türkiye’nin kurucusu Kemal Atatürk’ün öngördüğü şekilde laik bir cumhuriyet olarak kalmasını isteyen gençlerdi.(15) cümleleriyle yayılmıştır.

XXX

Atatürk dönemi hariç Osmanlıda ve Türkiye Cumhuriyetinde tüm “otorite”ler  kendine has bir “sui generis”  otorite  misallerini oluşturmaktadırlar. Osmanlı İmparatorluğunda   geleneksel otoriteyi temsil eden Padişahların yönetimleri sırasında eylem ve düşünce sistemleri İslam dinin kurallarına “tam uygunluk” göstermemiş olmasına rağmen  bir halk kültürü olarak “İslami Şeriat temeldir” inancı yüzyıllardır  halk kitlelerine inandırılmış bir sahte algılamadır.  İşin en ilginç ve şaşırtıcı yanı  “halk kültürü” olan bu yanlış algılamayı devam ettiren Halifeler, Şeyhülislamlar ve Ulema sınıf  mensupları gerçeği bile bile  göz ardı etmeyi sürdürmüşlerdir.  Örneğin Fatih Sultan Mehmet’in  çoğunluk ulema topluluğunun tecviz  ettiği (cevaz verdiği= izin verdiği)  kardeş katline ilişkin emirnamesi şöyledir: “ Ve her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların Nizamı-ı Âlem için katl etmek münasiptir. Ekser ûlema dahi tecviz etmiştir. Anınla amil olalar.’’ Halbuki  İslam dininde ekser ulemanın cevaz verdiği  “…Padişahların  …kardeşlerini  öldürebilecekleri  şeklindeki  “fetva (Kuran’ın açık ayetleriyle çelişen, büyük günah olmasına rağmen) “din” adına şeyhülislam(lar)ın verdiği bir fetvaydı. …“içtihad” veya “fetva” gibi başlıklar atanlar, bu kararlarını hadis gibi, mezhep gibi dinin bir parçası yapanlar da “din alimi” etiketli şahıslardı” (16)

Olayın en şaşırtıcı yönü  Fatih Sultan Mehmet’in  15. Yüzyılda aldığı bu karar Osmanlının son halifesi olan Abdülmecit’in  Halifelik  döneminin son bulduğu  yıl olan 1924 yılına kadar hiçbir halife İslam dininin şeriat temellerine  aykırı  olan bu “kardeş katli vacip”  fetvasını kaldırmamıştır ve hatta sadece kardeş katli değil padişah/ halifenin  örneğin “kanuni “ ıstılah’ını  taşıyan  Halife Sultan Süleyman’ın   kendi öz oğlu Mustafa’nın  öldürülmesi emrini verdiğini  de bilmekteyiz.  Şeriata aykırı olan diğer bir olgu da  Halife İmparatorların  örneğin Halife İkinci Selim ile Halife Dördüncü Murat’ın alkol kullanmalarındaki alışkanlıkları hakkındaki bilgiler günümüze kadar gelmiştir.  Bu noktada Prof. Dr. Halil İnalcık’ın şu hükmünü belirtebiliriz: ”… Osmanlı devleti aslında kelimenin tam manasıyla şeriatçı bir İslam devleti değildi.’’ (17).

XXX

Son Halife  Abdülmecid  dahi “devletin  temeli şeriattır ve öyle kalacaktır” inancına devam ederken aslında Osmanlı İmparatorluğunun  bir şeriat devleti olduğunu  Sultan Vahdettin’in ABD Başkanı Coolidge söylediği cümleyi (bknzi Dipnot2)  tekrar etmekteydi. Bu aslında   İmparatorluğun  Hilafeti İstanbul’a  getirmesinden beri Devletin bekası için diplomatik bir hareketti.  Ama bunun  iki önemli sonucu olmuştur. 1- Halifeler Tanzimat, Islahat, Birinci Meşrutiyet, İkinci Meşrutiyet  gibi çağdaşlaşma hareketleri yapmışlar ama ne var ki kendi yarattıkları  “Şeriat” kavramını  karşılarında  “şeriat isteriz” olarak  bağıran  asileri  bulmuşlardır. 2- Atatürk’ün  hilafeti kaldırmasını hazmedemeyen  İttihatçılarla  başlayıp  İzmir Suikastına kadar varan  “Şeriat İsteriz” bağırışları bu kez Avrupai giysilere bürünmüş  hanım ve bey Mollalar tarafından da   istenmeye devam edilmiştir.  Günümüzde ise  Şeriat istekleri modernize edilmiş  ve “Kemalizm’e  karşı  kindar, Laikliğe karşı dindar” nesil isteriz diyenlerle Şeriat dilekleri devam etmektedir.

XXX

Osmanlı İmparatorluğunda Halife /Padişah yönetimindeki esas olgu İslam dininin belli bir mezhebinin  kural ve anlayışlarına  dayanmış olması  değil, gaza düşünce ve eylemlerine dayanmış  olmasıdır. Bu anlayışı vurgulayan  Prof.Dr. Halil İnalcık şunları belirtmektedir:

 

“Bütün İslam dünyasına yönelik olarak halîfe unvanını kullanan ilk sultan Kanuni Sultan Süleyman'dır. Gerçekten Süleyman, halife…unvanını kullanmaya başladı. Fakat bunu gâzada öncü sıfatına dayandırdı. …O, halîfeliği “İslam'ın koruyucusu Gazi” manasında kullanıyordu. … Osmanlı hanedanı, İslâmî gazâyı bir devlet ideolojisi olarak benimsemiştir. Osmanlı Devleti'nin bir gaziler devleti olduğu tarihi bir hakikattir. Bütün Osmanlı sultanları en sonuncusuna kadar kendi unvanları arasında, Gazi, Mücahit, unvanına önem verirler. Bugün nasıl ABD demokrasi ideolojisiyle bir emperyalizm peşindeyse, Osmanlı da en ileri gâzâ temsilciliğini, siyasî üstünlük ideolojisi olarak benimsemiştir. Osmanlı devleti aslında kelimenin tam manasıyla şeriatçı bir İslam devleti değildi. …Fâtih'in kanunnâmeleri …hepsi sultanın iradesine dayanan devlet kanunlarıdır. … Hâkimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir prensibine aykırı bir takım olaylar ortaya çıktı. Sonuçta, Cumhuriyeti kurtarmak için hilafet kaldırıldı. Bence cumhuriyet tarihindeki en büyük devrim hilafetin kaldırılmasıdır. Türk halkı nazarında, devletin sırf milli iradeye dayandığı gerçeği böylece bir gerçek olmuştur. Başbakan Adnan Menderes bir kez TBMM'de "Siz her şeye kadirsiniz. Hilafeti bile geri getirebilirsiniz" demiştir. Demek ki siyasi çalkantıları arasında bu dava bazıları tarafından halâ güncelleştirilebiliyor.(tam metin için bknz  7)

 

XXX

 

Türkiyedeki Bu garip durumun temel nedenini 2003 yılında Diyanet İşleri Eski Başkanı Ali Bardakoğlu da şu şekilde ifade etmektedir:

“Dinin modernize edilmesi gerekir. Dindarlığımızı içinde bulunduğumuz ortama uydurmak gerekir. Dini biraz hafifletmek gerekir. Yapacağımız şey, insanların din algılamasını düzeltmek, tarihten bulaşmış şeyleri ayıklamak. Sarıklı cüppeli bir dini otorite istemiyoruz. Dinde asıl olan Allah'ı sevmektir. Onun dışındaki, namaz kılma, oruç tutma... gibi şeyler bireysel tercihtir… Bugün yaşanan İslam, Emevi, Osmanlı İslam'ıdır. 21. asırdayız, eski uygulamalara bağlı kalamayız. Zamanımız şartlarına göre, İslam’ı yeniden dizayn etmeliyiz. Dinimiz neleri yiyeceğimizi, içeceğimizi bildirmez. Sadece iyi bir insan nasıl olur onu bildirir...”  (18)

Belki de Tanrı , Ali Bardakoğlu’ nun bu dileğini ve buna ilişkin  insan  hak ve özgürlüklerini kısıtlayanların akıl ve vicdanlarına bir ilham vermesi halinde hem Türkiye hem de İslam alemindeki binlerce yıldır yüzlerce ülkede milyonlarca  insanın kurtulması mümkün olabilecektir.  Bu durumda  “Evet Hristiyanların başında Papa bulunurken Müslümanların başında bir dini lider bulunmaması benim gücüme gidiyor. Dünyadaki İslam alimleri toplanıp bir halife seçmeli” diyen AKP li  Belediye Başkanı  Cavit Öztürk  ile  “Biz Müslüman ülkesiyiz icat ve buluş yapamayız”  diyen  Çevre  ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar  inanç ve akıl unsurlarının birbirinden ayrılması ve  Emevi İslam anlayışındaki din olgusu yerine İbn-i Arabi’nin “akıl esastır, vahiy aklı destekler” tasavvuf görüşünü algıladıklarında ülkenin Batı uygarlığına erişmesinin adımlarının atıldığının şahidi olacaklardır. Hele ayrıca eğer, "Vatikan’ın antik Latin ve Yunan metinlerinin meydana çıkarılması ve düzeltilmesi içinuygulanan eleştiri metotlarının, Hıristiyan dininin ve kilisesinin esaslarını oluşturan yazılara uygulanmaya başlanması ve İbn-i Rüşd’ün rasyonalist felsefesi dini akidelerin yorumlanmasında kullanılması" (19)  ile de İbn-i Rüşd’ün Antik Yunan akılcılığını temsil eden Aristo’nun anlayışlarını özümsediklerinde de din aktörlerinin etkisinin sıfırlandığını göreceklerdir.

Aslında Türk gençliğinin  halkla bütünleşerek uyguladığı  “Taksim Direnişi” , “otorite” yi Kemalizm’e dönmesi ikna  için çırpınmakta ve hatta öyle inanıyorum ki öyle bir belirti  oluşursa gençliğin “teşekkürü” kesinlikle “ Otorite”nin seçim sandığında “evet” oyları birer teşekkür kartları olarak yer alacaktır. Ama “ r4bia” sembolünün ifade ettiği zihniyet Türkiye Cumhuriyetinin Anayasasındaki temel taşlarından olan “laik” lik ilkesinin yerine ikame edilecek olursa , Türkiye’nin Batı Uygarlığına yaklaşmasının  temel taşlarından en önemlisinin sökülmesi  olacaktır.

 

Coşkun Ürünlü

28 Ağustos 2013

 

1)http://www.sabah.com.tr/Gundem/2009/08/26/hilafet_varken_laik_olunamazdi

2) http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/18/33/254.pdf

3) Kazım Karabekir , İttihat ve Terakki Cemiyeti 1896 – 1909 , İstanbul 1993 sh. 503 Emre Yayınları

4) Coşkun Ürünlü , Nereden Nereye , Cinius Yayınları , İstanbul 2012 sh 16

5) Tevfik Çavdar ‘’ Serbest Fırka’’ , Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi , Cilt:8 sh: 2052 – 2059 , İstanbul

6) http://www.urunlu.com.tr/101-sistem-ici--devrim--taksim-gezi-parki-gencligi

7)a -http://tarihturklerdebaslar.wordpress.com/2012/04/22/ataturkun-turkiyeye-getirdigi-musevi-bilim-adamlari/

B - http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=10523447

8) Toprakta üretim mode'unu değiştirmek için toprak devrimini mevcut  hukuksal yapının TBMM'indeki  kilit kişilerden olanların karşı çıkması nedeniyle  yapılamamıştır. Aslında TBMM deki etkili üyelerin çoğunun toprak ağası ve /veya aşiret reisi olmaları ve bunlara bağlı ve onların direktiflerine göre oy verecek seçmenlerin çokluğu bu karşı koyma olayının temelini  oluşturmuştur. Örneğin Eskişehir eşrafından  Emin Sazak ve 30000 dönüm toprak sahibi olan ve İnönü’nün toprak devrimini köstekleyerek Demokrat Partinin kurulmasına önayak olan  Adnan Menderes belirtilebilir.

Aşiret reisliği ve toprak ağalığı  realitesi ülkenin feodaliteden kurtulmasını  hep engellemiştir.  Örneğin  Kinyas Kartal ‘Köy Enstitülerini hangi parti kapatırsa aşiretim ona oy verecektir’ ifadesiyle  aydınlanmanın meşalesini  “oy  alma”  bahasına söndürülesine neden olmuştur.

Zaten feodaliteden kapitalist sisteme geçişin kolay olmadığı da tarihsel bir veridir. Eğer 1861-1865  ABD  iç savaşını Kuzey kazanmasaydı  ABD’nin  endüstrisinin  gelişmesi Güney’in feodal  toprak  lordları tarafından kösteklenecek ve kölelik sistemiyle  uygarlığa “hızlı” adım atılamayacaktı.

Günümüzde AKP iktidarının  31 Mayıs 2013 te  Resmi Gazetede yayımlanan  tebliğ ile “toprak ağaları  resmi olarak Hazine arazilerinde hak sahibi oldular” düşüncesini ifade edilmiş  bulunmaktadır.

9) Kullandığımız temel kavramların İngilizce karşılıkları aşağıdadır:

1- re : yeniden , tekrar

2- form : şekil , biçim

3-reform : yeniden şekillendirmek , yeniden biçim verme

4- volition : irade , istenç , isteme

5-re- volition: yeni bir irade

6-revolution : ihtilal

 10) http://siyaset.milliyet.com.tr/erdogan-onder-in-iftar-yemeginde/siyaset/detay/1739555/default.htm

 11) Prof. Dr. Nejat Çağatay, Türkiye’de Gerici Eylemler, Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi yayını CXI, Ankara 1972,Sh. 47-48

12)Çok anlamlı , ibretlik bir hikayedir. Milletin değerlerinin yok sayıldığı , çiğnendiği ayaklar altına alındığı süreçlerden geçtik. İbadethanelerimizin ahırlara , depolara , müzelere çevrildiği , kapılarına kilit vurulduğu , yüzyıllardır yurdumuzun üzerinde inleyen ezanın susturulduğu … bknz dipnot 9

13)http://www.urunlu.com.tr/77-demokrasi-ve-akp

14)http://www.urunlu.com.tr/101-sistem-ici--devrim--taksim-gezi-parki-gencligi

15)http://www.hurriyet.com.tr/planet/24363113.asp

16)http://www.kurandakidin.com/13-dini-uydurmacilikta-emeviler-abbasiler-ve-diger-tarihi-sebepler/

17) bknz . dipnot. 1

18)http://mierogul.blogspot.com/2008/02/dinlerarasi-diyalog-tuzai-ve-dinde_03.html

19) Halil İnalcık , Rönesans Avrupası , İşbankası Yayınları 2011, sh. 161

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır