GEZİ PARKI OLAYININ ÖZÜ: "SİSTEM İÇİ" DEVRİM - TAKSİM GEZİ PARKI GENÇLİĞİ (*)
“Those who make peaceful revolution impossible will make violent revolution inevitable."
John F.Kennedy
Bir toplumu oluşturan felsefi kavramlar ve bu kavramlara dayalı kurumlar tesis edildikleri andaki durumlarını muhafaza ederek fonksiyonlarını ifa ediyorlarsa o toplum denge (equilibrium(**) halinde fonksiyonel toplum demektir. Böyle fonksiyonel bir toplumda dengesizlik (disequilibrium) yaratılarak o toplumun işlevsiz (disfunctional) duruma gelmesi o toplumun dengelerini oluşturan sistem parçalarının fonksiyonlarını yapıp yapamamasına bağlıdır. Bir canlının yaşamında bir organının işlevinin çalışmaması halinde o canlı fonksiyonelliğini kaybetmiş işlevsiz hale gelmiş demektir.
Konumuz bu fonksiyonel dengedeki toplum yapısının “sistem içinde” çökmesi ile ilgilidir. Diğer bir deyişle sistemin işlevsiz hale gelmesinin “sistem dışı” etkenlerle örneğin savaş çıkması, hükumet darbesi yapılması, doğal afetlerin olması, belli bir zümrenin isyan hareketi ya da bir kliğin silah kullanmasıyla sistemin işlevsiz hale getirilmesi irdelememiz dışındadır.
Kısaca konumuz, bir toplumda mevcut siyasal örgütlenmenin temellerindeki unsurlarda kökten değişiklik yapılarak “sistem” in içsel kırılmasının irdelenmesidir. Bu da bir bakıma “devrim” olgusunun harekete geçirilmesine ilişkin siyaset biliminde belirtilen içsel nedenlerin açığa çıkarılması hakkındaki bazı tezlerin irdelenmesidir.
Bu tezleri Türkiye örneğini “örgütsüz” ve “lidersiz” 2013 Taksim Gezisi olayını ele alarak irdeleyeceğiz.
XXX
Bir toplumda “sistem içi” düzenin etkin aktörleri 1-toplumu oluşturan halk 2-toplumu yönetmekle görevli ve sorumlu siyasal iktidar sahipleri yani “elit” ve 3-toplumun kuruluş aşamasında kabul ettiği temel kuruluş düzeni ile bu düzene göre gelişmiş olan Anayasa ilkeleridir.
Bu üç aktörün günümüz Türkiye Cumhuriyeti toplumunda gidişatı Kurucu Atalarının ilkelerine uyarak işliyorsa ve o toplumun siyasal iktidar sahipleri aklın ve bilimin getirdikleri yenilikleri yaşadıkları “düzenin” içeriğine monte ediyorlarsa ve halk gidişattan mutluysa toplum “sistem içi” denge halinde fonksiyonel toplum demektir. Başka bir anlatımla örneğin bir toplumdaki Hukuk sistemi kurucu atalarının öngördüğü temel felsefe , kavram ve kurallarla işlevini yürütüyorsa Hukuk sistemi fonksiyonel sistem demektir. Aynı şekilde siyasal iktidar sahipleri yürütme erkinin icra usul ve uygulamalarını temel felsefeye uygun yürütüyorlarsa yürütme erki de fonksiyonel demektir. Halk da bu fonksiyonel düzende yaşamaktadır. Ama bu üç aktörden biri işlevsiz hale gelirse tüm “sistem içi” denge çöker. Bu çöküşün ortaya çıkmasının Halk tarafından idrak edilmesi halinde bu çökmenin 1-restore edilip edilemeyeceği ve 2-bu restorasyonun nasıl ve hangi alet, araç ve yollar ile başarılabileceği sorunu ortaya çıkar.
İşte Türkiye’deki Taksim Parkı olaylarındaki Gençlik hareketinin Halk ile özdeşleşmesi sonucunda bu soru gündemimize girmiştir. Bu durumdan ötürü şimdi “ ne yapılmalı” sorununa cevap aranmaktadır.
XXX
İnsanlığın yarattığı uygarlık 1400-1500 yıllarından sonra Rönesans dönemini geçirmesiyle başlar. Bu dönemin kazandırdığı yapının temelinde din ve dinden kaynaklanan doğmalar yerine bilim ve akla dayalı temeller atılmış ve bu temellerden neşet eden 1789 Fransız ihtilaliyle de dünya halklarının insan haklarına uygun yönetilmesi olgusu yaratılmıştır. Bu olgunun sonucunda hem bugünkü Millet kavramı doğmuş hem de “Millet” i yönetecek siyasal iktidarların Şahlar ,Padişahlar, Emirler Papa/ Halife gibi din adamları, Kabile şefleri,Krallar, Aşiret reisleri tarafından yönetilmeleri tarihe gömülmüştür. Bunların yerine Halkın kendisini yönetecek Siyasal İktidar mensuplarını seçim sandıklarına atacakları oylar ile saptanması yöntemi tercih edilmiştir. Bu “şekil şart” ı hemen hemen her uygar ülkede uygulanmaktadır; ama ne var ki siyasal iktidara belli süre için getirilen “elit”in iktidarlarını sürdürürken uyması gereken kurallara ters tercihler yapmaları halinde ise dönemleri sonunda Halk onları Siyasal İktidar makamından oy sandıkları yoluyla indirme hakkını kullanma yetkisine sahiptir. Ama ne var ki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de Batı Siyaset bilimcileri tarafından bilimselliği saptanmış bir olguyu şöyle ifade ettiği unutulmamalıdır: "demokrasi demek sadece seçim demek değildir". Buna benzer bir görüşü de 5 Temmuz 2013 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorjborn Jagland şöyle ifade etmiştir"…gerçek bir demokrasi için temel oluşturacak bir anayasa…işlevsel ve kapsayıcı bir demokrasiyi garanti etmeli" dir.
Gerçekten de sandık, Demokrasi kavramının birinci parçası yani “Usul demokrasi” parçasıdır. Ama Demokrasinin tamamlanması yani gerçek demokrasinin var olması için ikinci parçası olan ” Süreç demokrasi”nin de var olması gerekli bir olgudur(1).
Toplum disfunctional duruma gelmişse o zaman o toplumda devrim ihtimali doğum halinde demektir ama bu ihtimal sistem dışından değil “sistem içinde” bir olanakla restore edilebilme ihtimalidir. Sistem dışındaki bir olanakla “sistem içi”ni fonksiyonel hale getirebilme ihtimali demokrasiye aykırıdır ve zaten “sistem içi” ndeki disfunctional durum dış ihtimalin kullanılmasıyla da asla fonksiyonel hale getirilemez. Sistem dışı devrim demek yani başka bir ifadeyle mevcut siyasal örgütlenmenin demokrasi dışı çabayla temelden değişmesi yoluyla a)toplumsal yapının b) hukuk düzenin ve c) değer yargılarının tamamen tahrip edilmesi demektir. O halde fonksiyonelliğini kaybetmiş hale düşmüş toplumu fonksiyonel hale dönüştürmek için sarf edilecek çabaların sorumluluğu yine sistemi oluşturan “sistem içi" “ üç aktöre aittir.
Taksim Gezisi gençliği ile özdeşleşen Halkın da bunu “sistem içi” istediği anlaşılmıştır. Aslında Gençliğin yarattığı bu olgu gerçekten sadece Türkiye tarihinde değil tüm uygar ülkelerin de tarihinde yer alacak yeni bir devrim türüdür.
XXX
Atatürk ihtilali 1908-1920 yılları arasında gelişen Batılılaşma hareketlerinin son aşamasıdır. Bu ihtilalin temel felsefesi “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmaktı. Bu felsefenin kitleselleşmesini sağlayacak olan da Anayasada sayılan kurallardır. Bu kurallar içinde yer alan ilke ve düşüncelerin teminatı Atatürk’ün “Gençliğe Hitabe” sindeki belirtilen unsurlardır ve unsurların çökmemesinin sağlanmasında muhtaç olunacak kudret de gençliğin “damarlarındaki asil kandır”.
Kemalist devrim sonucunda ulaşılan temel felsefenin unsurları şunlardır:
1-Milli Misak ilkesi ile saptanan sınırlar içinde Türkiye Cumhuriyeti tesis edilmiştir,
2-“Türkiye Cumhuriyetini kuran halk’ a Türk milleti denir” tanımıyla Türk Milleti yaratılmıştır.
3-Milletin yaşayacağı düzen “Şeriat ilkeleri” değil Batı uygarlığının temeli olan akıldır,
4-Bağımsızlık tek devlet tek millet yapısıyla sürdürülecektir,
5- Devlet dini kural ve esaslarına göre yani Ulema ve Şeyhülislam fetva ve direktifleriyle halkı yönetmeyecek Batı hukuk düzeni ve laiklik ilkesi temel olacaktır,
6-Halk hangi inanca sahipse o inancın gereklerini uygulamada özgür olacaktır.
Bu yukarıdaki ilkeler toplum yapısını oluşturan dünya tarihindeki gelişmeler sonucunda elde edilen hümanizm ile bilim ve teknolojik yapıların oluşturduğu üniversal kavramlardır. Başka bir ifade ile Türkiye’deki equilibriumun dayandığı ulusal kavramın temelindeki “olgu” Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyetinin Batı Uygarlığına ulaşmak amacıyla tesis ettiği felsefe ve bu felsefeye dayalı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının maddeleştirdiği hukuksal düzenidir.
Bu hukuksal düzenin varlığının devamını isteyen temel aktör olan Gençlik ve Halk ise Siyasal İktidar sahiplerinin yani ikinci aktör”ün yönetimi sırasında mevcut yapının yok edilmesi/değiştirilmesi/ Osmanlı temellerine irca edilmesi ya da İslami şeriat kurallarına göre tesis edilecek Büyük Orta doğu Projesi kapsamında Halife/Başkanlık yapısında “İran İslam Cumhuriyeti” ne benzer şekilde “Türkiye İslam Cumhuriyeti” Başkanlığını kurmak isteyenlerin başında ikinci aktör olan “elit” dir denmektedir.
Diğer bir deyişle Batı uygarlık düzeyinde 90 yıllık tecrübesinin ana hatlarıyla tanımladığımız Türkiye Cumhuriyetinde 2002 yılından bu yana siyasal iktidar sahibi olanlar yani sistem içindeki ikinci aktörün;
1- Tarihe intikal etmiş Osmanlı İmparatorluğunu tekrar canlandırmak,
2- Canlandırılacak olan Osmanlı imparatorluğunu oluşturacak tüm İslam ülkelerinde cari şeriat sistemini Türkiye’ye geri getirmek,
3- Osmanlı İmparatorluğundaki padişahlık sistemini modernize ederek Başkanlık sistemini kurmak,
4-Osmanlı İmparatorluğundaki İslami yapıyı “ılımlı İslam” etiketi ile Türkiye cumhuriyetindeki laik kesim ikna(!) etmek,
5-Büyük Orta doğu projesiyle Osmanlı İmparatorluğunun dayandığı Londra’daki Kraliyetin yeni yönetim mekanı olan ABD deki Beyaz Saraya istinat etmek ,
6-Osmanlı Halifesinin şimdilik yerini alan İmam Fethullah Gülen’in ABD deki ikamet iznini Türkiye’de Başkanlık sistemine geçiş sağlanana kadar Beyaz Saray tarafından uzatılmasını sağlamak,
7- Başkanlık sistemiyle Başkanlığa getirilmesi istenilen aday’ ın istenilen sonucun alınabilmesi amacıyla Abdullah Öcalan’a boyun eğerek Milli Misak sınırlarını parçalama tehlikesini göz ardı etmek.
Ve bunları yapabilmek için
1-Adalet sistemini başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere zayıflatacak oranlar içine almak,
2-Yasama meclisine seçilecekleri ‘’mahalli delegeler’’ yoluyla değil parti liderlerinin tercihlerinne göre saptamak.
3-Yazılı ve sözlü medyayı ürküterek gerçeklerin tam açıklanmasını engellemek ,
İddiaları ileri sürülmektedir.
Başka bir ifadeyle Osmanlıya dönüş isteği Kemalist devrime yapılan bir "Karşı Devrim"dir.
Zira Devrim kavramının şu ifadesi gerçeği göstermektedir:
’’Devrim; siyasal örgütlenmede, toplumsal yapıda, ekonomik mülkiyet ilişkilerinde (hukukta) ve toplumsal düzene dair olan inançta kapsamlı ve köklü değişimdir ki bu da yürürlükteki gelişim çizgisindeki büyük kırılmayı ifade eder. ‘’(4)
Diğer bir deyişle bu karşı devrim, Atatürk'ün tüm yapıtını ters çevirmeyi sağlayacak bir yaklaşımın mahirane uygulanması iddiası vurgulanmaktadır.
XXX
Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce Dünya tarihinde bir TÜRK Devleti mevcut olmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Fors’ unda 16 yıldız vardır ve bu yıldızların her biri Türklerin kurduğu devletleri temsil eder.(2). İşte bu ilk ve son Türk devletinin kurulduğu 23 Nisan 1920 den beri var olan Kemalist ilkelere göre yaşayan Türk Devletinin 2002 yılından başlamak üzere equilibrium'unu yani içsel dengesinin muhafaza edilemediğini yani denge halinden uzaklaşılmaya başlanmış olduğunu ve bundan ötürü de sistemin fonksiyonelliğini kaybetmiş duruma düşmeye başlamış olduğu görüş ve anlayışı belirmiştir.
Ülkenin iç yapısındaki içsel olguların önemli organlarında aksaklıklar ve de Batı Uygarlığına ve Kemalist ilkelere karşı adeta Dini savaşım yani bir nevi silahsız Cihat açılması çabaları giderek artmıştır. Aradan geçen 10 yıldan uzun süre içinde sistemin aktörlerinden olan Halk kendisinin “iyi” yönetilmediğini yani Atatürk ilkelerine göre yönetilmediğini Taksim Gezisindeki gençlerin “düşüncenin eyleme” dönüştürülmesi olgusuyla idrakine vardığını açık ederek onlarla özdeşleşmiştir.
Kemalizmin temelinde akıl ve bilim vardır; bağımsızlık ve hümanizm vardır. Bu nitelikleri taşıyan bu günkü genç nesil’e kırsal kesimlerin değer yargılarından uzaklaşacak yeni gençlerin ve kentsel alanlardaki varoşlardaki insanlarımızın kültürel yapılarının bu günkü iletişim teknolojisi sayesinde kırsal kesim değerlerinden giderek uzaklaşan ilave yeni gençlerin katılması ile Kemalist genç nüfus artmaya devam edecektir. Bugün her bir genç cep telefonuyla bilgisayarlarıyla ve diğer gelişen teknolojik ürünlerle dünya ile iletişim halindeyken eskiye dönüşte ısrar eden “elit “in bugün yaptığı eylemler ve söylemler ile zor bir duruma düştükleri görülmektedirler.
Yeni gençlerin katılmalarını hızlandıran diğer başka bir temel faktör de tarımsal alanlarda makineleşmenin ve toprak parçalanmasını arazi bütünleştirilmesi yoluyla Kapitalist üretim biçimine geçişin artması ile ona has kültürel üst yapının akla dayalı olarak yeni normlarına dönüşmesi mukadderdir; yani, alt yapıdaki feodal ya da yarı-feodal üretim yapısının üst yapıdaki ögeleri akıl süzgecinden geçerek çağdaşlaşıp laikleşecek ve insanın Tanrı ile olan ilişkilerinde Siyasal İktidar sahiplerinin söz sahibi olmaları nihayete erecektir.
Bu durumu açıkça gören ve kendi ideolojisinin çökmesi açısından ciddi boyutlarda endişe duyan siyasal iktidardaki partinin il başkanlarından biri, Türkiye'nin temel sorununu “Merkezdeki Güçler” ile “Çevreden Gelenler” arasındaki çatışma olarak görüyor(3). Bu görüşünü ifade ederken “Merkez Güçler” in Kemalist aydınlar olduğunu ima ediyor ve “Çevreden Gelenler” in ise kırsal kesimden gelip feodal üst yapıya bağlı dinsel ögelerle hareket edenleri kast etmiş oluyor; hatta daha da ileri giderek bizim bilimsel olarak saptadığımız gerçeği endişe ve korku duyarak şöyle belirterek vurguluyor :”Dün bizimle beraber şu ya da bu şekilde yürüyenler, yarın bizim karşımızdaki güçlerle, bu sefer paydaş olacaklar” diyor. Ne yazık ki İl Başkanı, bilimin tecelli edeceğini söylediği hiçbir olgunun önlenemeyeceğinin bilincinde olmamasının temelinde onun kendisinin de feodal üst yapının kültüründe saplanıp kalmış olmasıdır.
XXX
Geçen 10-11 yıldan beri Anayasanın hükümlerinin dayandığı Batı uygarlığının temellerinin göz ardı edildiği ve özgürlüklerin ifna edildiği duruma karşı gelen hiçbir toplumsal tepki meydana gelmemiştir. Ana muhalefet partisi önderliği uyur gezer durumdan çıkamamış, küçük muhalefet partisinin de sadece gürleme ve ciddi olay ve olgular karsısında Elit’ in destekçisi olmasından ötürü Türkiye Cumhuriyetinin tüm yapısını koruyup geleceğe ulaşabileceği söz konusu olamaz diye düşünülürken ve bu düşünceyle Kemalist gelecek ümidi biterken Dünya tarihinin hiçbir döneminde ve hiçbir Millet olmuş ülkesinde olmamış bir olgu dünyaya gelmiştir. O da Atatürk’ün devrimlerinin korunması için nöbetçi olarak seçtiği gençlik “ Dur” diyerek “ direnmeye başlamıştır ve bu direniş kesintisiz devam etmektedir. Öyle anlaşılıyor ki direnişinden geri çekilmeyen gençlik anlaşılması çok zor olan bir olguyu idrak etmiş bulunmaktadır. Taksim Gezisi olayı Gençlik tarafından yaratılmış ikinci bir Kuvayı Milliye hareketidir. Bu gençler sistemin dysfunctional olduğunun bilincine varmışlar ve “sistem” içindeki ikinci aktör'ü yani “elit”leri uyarmaya başlamışlardır.
XXX
Bir sistemin özünün disfonksiyonel duruma düşmüş olmasının yani işlevsizlik durumun doğumuna tarihten çeşitli örnekler verebiliriz. Örneğin M.K. Atatürk’ün çağrısı ile Ankara’da TBMM'nin kurulmasının sağlayan temsilcilerin vilayetlerden seçilerek gelmesi ve halkın Osmanlı düzeninde “yönetilemedikleri” idrakine varmış olduğunun delili olmuştur. Zira İstanbul’da Osmanlı Meclisi Mebus-an var iken Ankara'daki Türkiye Büyük Millet Meclisine temsilci/ delegeler göndermesi Ankara'daki yeni iradeye kendilerinin iyi yönetilmediklerini izahı anlamını taşır.
Bu “yönetilenlerin” idrakleri sonucunda mevcut sistemin işlevini yitirmiş olduğuna ilişkin bilinçliliğin oluşmasına dünya tarihinden diğer bir örnek de Hindistan’da halkın emperyalist İngiltere ( sömürge vali ve erkanı ) tarafından “iyi yönetilmedikleri” nin ispatı anlamında yapılan “pasif mukavemet” i gösterebiliriz. İngiltere'nin Hindistan’da tesis ettiği toplumsal yapı ve düzeninin halkın kendisini tren raylarının üzerine yatmaya varan direnişlerinin vuku bulması ile ispat edildiği aşikar hale gelmesidir. Cezayir bağımsızlık ihtilali, Vietnam ihtilali, Çin ihtilali örnekleri ele alınacak olursa hepsinde de Halkın kendisinin iyi yönetilmediğinin idrakine ulaşmış olduğunu aşikar halde ilan etmeleridir.
XXX
Ülkemizde iktidara karşı, “elit” e karşı yani “sistem içi”ndeki ikinci aktöre karşı harekete geçen “gençlik” Demokrasi sistemine bağlı kalarak ve Türkiye Cumhuriyetinin Kurucu Atalarının koydukları temel felsefesinin çiğnenmemesi ve bu temellerin akla dayalı çağdaşlaşmasının ülke sistemine adapte edilmesi izlenip uygulanması gerçekleştirilmelidir söylemini Cumhuriyetinin Kurucu Atalarının tesis ettiği demokrasi ve özgürlük olanaklarını kullanarak sosyal medya aracılığıyla ifade etmeleri önemlidir.
Kurucu Atalarımızın tesis ettiği düzen “ Sürec Demokrasi” kuralının temelidir. Atalarımızın Batı uygarlığının akla dayalı müspet bilim olguları yerine “nas’ a dayalı ulema fetvaları ile nüfusu ikiye ayırıp amaç olarak da “kindar ve dindar” nesil yetiştirmek ve insanın temel özgürlüklerini belli bir din inancına göre ayar vererek hüküm sürmek belki de siyasal iktidarın sadece “sandık” yoluyla ülkemizi uygarlık dünyasından ayrılmak anlamına gelecektir; ama ne var ki bu durum günümüzdeki 20 li yaşlarda olanların ilerdeki yıllarda 40 yaşlarına geldiklerinde bugünkü siyasal iktidarın sahiplerinin 70 yaşın üstünde olacakları gerçeği karşısında 2023 yılında yaratılacak Türkiye senaryosunda kindar ve dindar nesil yaratma ısrarına devam etmek en kısa deyimiyle “abesle iştigal” anlamına gelir.
XXX
Toplumun “sistem içi” disfonksiyonel hale gelmesi karşısında Taksim Gezisi Gençliğinin Halkla bütünleşerek İkinci Aktöre sosyal medya aracılığı ile sistemin disfunctional hale geldiğinin ikaz etmesi karşısında İkinci Aktör, bütün dünya tarihinde görülen ve hiçbir sonuca varamayan klasik yola başvurmuştur. Bu klasikleşmiş ve artık sadece Millet olamamış Emirlikler, Aşiret Reisleri, Din adamları tarafından yönetilen topluluklarda “orantısız güç” kullanılmasını adeta örnek almışçasına gençlerin bu demokratik “ikaz”ına kendi polis gücünü kullanarak cevabını göndermiştir. Gençlerin barışçı davranışlarına ilaçlı su, biber gazı ve hatta silah kullanılması yoluyla zor kullanılmıştır. Beş genç ölmüş, bir çok genç yaralanmış ve hatta demokratik protestoya karıştıkları iddiasıyla çok sayıda genç tutuklanmıştır. Ama buradaki en önemli olgu İkinci aktör’ün “sistem içi”ndeki dysfonksiyonelliği kaldırmak için Üçüncü aktörün temel yapısına dönmek yerine Gençliğin ve onunla özdeşleşmiş olan Halka karşı ”Sistem Dışı” güç kullanmasıdır.
Bu cevap aslında temelde “Elit”in sistemi disfunksiyonel hale kendisinin getirdiğinin bilincine varmasına rağmen ve sistemin fonksiyonel hale geri getirilmesinin kendisinin “iç sistem” deki yapıyı yani Üçüncü Aktörü temsil eden Kemalizm’i geri getirerek sistemi işlevsizlikten kurtarması yerine polis gücünü kullanarak işlevsizliğe vurgulayan Gençlik ile özdeşleşen Halk’ı görmezden gelmeyi tercih etmiştir.
Bu tercihini yaparak Osmanlıya geri Dönüş ve Şeriat hükümlerinin ihyasını sistem dışı araç ve yollarla Türkiye cumhuriyetinin Kemalist İlkeleri yerine ikame edebileceğine inanması karşısında “kendisinin kendisiyle zıtlaşmakta” olduğunun farkına varmaması düşündürücüdür. Zira “elit” 4-5 Temmuz 2013 de Mısırdaki coup d'état ya şiddetle karşı çıkıp haklı olarak Sistem dışı faktör olan Ordu’yu lanetlerken kendisi Taksim Gezisinde Sistem dışı faktör olan Polisi kendisinin kullanmasını kutsamaktadır.
XXX
Bu örnekteki gerçek olgu “elit” in halkı yönetemediğinin idrakine varır varmaz sistem dışı müdahalelerle “sistem içi” ndeki disequilibrium’u dengeye geri getirmek için “dış “araç kullanmalarıdır. Kullandıkları araçlar korkutma, tutuklama, hapsetme ve hatta terör ile ölümler olabilir. Bu durumlara karşı halk savaşım verir ya da genelde Mahatma Gandi'nin yaptığı gibi Pasif Mukavemete yönelir.
Mahatma Gandi'nin efsane olmuş "Pasif Mukavemet" metoduna en yakın ve hatta ondan daha etkili bir karşı koyma mekaniğini Atatürk’ün de kullandığı bilinmektedir. Osmanlı'nın son Padişah/ Halifesinin Atatürk aleyhine kurdurduğu Halife Ordusu’ na karşı Atatürk “sessiz kalma” yı tercih etmiştir. Vahdettin Atatürk'ün idam edilmesine ilişkin çıkarttırdığı Fetvayı imzalamış, Atatürk sessiz kalmıştır. Padişah Mustafa Kemali ordudan atmış o da sadece üniformasını çıkarıp sivil elbisesini giymiş ama gene sessiz kalmıştır. Padişah Sevr Antlaşmasını imzaladığı zaman Atatürk TBMM kararını aldırarak "Sevr'i kabul etmiyorum" cevabını vermekle yetinmiştir.
"Sistem içi" disfonksiyonel duruma düşen düzeninin sorumlusu olan Vahdettin yani ikinci aktör olan "elit"in karşısında mücadele etmeyen, mukavemetin aktifini değil pasifini dahi sergilemeyen Atatürk "elit’' i adeta Değirmenlere karşı boşu boşuna savaşma haline getirmiştir. Bu tavrın sonuncusunu Vahdettin'in İngilizlere sığınıp Türkiye’den kaçarken dahi onu "yok" saymaya devam etmiştir. . Atatürk'ün "sessiz duruşu" ve Padişah ve Halife unvanlarını yok sayma direnişi sonuç vermiştir ve bu davranış metodu Dünya Devrim tarihinde ilk örnek olmuştur.
Taksim Gençliği bu yollardan her hangi birini kullanmayı tercih etmemiş sadece halk ile bütünleşerek büyük önder Mustafa Kemal Atatürk'ün izlediği barışçı ama Sonuç Getirici "yöntemin” içeriği aynı ama "şekli" farklı olarak kullanmıştır.
Gençlik özgürlüğünü kaybetmemeyi, insan haklarının kullanılmasını ve kişisel yaşamının İslami dini ögelerle hapsedilmesini ve gelecek nesillerin Kemalizm’e “kindar” , “laikliğe” karşı dindar ve kaç çocuk yapacağının sayısına , hangi yaşta eğitime başlayacağına, akıl yerine dinsel ögeleri bilinmeyen bir dilde anlamını 4-5 yaşındaki bebeklere oyuncak verilerek ezberletilmesine, T.C. harflerinin sildirilmesine , yalaka medyanın yerine geliştirilen sosyal medyayı lanetlemeye, Türkiye’nin geleceği olan okumuş ve belli kültür ve bilgi birikimine ulaşmış Kemalist gençliğe yani aydınlık Türk gençliğine çapulcu diyerek gençliği bölmeye kısaca Büyük Önderin yarattığı Uygar Türk toplumunu iğdiş ederek belki de İran’a benzer şekilde ama ondan farklı bir İslami mezhep tabanında “Türkiye İslam Cumhuriyeti Başkanlığı” kurulması arzusuyla “ sistem içi” equilibriumu işlevsiz kılan ikinci aktör’e karşı Taksim gençliğinin direnişi devam etmekte ve bu direnişi Taksim Gençleri Atatürk’ün uyguladığı Sessizliği tercih etme durumu yönteminden bir adım daha ileri yeni bir yöntem geliştirmişlerdir ve uygulamaktadırlar.
Tarihin garip bir cilvesi olarak Taksim parkı gençleri kendilerini "Atatürk'ün Askerleriyiz" diye tanımlarken ellerinde ne sopa ne bir satır ya da pala gibi alet ve edevat olmadığı görülmüştür. Ama bu gençlerin sergilediği son derece önemli bir öge ortaya serilmiştir. O da Duran Adam olgusudur. Kemalist gençlik halkla özdeşleşerek "sistem içi" bir devrimin yeni bir anahtarını vermiştir. O anahtar da Duran Adam formülüdür. Şimdi uyguladıkları formül devam ederken Duran Adam sayısı artmakta ve çoğalan Duran Adamlarla direniş büyüyerek devam etmektedir.
XXX
Her Yer Taksim Her Yer Direniş’in barışçıl bir yol ile çözülmesi “sistem içi” dengeyi bozan unsurun tespitini gerektirir. Sistem dışı terör uygulama , Polisi devreye sokma hatta Ordu’ya darbe yaptırmak bile sonuç veremez. Zira olay “ sistem içi” aktörlerin bilime uyarak fonksiyonlarını bilime dayanarak çözmeleri gereklidir.
Çözüm yolu şu sorunun cevabında yatmaktadır: Hangi aktör “sistem içi” dengeyi disfunctional hale getirmişse yani geriye dönüp Türkiye’nin Osmanlıya geri gitmesi yerine ,Batı uygarlığının ilkelerini gömmek yerine, Türkiye Cumhuriyetinde o ilkeleri sağlamlaştırmak tercih edilecek olursa hem "iç sistem" fonksiyonlliğe kavuşmuş olacak hem de "elit" evrensel demokrasi tarihinde saygın bir yere sahip olacaktır.
1789 Fransız İhtilali’ nden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda 1807 Kabakçı Mustafa İsyanı’yla başlayan ve günümüze kadar oluşan tüm olay ve olgularda halkın iradesinin içeriğinde sadece ve sadece dini kuralların varlığı ve bu kuralların etkinliğini isteme olgusu vardır. Diğer bir değişle Batılılaşmanın temeli olan akıl yerine ilahi kural ve kaidelerin daha ayrıntılı bir tanımlamayla ‘’ Şeriat ‘’ isteklerinin yürürlüğü talebi vardır.
Kısaca din faktörüne dayanmayan ve dini yapının oluşturmadığı Anayasal Maddelerinin icrasını isteyenlerle Şeriat hükümlerine dayanan devlet yapısını isteyen halk vardır; yani halk ile münevverler arasındaki farklılık cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek devam etmektedir.
Ne var ki Türklerin dünya tarihinde ilk kez Türkiye Cumhuriyetinin Taksim Parkındaki gençlerinin halkla bütünleşerek Batı Uygarlığının akla dayalı kurallarının yürürlüğünün temel alınması için DURAN ADAM alegorisiyle taleplerde bulunması Türkiye’nin geleceği için gerçekten önemli bir olaydır. Zira Türklerin tarihinde ilk kez toplumun temeli olan gençlerle bütünleşmiş halk , ülkemizdeki Batı Uygarlığının temellerinin çökertilememesi için DİRENİŞ uygulamasını sürdürmektedirler. Ama ne var ki bu direnişin temelinin “elit” tarafından kabul edilmemesinin belirtileri her geçen gün biraz daha artmaktadır. “Elit” hatta “sistem içi” nin fonksiyonelliğe kavuşturulması için bir dış faktör olan, Polis gücünün başarılı olacağın ilişkin muhal bir inanışına güvenerek o faktöre sarılmaya devam etmektedir.
Dış faktöre sığınmasının temelinde ise gene Osmanlı dönemine duyduğu özlem belirmektedir. Konuşmalarında çağ dışı kalmış Osmanlı’nın dinsel ögelere dayalı temelinin yıkılarak çok kavimli Osmanlı İmparatorluğu yerine Atatürk’ün 1920-1938 yılları arasında TÜRK ulusu için yarattığı Türkiye Cumhuriyetinin temellerini çağdaş ilkelere dayandırma düzenlemelerine ilişkin devrimlerinin yıkılmasını istemeyen Kemalist Taksim Gençliğinin karşısına dindar ve kindar nesil olmasını programladığı İmam Hatip Liseli gençlere Kemalizm’in ne denli “kötü” olduğunu kendi sanki bizzat yaşamış intibaını verir tarzda örnek olayları tanımlayarak çocukluktan gençliğe geçiş aşamasındaki öğrencilerin beyinlerine Osmanlı İmparatorluğunda sanki Türk Milleti kavramı varmış gibi “Millet” kelimesiyle başladığı konuşmasına başkalarından devşirdiklerini bizzat şahidi olmuşçasına şöyle enjekte etmektedir:
” …Milletin değerlerinin yok sayıldığı, çiğnendiği, ayaklar altına alındığı süreçlerden geçtik. İbadethanelerimizin ahırlara, depolara, müzelere çevrildiği, kapılarına kilit vurulduğu, yüzyıllardır yurdumuzun üzerinde inleyen ezanın susturulduğu, yerine çirkin bir şarkının minarelerden söylendiği günlerden geçtik. … Çocukların kendi dillerini, kendi kültür ve geleneklerini, hatta tarihlerini, ecdadını öğrenmeleri suçtu. …İmam hatipler bu ülkeye istikamet çizen, bu ülkenin ufkunu aydınlatan en önemlisi de bu ülkenin öz değerlerine sahip çıkıp, onları muhafaza eden nesillerin yetiştiği eğitim kurumlarıdır. …Sabır, tahammül ve iman, onlara ek olarak nesil yetiştirme mücadelesi yani cehdi emin (=gayret edin , fedakarlık gösterin ) olun…”(5)
Bu durum karşısında söylenecek tek bir cümle var olabilir. O da halk ile bütünleşen Gezi Parkı Gençliği'nin davranışının yukarıdaki bölümlerde belirttiğimiz Mahatma Gandi ve Mustafa Kemal Atatürk’ün pasif mukavemetinden daha da “sessiz” eylem yapmak ve yapılan “sistem dışı” eylemlere karşılık vermemek yani “DURAN ADAM” alegorisini kullanarak “’ su akar yatağını bulur ‘’ halk deyişinin örnek teşkil etmesini beklemekten ibaret olduğuna inanmaktır.
Coşkun Ürünlü
22 Temmuz 2013
-------------------------------------------------------
(*) Bu makalemi Gezi Direnişleri sırasında hayatlarını kaybetmiş olan beş gencimizin anısına ithaf ediyorum.
(**) Makalede kullanılan bazı önemli kavramların anlamlarının berraklaştırılması için İngilizce karşılıkları aşağıda verilmiştir:
A-Denge = Equilibrium (Bir olgu üzerinde rol alan tüm faktörlerin mutlak denge haline gelmiş olmasıdır.)
B-Dengesizlik =disequilibrium
C-İşlev=fonksiyonel -functional
D-İşlevsizlik= fonksiyonel olmama hali - disfunctional
(1)http://www.urunlu.com.tr/77-demokrasi-ve-akp ve Coşkun Ürünlü,Nereden Nereye, İstanbul,2008, sh 222-224,Cinius yayınları
(2)http://www.urunlu.com.tr/113-cumhurbaskanligi-forsundaki-16-yildizin-anlami
(3)http://www.hurriyet.com.tr/gundem/22936431.asp
(4) Sigmund Neumann," The International Civil War," World Politics- I:3,April 1949 pp.333-334 n.1 --g.y: Chalmers A. Johnson ,Revolution and the Social System, University of California , Berkeley,1963,Library of Congress Catalog Card Number:64-20987
(5) Hürriyet Gazetesi, 21 Temmuz 2013,s.1