BATI UYGARLIĞINDA İKİNCİ RÖNESANS DOĞUYORKEN TÜRKİYE CUMHURİYETİNDE KEMALİST RÖNESANS DARBELENİYOR
“Republics decline into democracies and democracies degenerate into despotisms.”
Aristotle
Bugünkü dünyamızda Batıda İkinci Rönesans doğmuşken, İslam aleminde Birinci Rönesans'ın da gerisine, Ortaçağ karanlığına geri gidiş hızlanmıştır. Özellikle İslam'ın Hz. Muhammed zamanındaki aydınlık döneminin ilkelerinin aksine Emevi-Abbasi döneminde ortaya çıkarılan ‘’kurallar ve kaidelerin hükümranlığı’’ nın yürürlüğü hızlanmıştır. Yavuz Sultan Selim ile beraber Osmanlı'ya getirilen ve Kanuni Sultan Süleyman ile derinleştirilen Osmanlı dönemindeki akıl dışı uygulamaların (1) günümüzde benzerlerinin yeniden hayata döndürülmesi hızlanmıştır.
Batı dünyasında 15 inci asırda başlayıp insanlığı kurtaran Rönesans’ın İkinci Rönesans haline "inkılap" etmesine, dönüşmesine, şahitlik yapılan günümüzde ne yazık ki Türkiye Cumhuriyetini kuran ve Türk halkına Batı Rönesans’ının temellerini getirip 80 yıldır uygulanan "Kemalist Rönesans" ağır şekilde yara almış bulunmaktadır.
Bütün bu gelişmelerin kökeninde tek bir olguyu saptayabiliriz. Bu olgunun kökeninde Patrona Halil İsyanı (1730) , Kabakçı Mustafa İsyanı( 1807) , 31 Mart Vakası (1909) , İzmir Suikasti (1926) Menemen Faciası (1930) isteklerine bir çok çevrede "Şeriat elden gidiyor” söylemleriyle gelindiği bilinmektedir. Bu davranışın temelinde yatan asıl olgu Osmanlı İmparatorluğu'ndaki yönetim kadrolarının Batı uygarlığına adım atmaları için Islahat, Tanzimat ve diğer olayların yapıldığı an "din elden gidiyor" cehaletinden kaynaklanan toplumsal tepkilerdir.
Yukarıdaki isyan olaylarının şekil değiştirmesi İttihat Terakki Cemiyetinin 1912 seçimlerini kazanmasıyla yeni bir yapı oluşmuştur. Ama ne var ki İttihat Terakkicilerin hiçbiri Batı uygarlığındaki özgür düşünce, insan haklarının teminat altına alınması için gerekli yasalar, kadınlara seçme seçilme özgürlüğü, Batı bilimlerinin ve özellikle Batı hukukunun temel alınmasını düşünmemişlerdi. Demokrasi kavramına sahip olmak değil ulusal bir ülke yaratıp Türk Ulusu’na sınırları belli, bağımsız bir Türk vatanı yaratmak hayallerinde bile yoktu. Onların amacı Enver Paşa'nın "amacım İslam alemini kurtarmaktır" cümlesinde yatıyordu. İslam birliği temelinde dine dayalı Osmanlı İmparatorluğu’nu canlandırma amacına yönelmişlerdi.
Cumhuriyet öncesi İstiklal Savaşımızı kazanmaya yardım eden ve gönülden destek veren bu son İttihatçıların dimağında ve kalplerinde bu idraksizlik devam etmiştir. Halifeyi kurtarmak, Şeyhülislamı muhafaza etmek, İslam alemini Osmanlı İmparatorluğu adı altında kendi kadrolarının iktidarıyla tekrar yaratmak ve şeriatın esas olduğu bir amaç için uğraşmışlardı. Oysaki koskoca İmparatorlukta yaşayan Müslüman Türkler kendi dinini kendi öz dilinden öğrenemiyor, kendi dilinden duaları anlamadan terennüm ediyor, cennete gitmek ve cehennem azabından kaçmak için hocalara, ulemaya, imamlara gidiyordu. Ama ittihatçılar bu durumu değiştirmeyi amaçlamadıkları gibi Türkçe ibadeti bile hayal edememişlerdir. Kısaca İttihat Terakkiciler Padişahlığı kaldırmak amacıyla değil, kendilerinin istediği kişiyi Padişahlığa getirip şeriatı uygulama ya devamla her şeyin düzeleceği inancıyla faaliyette bulunmuşlardır.
XXX
Günümüzde; eskiden Osmanlı’nın hakim olduğu Orta Doğu ve Afrika'daki İslam devletlerindeki Atatürk'ün izinde ilerleyen ve Rönesans'ın akla uygun günlerini yaşayan Müslümanlar emperyalist güçler tarafından birbirlerini "yok etmek" sürecine sokulmuşlardır. Bu yok edilişin temelinde Emperyalist ülkelerin amacı olan doğal kaynakların paylaşılması yatmaktadır. Bunu teşvik eden ABD olmakla birlikte özellikle İngiltere'nin eski Başbakanı olan Tony Blair’in yardımlarıyla bu süreç Saddam rejiminin yıkılması ile başlatılmış, BOP ve Ilımlı İslam etiketleriyle Irak kanalıyla İslam dünyası halkları İslamcı Emevi şeriatçı gericiler ile Atatürk’ün getirdiği Rönesans’ı kopya etmeye çalışan aydınlık taraftarları birbirine vuruşturularak Orta Doğu parçalanmıştır.
ABD'nin ısrarı ile Irak'ın petrol kaynaklarına el konularak Saddam rejimini Kitle İmha Silahları yalanıyla ve İngiltere Başbakanı Tony Blair'in bu yalana (2)kendinden menkul delillere inandığını deklare ederek katılmasıyla yüzbinlerce insanın ölmesi pahasına Saddam rejimi devrilmiştir. Bu devrilmenin en önemli iki sonucundan biri Euro'nun yükselen değeri ile Dolar'ın ikinci dereceye mahkum olması önlenerek yani ABD'nin Dünya Hakimiyetinin çökmesi engellenmesi diğeri ise ne yazık ki Müslüman dünyası halklarının iç savaşlarla birbirlerini öldürmeleri olmuştur.
Osmanlı'nın hakimiyet sahasından kopup ayrılan kralların, kabile şeflerinin, toprak ağalarının, derviş ve şeyhlerin ve hatta tarikat liderlerinin yönetip yönlendirdiği ve millet olamamış kavimlerdeki Müslüman halkların birbirlerini yok etmeleri daha büyük bir hızla devam etmektedir. Osmanlı döneminden gelen Suudi Arabistan, Kuveyt, BAE, Tunus, Libya, Mısır gibi ülkelerin Büyük Ortadoğu Projesi ve Ilımlı İslam Felsefesi etiketi altında o ülkeler halkları iç savaş halinde birbirine düşürülmüştür. Libya'da aşiret kavgaları yaratılarak ülke emperyalistlere teslim edilmiş, Türkiye'den daha önemli Rönesans adımları atmış olan Tunus yıkılmış, Mısır Müslüman Kardeşlerin eline geçmiş, Laik Suriye parçalanmanın eşiğine getirilmiştir.
Hıristiyan dünyasında insanın hür düşüncesi, akla dayalı davranışları ve gelişmeler ilerlerken bu saydığımız İslam ülkelerinde düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü, eğitim özgürlüğü, şeriat kanunlarının imamlar, vaizler, din adamlarının kişisel yorumlarıyla akıl hapishanesine hapsedilmişler ve edilmektedirler.
XXX
Türkiye Atatürk Rönesans'ı sayesinde dünyadaki tüm Müslüman ülkelere Batı uygarlığında yer alan laik bir Müslüman devleti olarak örnek olmuştur. Ama günümüzde en önemli olgu Osmanlı İmparatorluğu’nu Sünni mezhep bazında tekrar yaratmak, basul badel mevt yapmak isteyen, hatalı bir anlayış ile Ulusal Devletten çıkıp İslam Commonwealth’ine dönüşme arzusunun teşvik ediliyor olmasıdır. Türkiye , Ortadoğu ve Afrika Müslüman halklar ile birlikte zor günlerin içine düşmüştür. “Türk ‘’ kelimesini öcü olarak gören, ulusal devleti gericilik olarak kabul eden ve laik düşünce sistemi yerine dinsel anlayış içinde halifelik sistemini ihya ederek ülkenin yapısının Kurucu Atalarımızın Batı Rönesans’ı temellerinin yıkılması öngörülen bir durum yaratılmıştır. “Kuvvetler Ayrımı” ilkesi yerine yasama, yürütme ve yargı gücünü devlet başkanlığı sistemi temeline verme çabaları öngörülmüştür.
Ulus olamamış Cumhuriyet sistemini kuramamış Orta Doğu ve Kuzey Afrika Müslüman ülkelerinin din bazında bütünleşmesi amacına varma yolunda gelişmeler artmış ve bu bölgede tek “Ulus Devlet” olan Türkiye Cumhuriyetinin varlığında çok ciddi değişikliklerin başarılması hızlanmıştır. Osmanlı rejiminin dini kurallara ve padişahlık yetkileriyle bir ‘’insan” a devretme çabalarının temelinde ABD ile onun yönlendirdiği dış güçler Türkiye’yi parçalayarak küçültmek arzusunu izlemekte olduğu görülmektedir. Bunun başarılması için uyguladıkları mekanizma ‘’procedure’’ demokrasi metodudur (3). Bu “usul” demokraside oy kullanacakların Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nüfus yapısı ise şöyledir: (4)
Nüfusun;
15 yaşın üzerindekilerin %5 i okuma – yazma bilmemekte,
%7 si hiç okula gitmemiş,
%28 i beş yıllık ilkokul mezunu,
%14 ü sekiz yıllık okul mezunu,
%12 si lise (11/12 yıllık ) mezunu
% 11 i ise yüksek okul mezunudur.
Diğer bir değişle nüfus yapısı Dünya eğitim ortalamasında ortaokul 2. sınıf seviyesi olarak görülmektedir ki bu da Afrika ülkelerindeki oranlara göre onlardan daha düşük kalmıştır. Böyle bir alt yapıda Kemalist Anayasamızın dayandığı yapının korunması gerekliliğini sağlayacak hiçbir referandum Batı Uygarlığının 80 Yıllık Türkiye tecrübesini koruyacağı iddiasını kolay kolay ileri sürülemez. Zaten bu hükmün geçersizliğinin ispatı olan “Dindar Cumhurbaşkanı isterseniz oyunuzu bize veriniz” denilerek bir önceki referandumda alınan sonuç hala zihinlerden silinmemiştir.
Kemalist Rönesans seksen yıllık dönemden sonra ağır yara almıştır. Yeni İttihatçılar şu anda Şeriat’ın yürüyeceği patikalarını asfaltlayarak yandaşlarını iktidara getirmek ve Dışişleri Eski Bakanı Kamran İnan’ın dediği gibi “Bu kadar önemli bir yerde bulunan ülkemizi küçültmek isteyenler var . Bunun için de büyük çabalar gösteriliyor. Ülkemize sadakatle hizmet eden ve bunun için çaba gösterenlerin başına çok işler getiriliyor. Ne yazık ki ,Türkiye'de hainler makbuldür. Bu kadar hainin nasıl yetiştiği , toprağımızdan mı , suyumuzdan mı olduğu da araştırılıp incelenmeli. Bu vatanın , hain yetiştirmede nasıl bu kadar verimli olduğu ortaya çıkarılmalı ve buna göre önlemler alınmalı.’’ (5)
Bu tür gelişmeleri başka bir yönden irdeleyen Prof.Dr.Celal Şengör ise şöyle söylüyor: ”Bugün Türkiye’de aklı başında adamlar, sadece şu anda sürmekte olan dincileştirme politikasına uymadıkları için ekarte ediliyorlar. Mahkum ediliyorlar...Yobaz’ın intikamı yaşanıyor şu anda Türkiye’de. İlkel bir hesaplaşma sürecindeyiz. Eğer eğitimi de bunların eline bırakacak olursak, Avusturya-Macaristan’daki (İmparatorluğundaki-C.Ü) dağılmanın aynısını yaşayacağız. Hem de bire bir aynısı olacak. Şu anda da adım adım aynı şeyler yaşanıyor zaten. Ne oldu orada? Önce; ‘Dilimi konuşmak istiyorum’ dendi. Sonra;
‘Kendi dilimde eğitim yapacağım’ dediler. Arkasından özel parlamento istediler. Ama bunu da hiç kimse dile getirmiyor. Demiyorlar ki; önümüzde çözülmüş bir Avusturya-Macaristan var. Roma İmparatorluğu’nu çökerten de dindir. Hıristiyanlık çökertmiştir Roma İmparatorluğu’nu. İçinden kemirmiştir. Hıristiyanlığın kemirme yöntemi de okullara saldırmaktır. Cehalet böyle yayılmıştır Roma İmparatorluğu’nda. Bunları niye kimse anlatmıyor? Bilgi yok çünkü. Bilgi de yok, birikim de yok.T.C.’yi kaldırmak, bayrağı indirmek çok mühim şeyler değil. Bunlar sadece semptomdur. Yobazın intikamı içindeki bu semptomlar, bölünmenin ilk adımları olarak yorumlanabilir. Amaç, alıştıra alıştıra Türkiye Cumhuriyeti’ni bölmek, parçalamaktır. (6)
Bu görüşlere paralel bir analizi de Duayen diplomatımız Şükrü Elekdağ da şöyle vurguluyor(7) : AKP iktidarının yönettiği psikolojik savaş sonucunda Türk toplumunun gerçeği arama refleksiyle, yalan ve hileye karşı koyma antikorları tahrip olmuş durumda. Bu nedenle iktidarın söylediği yalanlar, yandaş ve işbirlikçi medyanın da desteğiyle kamuoyu tarafından gerçek gibi algılanıyor… Halkımız, ”çözüm sürecinin” gerçekte terörün sona erdirilmesi kisvesi altında Türkiye Cumhuriyeti’nin çözülmesi olduğunu fark edemiyor. … Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Türkiye’nin Ortadoğu’nun “öncüsü, sahibi ve hizmetkarı olma” ve eski Osmanlı Toprakları üzerinde İngiliz Milletler Topluluğu (=commenwealth) (8) modeline benzer bir liderlik kurma yolundaki açıklamaları…
XXX
Türkiye Cumhuriyeti’nin de bu duruma düşebileceğini öngören Önder Mustafa Kemal Atatürk şunları söylemiştir:
“Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanın emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz, kasten ve fiile dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere fırsat vermeyeceğiz.”
“Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz."...
“Hükümdarlar, kendilerini mevhum bir kuvvetin mümessili tanırlar ve bundan zevk alırlar. Fakat onların etrâfındaki menfaatperestler, bunu din kisvesine büründürerek bütün milleti iğfâle, idlâle çalışırlar. Nitekim şimdiye kadar çalışmışlardır. Bu gibilerine mürtecî ve hareketlerine de irticâ derler.”
“Fetvâ ile veyahut şu ve bu gibi telkînlerle milleti irticâya sevk etmek isteyenlerin yeri zindan olacaktır.”
“Unutulmamalıdır ki milletin hâkimiyetini bir şahısta yâhut sınırlı sayıda şahısların elinde bulundurmakta menfaat bekleyen câhil ve gâfil insanlar vardır.”
‘’Kralların ve padişahların istibdadına dinler mesnet olmuştur. Krallar, halifeler, padişahlar etraflarını alan papazlar, hocalar tarafından yapılmış teşviklerle, ilâhî hukuka istinat etmişlerdir. Hâkimiyet, bu hükümdarlara Allah tarafından verilmiş olduğu nazariyesi uydurulmuştur. Buna göre, hükümdar, ancak Allah'a karşı mesuldür.”
“Bizi yanlış yola sevk eden habisler, biliniz ki çok kere din perdesine bürünmüşlerdir...Bizim dinimiz en tabii ve mâkul dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lâzımdır. Bizim dînimiz bunlara tamamen uygundur.” ...
“Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir. Âdetâ halkı bir kapana kıstırırlar. Benim halkım demokrasi ilkelerini, gerçeğin emirlerini ve bilimin öğretilerini öğrenecektir. Batıl inançlardan vazgeçilmelidir. İsteyen istediği gibi ibadet edebilir. Herkes kendi vicdanının sesini dinler. Ama bu davranış ne sağduyulu mantıkla çelişmeli ne de başkalarının özgürlüğüne karşı çıkmasına yol açmalıdır” ...
“En doğru, en gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır.”
“Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz.”(9)
XXX
Yukarda belirttiğimiz gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin Rönesans’ı 80 yıl sonra yaralanmıştır. Ne var ki bu yaralanma karşı- devrimcilerin arzuladığı gibi ölüm aşamasına yükselemeyecektir. Zira diyalektik olarak karşı devrim gerçekleşirken içinde taşıdığı anti tezini yani ‘’ölüm’’ tezinide getirir. Bu bir bebeğin doğduğu anda içinde taşıdığı olgu olan “ölüm” ün mukadder oluşu içsel mekanizmasının fonksiyonudur.
Toplumlarda ortaya çıkan “devrim” ler ise topluma yeniliğe ve ileriye gidişi sağlayan aşıdır. Bu bir yeni hayat aşısıdır; bu bir toplumun kendi iç dinamiklerinin çalışmasıdır ve durdurulamaz. İnsan topluluklarının kendine has iç dinamiklerinden dolayı toplum daima ileriye gider ve daha üst seviyeye dönüşür. Bu içsel endojen çalışma hiçbir şekilde eksojen bir faktörün negatif etkisi altında kalamaz, engellenemez ve nihayetinde toplum bir üst yapıya ulaşır. Örneğin bir toplum feodal yapıdan kapitalist yapıya geçerse feodal toplum yapısının kendi yarattığı üst yapısının toplumsal ilişkilerini düzenleyen hukuksal yapısı da kendiliğinden (endojen) değişimi zorlar. Tarihi sürecin gelişimini itekleyen, destek olan ya da onun yaratılmasına katkıda bulunan herhangi bir endojen faktörün aksine eksojen faktör gelişimi durduramaz ama geciktirir. Kısaca İbni Haldun’a göre ileriye doğru giden bu değişim kendiliğinden oluşur ve bu olay kaçınılmaz bir olgudur. Diğer bir değişle Ulus olmuş toplumların ileriye götürülmesi dış etkenlerle her zaman mümkün olurken geriye götürülmesi imkansızdır. Magna Charta, Fransız Devrimi, ABD iç savaş sonucu, Kemalist Devrim, Mahatma Gandi Pasif Direnişi bu eksojen faktörlerin etkisini gösteren düşünce delilleridir. Sistemin kendiliğinden merdivenlerden yukarı çıkmasını sağlayan endojen faktörleri exojen faktörlerde destekler. Ama exojen faktörler bu içsel gelişmeyi sadece geçici bir süre için engelleyebilir ama uzun süre dayanamaz. Diyalektik süreç kendi içsel olgularıyla toplumun yeni bir aşamaya ulaşmasını sağlar. Örneğin Kapitalist sisteme erişmiş bir toplumu exojen faktör feodal bir yapıyı getiremez ve buna bağlı olarak örneğin Toprak ağaları Nükleer Tesis kurup bunu işletmek için üst hukuki yapıda ücretsiz ırgat çalıştıramaz.
Gerçekten de Kemalist Devrim feodal toplumun üst yapısının temel özelliği olan Dini Kurallarla, Şeriatla toplumun yönetilmesini kaldırmıştır. Bunun gereği olan üst yapıyı yani hukuksal yapıyı da Batı Rönesans’ından aldığı Roma hukukunun temellerini Ziya Gökalp’ten esinlenerek aldığı önerilerle değiştirmiştir.
Papa Benedict XVI nın istifası nasıl bir ileriye adım ise Atatürk’ün adımı da aynı anlamda Aydınlanma adımıdır. Hümanizmin temeli Atatürk tarafından atılmış ama ne var ki " il uomo universal" (Evrensel insan) maalesef yaratılamamıştır; zira, Mustafa Kemal’in attığı temellerin hızını arttırarak devam ettirecek yeni yöneticiler onu takip etmemişler ve Kemalist devrimi özümleyememiş eğitimsiz toplumdan oy alabilmek için onların dinsel yaklaşımlarını istismar etmişlerdir.
Burada günümüzde görülen olay eski İttihatçıların reenkarnasyonu gibidir; yani, “usul ”demokrasi” sandığına “evet” ama sistemi inşa eden kurucu ataların temel ilkelerine “hayır”.
Klasik demokrasi anlayışında toplumun eksojen faktörü olarak endojen faktörü destekleyecek Muhalefet partilerinin etkin olması gereklidir. Ama ne var ki toplumumuzda Muhalefet Partileri halsizlik içinde topluma placebo (10) gibidirler. Bunun sebebi ise milletvekillerini halk değil parti ileri gelenlerinin seçtikleri , daha doğrusu tayin ettikleri için halkla ilişkisi kesilmiş bürokrat, zadegan ya da değerleri kendinden menkul ve kısaca siyasete içsel olarak yaban kalanlardan oluşturuluyor olmasıdır.
Bütün bunlara rağmen Türkiye Cumhuriyeti, Türklerin Ana Yurdunda, sınırları belli, tam bağımsız ve şu andaki Anayasamızda belirtilen ilk üç maddesine sahip çıkacaklarına ve bunu “usul demokrasi” sandıklarında ispat edeceklerine tarihe bakarak söyleyebiliriz. Zira Türk Ulusu en zor zamanlarında en akıllı davranışlarıyla bu ülkeyi yaratmışlar ve tüm Müslüman ülke halklarına örnek olmuşlardır.
Bu örnek oluşun şahitleri çevremizi sarmalayan çeşitli Müslüman ülkelerde açıkça görülmektedir ve önümüzdeki günlerde de görülmeğe devam edecektir. Zira Kemalizm sadece bir düşünce sistemi değil , aynı zamanda Batılılaşmaya yönelik bir stratejik metod olup uygulayıcılara verilen eksojen nitelikli hedeftir.
COŞKUN ÜRÜNLÜ
8 MAYIS 2013
(1) Prof.Dr. Talat Halman , “Kebıkeç Duası”, Milliyet 21 Ağustos 1996
(2) http://www.mirror.co.uk/news/uk-news/tony-blair-knew-iraq-very-1817571
(3) http://www.urunlu.com.tr/77-demokrasi-ve-akp
(4)http://www.hurriyet.com.tr/egitim/23101069.asp
(5) Kamran İnan, Sözcü gazetesi-Röportaj 27 Nisan 2013
(6) Prof.Dr. Celal Şengör,Sözcü gazetesi-Röportaj 29 Nisan 2013
(7) Şükrü Elekdağ, Sözcü Gazetesi , Röportaj 4 Mayıs 2013
(8) AKP iktidarının ABD ile birlikte oluşturduğu Büyük Ortadoğu (BOP) projesinin temeli olan “Ilımlı İslam” kavramının amacının İngiliz Milletler Topluluğu yani Commenwealth ‘in benzeri olan yol ile Ortadoğu’nun kaynaklarını ABD ve ingıltereye aktarılması amacı olduğuna ilişkin daha önceki yıllarda irdelediğimiz makaleler için bknz: A) Emperyalizmin "Ilımlı İslam Birleşik Devletler Federasyonu" Kurma Amaçlı Yeni Tip Dünya Savaşı İlerlemeye Devam Ediyor. (http://www.urunlu.com.tr/93-emperyalizmin-ilimli-islam-birlesik-devletler-federasyonu-kurma-amacli-yeni-tip-dunya-savasi-ilerlemeye...; B) Kemalist Rönesans’a Ölümcül Darbe (http://www.urunlu.com.tr/91-kemalist-ronesansa-olumcul-darbe;C) Büyük Ortadoğu Projesinin Temeli : Ilımlı İslam (http://www.urunlu.com.tr/81-buyuk-ortadogu-projesinin-temeli--ilimli-islam)
(9) Büyük önder Atatürk ‘ün düşüncelerinin alındığı kaynaklar için bknz : http://www.ataturkinkilaplari.com/ak/135 ve http://www.yoldash.com/blogs/entry/Vatanda-in-Medeni-Bilgiler
(10) Placebo—hastaya ilaç diye verilen etkisiz madde