Batı Uygarlığında İkinci Rönesans Doğuyorken Türkiye Cumhuriyetinde Kemalist Rönesans Darbeleniyor

BATI UYGARLIĞINDA İKİNCİ RÖNESANS DOĞUYORKEN TÜRKİYE CUMHURİYETİNDE KEMALİST RÖNESANS DARBELENİYOR

 

“Republics decline into democracies and democracies degenerate into despotisms.”

                                                                                                       Aristotle

 

 

Bugünkü dünyamızda Batıda İkinci Rönesans doğmuşken, İslam aleminde Birinci  Rönesans'ın da gerisine, Ortaçağ karanlığına geri gidiş hızlanmıştır. Özellikle İslam'ın Hz. Muhammed zamanındaki aydınlık döneminin ilkelerinin aksine Emevi-Abbasi döneminde ortaya çıkarılan ‘’kurallar ve kaidelerin hükümranlığı’’ nın yürürlüğü hızlanmıştır. Yavuz Sultan Selim ile beraber Osmanlı'ya getirilen ve Kanuni Sultan  Süleyman ile derinleştirilen Osmanlı dönemindeki akıl dışı uygulamaların (1) günümüzde benzerlerinin yeniden hayata döndürülmesi hızlanmıştır.

Batı dünyasında 15 inci asırda başlayıp insanlığı kurtaran Rönesans’ın  İkinci Rönesans haline "inkılap" etmesine, dönüşmesine, şahitlik yapılan günümüzde ne yazık ki Türkiye Cumhuriyetini kuran ve Türk  halkına  Batı Rönesans’ının temellerini getirip 80 yıldır uygulanan "Kemalist Rönesans" ağır şekilde yara almış bulunmaktadır.

 Bütün bu gelişmelerin kökeninde tek bir olguyu saptayabiliriz. Bu olgunun kökeninde Patrona Halil İsyanı (1730) , Kabakçı Mustafa İsyanı( 1807) ,  31 Mart Vakası (1909) , İzmir Suikasti (1926) Menemen Faciası (1930) isteklerine bir çok çevrede "Şeriat elden gidiyor” söylemleriyle gelindiği bilinmektedir. Bu davranışın temelinde yatan asıl olgu Osmanlı İmparatorluğu'ndaki yönetim kadrolarının Batı uygarlığına adım atmaları için Islahat, Tanzimat ve diğer olayların yapıldığı an "din elden gidiyor" cehaletinden kaynaklanan toplumsal tepkilerdir.

Yukarıdaki isyan olaylarının şekil değiştirmesi İttihat Terakki Cemiyetinin 1912 seçimlerini kazanmasıyla yeni bir yapı oluşmuştur. Ama ne var ki İttihat Terakkicilerin hiçbiri Batı uygarlığındaki özgür düşünce, insan haklarının teminat altına alınması için gerekli yasalar, kadınlara seçme seçilme özgürlüğü, Batı bilimlerinin ve özellikle Batı hukukunun temel alınmasını düşünmemişlerdi. Demokrasi kavramına sahip olmak değil ulusal  bir ülke yaratıp Türk Ulusu’na sınırları belli, bağımsız bir Türk vatanı yaratmak hayallerinde bile yoktu. Onların amacı Enver Paşa'nın "amacım İslam alemini kurtarmaktır" cümlesinde  yatıyordu. İslam birliği temelinde dine dayalı Osmanlı İmparatorluğu’nu canlandırma  amacına yönelmişlerdi.

Cumhuriyet öncesi İstiklal Savaşımızı kazanmaya yardım eden ve gönülden destek veren bu son İttihatçıların dimağında ve kalplerinde bu idraksizlik devam etmiştir. Halifeyi kurtarmak, Şeyhülislamı muhafaza etmek, İslam alemini Osmanlı İmparatorluğu adı altında kendi kadrolarının iktidarıyla  tekrar yaratmak  ve şeriatın esas olduğu bir amaç için  uğraşmışlardı. Oysaki koskoca İmparatorlukta yaşayan Müslüman Türkler kendi dinini kendi öz dilinden öğrenemiyor, kendi dilinden  duaları anlamadan terennüm ediyor, cennete gitmek ve cehennem azabından kaçmak için hocalara, ulemaya, imamlara gidiyordu. Ama ittihatçılar bu durumu değiştirmeyi  amaçlamadıkları  gibi Türkçe ibadeti bile  hayal edememişlerdir. Kısaca İttihat Terakkiciler Padişahlığı kaldırmak amacıyla değil, kendilerinin istediği kişiyi Padişahlığa getirip şeriatı uygulama ya devamla her şeyin düzeleceği inancıyla faaliyette bulunmuşlardır.

XXX

 Günümüzde; eskiden  Osmanlı’nın hakim olduğu Orta Doğu ve Afrika'daki İslam devletlerindeki  Atatürk'ün izinde  ilerleyen ve Rönesans'ın  akla uygun  günlerini yaşayan Müslümanlar emperyalist güçler tarafından birbirlerini "yok etmek" sürecine sokulmuşlardır. Bu yok edilişin temelinde  Emperyalist ülkelerin  amacı olan doğal kaynakların paylaşılması  yatmaktadır. Bunu teşvik eden ABD olmakla birlikte özellikle İngiltere'nin eski Başbakanı olan Tony Blair’in yardımlarıyla bu süreç Saddam rejiminin yıkılması ile başlatılmış, BOP  ve Ilımlı İslam etiketleriyle Irak kanalıyla İslam dünyası halkları İslamcı Emevi şeriatçı gericiler ile Atatürk’ün getirdiği Rönesans’ı kopya etmeye çalışan aydınlık taraftarları birbirine vuruşturularak Orta Doğu parçalanmıştır.

ABD'nin ısrarı ile Irak'ın petrol  kaynaklarına el konularak Saddam rejimini Kitle İmha Silahları yalanıyla ve İngiltere Başbakanı Tony Blair'in bu yalana (2)kendinden menkul delillere inandığını deklare ederek katılmasıyla yüzbinlerce insanın ölmesi pahasına Saddam rejimi devrilmiştir. Bu devrilmenin en önemli iki sonucundan biri  Euro'nun yükselen değeri ile Dolar'ın ikinci  dereceye mahkum olması önlenerek yani ABD'nin Dünya Hakimiyetinin çökmesi engellenmesi diğeri ise ne yazık ki Müslüman dünyası halklarının iç savaşlarla birbirlerini öldürmeleri olmuştur.

Osmanlı'nın hakimiyet sahasından kopup ayrılan kralların,  kabile şeflerinin, toprak ağalarının, derviş ve şeyhlerin  ve hatta tarikat liderlerinin yönetip yönlendirdiği ve millet olamamış kavimlerdeki Müslüman halkların birbirlerini yok etmeleri daha büyük bir hızla devam  etmektedir. Osmanlı döneminden gelen Suudi Arabistan, Kuveyt, BAE, Tunus, Libya, Mısır gibi ülkelerin  Büyük Ortadoğu Projesi ve Ilımlı İslam Felsefesi etiketi altında o ülkeler halkları iç savaş halinde birbirine düşürülmüştür. Libya'da aşiret kavgaları yaratılarak ülke emperyalistlere teslim edilmiş, Türkiye'den daha önemli Rönesans adımları atmış olan Tunus yıkılmış, Mısır  Müslüman Kardeşlerin eline geçmiş, Laik Suriye parçalanmanın eşiğine getirilmiştir.

Hıristiyan dünyasında insanın hür düşüncesi, akla dayalı davranışları ve gelişmeler ilerlerken bu saydığımız İslam ülkelerinde düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü, eğitim özgürlüğü, şeriat kanunlarının imamlar, vaizler, din adamlarının kişisel yorumlarıyla akıl hapishanesine hapsedilmişler ve edilmektedirler.

XXX 

Türkiye Atatürk Rönesans'ı sayesinde dünyadaki tüm Müslüman ülkelere Batı uygarlığında yer alan laik bir Müslüman devleti olarak örnek olmuştur. Ama günümüzde en önemli olgu Osmanlı İmparatorluğu’nu Sünni  mezhep bazında  tekrar  yaratmak, basul badel mevt yapmak isteyen,  hatalı bir anlayış ile Ulusal Devletten  çıkıp İslam Commonwealth’ine dönüşme arzusunun teşvik ediliyor olmasıdır. Türkiye , Ortadoğu ve Afrika Müslüman halklar ile birlikte zor günlerin içine düşmüştür.  “Türk ‘’ kelimesini öcü olarak  gören, ulusal devleti gericilik olarak kabul eden ve  laik düşünce sistemi yerine dinsel anlayış içinde halifelik sistemini ihya ederek ülkenin yapısının Kurucu Atalarımızın Batı Rönesans’ı temellerinin yıkılması öngörülen bir durum yaratılmıştır. “Kuvvetler Ayrımı” ilkesi yerine  yasama, yürütme  ve  yargı gücünü devlet başkanlığı sistemi temeline verme çabaları öngörülmüştür.

Ulus  olamamış Cumhuriyet sistemini kuramamış Orta Doğu ve Kuzey Afrika Müslüman ülkelerinin din bazında  bütünleşmesi amacına varma yolunda gelişmeler  artmış ve bu bölgede tek “Ulus Devlet” olan Türkiye Cumhuriyetinin varlığında  çok ciddi değişikliklerin başarılması hızlanmıştır. Osmanlı rejiminin dini kurallara ve padişahlık yetkileriyle bir  ‘’insan” a devretme çabalarının temelinde ABD ile onun yönlendirdiği dış güçler Türkiye’yi parçalayarak küçültmek arzusunu izlemekte olduğu görülmektedir. Bunun başarılması için uyguladıkları mekanizma ‘’procedure’’ demokrasi metodudur (3). Bu “usul” demokraside oy kullanacakların Türkiye Cumhuriyeti’nin temel nüfus yapısı ise şöyledir: (4) 

Nüfusun;

15 yaşın üzerindekilerin %5 i okuma – yazma bilmemekte,

%7 si hiç okula gitmemiş,

%28 i beş yıllık ilkokul mezunu,

%14 ü sekiz yıllık okul mezunu,

%12 si lise (11/12 yıllık ) mezunu

% 11 i  ise yüksek okul mezunudur.

Diğer bir değişle nüfus yapısı Dünya  eğitim ortalamasında ortaokul 2. sınıf seviyesi olarak  görülmektedir ki bu da Afrika ülkelerindeki oranlara göre onlardan daha düşük  kalmıştır. Böyle bir alt yapıda Kemalist Anayasamızın dayandığı yapının korunması gerekliliğini sağlayacak hiçbir referandum  Batı Uygarlığının 80 Yıllık Türkiye tecrübesini koruyacağı iddiasını kolay kolay  ileri sürülemez. Zaten bu hükmün  geçersizliğinin  ispatı olan  “Dindar Cumhurbaşkanı isterseniz oyunuzu bize veriniz” denilerek bir önceki referandumda alınan sonuç hala zihinlerden silinmemiştir.

Kemalist Rönesans seksen yıllık dönemden sonra  ağır yara almıştır. Yeni İttihatçılar şu anda  Şeriat’ın  yürüyeceği patikalarını asfaltlayarak  yandaşlarını iktidara getirmek ve  Dışişleri Eski Bakanı Kamran İnan’ın  dediği gibi  “Bu kadar önemli bir yerde bulunan ülkemizi küçültmek isteyenler var . Bunun için de büyük çabalar gösteriliyor. Ülkemize sadakatle hizmet eden ve bunun için çaba gösterenlerin başına çok işler getiriliyor. Ne yazık ki ,Türkiye'de hainler makbuldür. Bu kadar hainin nasıl yetiştiği , toprağımızdan mı , suyumuzdan mı olduğu da araştırılıp incelenmeli. Bu vatanın , hain yetiştirmede nasıl bu kadar verimli olduğu ortaya çıkarılmalı ve buna göre önlemler alınmalı.’’ (5)

Bu tür gelişmeleri başka bir yönden irdeleyen Prof.Dr.Celal Şengör ise şöyle söylüyor: ”Bu­gün Tür­ki­ye­’de ak­lı ba­şın­da adam­lar, sa­de­ce şu an­da sür­mek­te olan din­ci­leş­tir­me po­li­ti­ka­sı­na uy­ma­dık­la­rı için ekar­te edi­li­yor­lar. Mah­kum edi­li­yor­lar...Yo­ba­z’­ın in­ti­ka­mı ya­şa­nı­yor şu an­da Tür­ki­ye­’de. İl­kel bir he­sap­laş­ma sü­re­cin­de­yiz. Eğer eği­ti­mi de bun­la­rın eli­ne bı­ra­ka­cak olur­sak, Avus­tur­ya-Ma­ca­ris­ta­n’­da­ki (İmparatorluğundaki-C.Ü) da­ğıl­ma­nın ay­nı­sı­nı ya­şa­ya­ca­ğız. Hem de bi­re­ bir ay­nı­sı ola­cak. Şu an­da da adım adım ay­nı şey­ler ya­şa­nı­yor za­ten. Ne ol­du ora­da? Ön­ce; ‘Di­li­mi ko­nuş­mak is­ti­yo­ru­m’ den­di. Son­ra;

‘Ken­di di­lim­de eği­tim ya­pa­ca­ğı­m’ de­di­ler. Ar­ka­sın­dan özel par­la­men­to is­te­di­ler. Ama bu­nu da hiç kim­se di­le ge­tir­mi­yor. De­mi­yor­lar ki; önü­müz­de çö­zül­müş bir Avus­tur­ya-Ma­ca­ris­tan var. Ro­ma İm­pa­ra­tor­lu­ğu­’nu çö­ker­ten de din­dir. Hı­ris­ti­yan­lık çö­kert­miş­tir Ro­ma İm­pa­ra­tor­lu­ğu­’nu. İçin­den ke­mir­miş­tir. Hı­ris­ti­yan­lı­ğın ke­mir­me yön­te­mi de okul­la­ra sal­dır­mak­tır. Ce­ha­let böy­le ya­yıl­mış­tır Ro­ma İm­pa­ra­tor­lu­ğu­’n­da. Bun­la­rı ni­ye kim­se an­lat­mı­yor? Bil­gi yok çün­kü. Bil­gi de yok, bi­ri­kim de yok.T.C.’­yi kal­dır­mak, bay­ra­ğı in­dir­mek çok mü­him şey­ler de­ğil. Bun­lar sa­de­ce semp­tom­dur. Yo­ba­zın in­ti­ka­mı için­de­ki bu semp­tom­lar, bö­lün­me­nin ilk adım­la­rı ola­rak yo­rum­la­na­bi­lir. Amaç, alış­tı­ra alış­tı­ra Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti­’ni böl­mek, par­ça­la­mak­tır. (6)

Bu görüşlere paralel  bir analizi  de  Duayen diplomatımız Şükrü Elekdağ da  şöyle   vurguluyor(7) : AKP iktidarının yönettiği psikolojik savaş sonucunda Türk toplumunun  gerçeği arama refleksiyle, yalan ve hileye karşı koyma antikorları  tahrip olmuş durumda. Bu nedenle iktidarın söylediği yalanlar, yandaş ve işbirlikçi medyanın da desteğiyle  kamuoyu tarafından  gerçek gibi algılanıyor…  Halkımız, ”çözüm sürecinin”  gerçekte terörün sona erdirilmesi kisvesi altında Türkiye Cumhuriyeti’nin  çözülmesi olduğunu fark edemiyor. … Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Türkiye’nin  Ortadoğu’nun  “öncüsü, sahibi ve hizmetkarı  olma”  ve eski Osmanlı Toprakları üzerinde İngiliz Milletler Topluluğu (=commenwealth) (8) modeline benzer bir liderlik  kurma  yolundaki   açıklamaları…

XXX

Türkiye Cumhuriyeti’nin de bu duruma düşebileceğini öngören Önder Mustafa Kemal Atatürk şunları söylemiştir:

“Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanın emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz, kasten ve fiile dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere fırsat vermeyeceğiz.”

“Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz."...

“Hükümdarlar, kendilerini mevhum bir kuvvetin mümessili tanırlar ve bundan zevk alırlar. Fakat onların etrâfındaki menfaatperestler, bunu din kisvesine büründürerek bütün milleti iğfâle, idlâle çalışırlar. Nitekim şimdiye kadar çalışmışlardır. Bu gibilerine mürtecî ve hareketlerine de irticâ derler.”

 “Fetvâ ile veyahut şu ve bu gibi telkînlerle milleti irticâya sevk etmek isteyenlerin yeri zindan olacaktır.”

“Unutulmamalıdır ki milletin hâkimiyetini bir şahısta yâhut sınırlı sayıda şahısların elinde bulundurmakta menfaat bekleyen câhil ve gâfil insanlar vardır.”

‘’Kralların ve padişahların istibdadına dinler mesnet olmuştur. Krallar, halifeler, padişahlar etraflarını alan papazlar, hocalar tarafından yapılmış teşviklerle, ilâhî hukuka istinat etmişlerdir. Hâkimiyet, bu hükümdarlara Allah tarafından verilmiş olduğu nazariyesi uydurulmuştur. Buna göre, hükümdar, ancak Allah'a karşı mesuldür.”

“Bizi yanlış yola sevk eden habisler, biliniz ki çok kere din perdesine bürünmüşlerdir...Bizim dinimiz en tabii ve mâkul dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lâzımdır. Bizim dînimiz bunlara tamamen uygundur.” ...

“Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir. Âdetâ halkı bir kapana kıstırırlar. Benim halkım demokrasi ilkelerini, gerçeğin emirlerini ve bilimin öğretilerini öğrenecektir. Batıl inançlardan vazgeçilmelidir. İsteyen istediği gibi ibadet edebilir. Herkes kendi vicdanının sesini dinler. Ama bu davranış ne sağduyulu mantıkla çelişmeli ne de başkalarının özgürlüğüne karşı çıkmasına yol açmalıdır” ...

“En doğru, en gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır.”

“Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz.”(9)

XXX

Yukarda belirttiğimiz gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin Rönesans’ı  80 yıl sonra yaralanmıştır. Ne var ki bu yaralanma  karşı- devrimcilerin arzuladığı gibi ölüm aşamasına yükselemeyecektir. Zira diyalektik olarak karşı devrim gerçekleşirken içinde  taşıdığı anti tezini yani ‘’ölüm’’ tezinide  getirir. Bu  bir  bebeğin doğduğu anda içinde taşıdığı  olgu  olan “ölüm” ün mukadder oluşu içsel  mekanizmasının fonksiyonudur.

Toplumlarda  ortaya çıkan “devrim” ler ise  topluma yeniliğe  ve ileriye gidişi sağlayan aşıdır. Bu bir yeni hayat aşısıdır; bu bir toplumun kendi iç dinamiklerinin çalışmasıdır  ve durdurulamaz. İnsan topluluklarının  kendine has iç dinamiklerinden  dolayı  toplum  daima ileriye gider ve  daha üst seviyeye dönüşür.  Bu içsel endojen çalışma hiçbir şekilde eksojen  bir faktörün negatif etkisi altında kalamaz, engellenemez ve  nihayetinde toplum bir üst yapıya ulaşır. Örneğin bir toplum feodal yapıdan kapitalist yapıya geçerse  feodal toplum yapısının kendi yarattığı üst yapısının toplumsal ilişkilerini düzenleyen hukuksal yapısı da kendiliğinden (endojen) değişimi zorlar.  Tarihi sürecin gelişimini itekleyen, destek olan ya da onun yaratılmasına  katkıda bulunan herhangi bir  endojen faktörün aksine  eksojen faktör gelişimi durduramaz  ama   geciktirir. Kısaca İbni Haldun’a göre ileriye doğru giden bu değişim kendiliğinden  oluşur ve  bu olay kaçınılmaz bir olgudur.  Diğer bir değişle Ulus olmuş toplumların  ileriye götürülmesi  dış etkenlerle her zaman  mümkün olurken geriye götürülmesi imkansızdır. Magna Charta, Fransız Devrimi, ABD iç savaş sonucu,  Kemalist Devrim, Mahatma Gandi  Pasif Direnişi bu eksojen faktörlerin etkisini gösteren düşünce delilleridir.   Sistemin  kendiliğinden  merdivenlerden yukarı çıkmasını sağlayan endojen  faktörleri exojen faktörlerde destekler. Ama exojen faktörler bu  içsel gelişmeyi sadece geçici bir süre için engelleyebilir ama uzun süre dayanamaz. Diyalektik süreç kendi içsel olgularıyla toplumun  yeni bir aşamaya ulaşmasını sağlar. Örneğin Kapitalist sisteme erişmiş bir toplumu exojen faktör feodal bir yapıyı getiremez  ve  buna bağlı olarak  örneğin Toprak ağaları Nükleer Tesis kurup bunu işletmek için üst hukuki yapıda ücretsiz ırgat çalıştıramaz.

Gerçekten de Kemalist Devrim  feodal toplumun  üst yapısının temel özelliği olan Dini Kurallarla,  Şeriatla  toplumun yönetilmesini kaldırmıştır. Bunun  gereği olan üst yapıyı yani  hukuksal yapıyı da Batı Rönesans’ından  aldığı Roma hukukunun temellerini  Ziya Gökalp’ten esinlenerek aldığı önerilerle değiştirmiştir.

Papa Benedict XVI nın istifası  nasıl bir ileriye adım ise Atatürk’ün adımı da aynı  anlamda Aydınlanma adımıdır. Hümanizmin temeli Atatürk tarafından atılmış ama ne var ki    " il uomo universal" (Evrensel insan) maalesef  yaratılamamıştır; zira,  Mustafa  Kemal’in attığı temellerin hızını  arttırarak devam ettirecek  yeni  yöneticiler onu takip etmemişler   ve  Kemalist devrimi özümleyememiş  eğitimsiz toplumdan oy alabilmek için onların  dinsel yaklaşımlarını  istismar etmişlerdir.

Burada  günümüzde görülen olay eski İttihatçıların reenkarnasyonu  gibidir; yani, “usul ”demokrasi” sandığına “evet” ama  sistemi inşa eden kurucu ataların temel ilkelerine “hayır”.

Klasik demokrasi anlayışında toplumun eksojen  faktörü olarak  endojen faktörü destekleyecek Muhalefet partilerinin etkin olması gereklidir.  Ama ne var ki toplumumuzda Muhalefet Partileri halsizlik içinde topluma placebo (10) gibidirler.  Bunun sebebi ise milletvekillerini halk değil  parti ileri gelenlerinin seçtikleri , daha doğrusu  tayin ettikleri için halkla ilişkisi kesilmiş  bürokrat,   zadegan ya da  değerleri kendinden menkul  ve kısaca siyasete içsel olarak yaban kalanlardan oluşturuluyor olmasıdır.

Bütün bunlara rağmen Türkiye Cumhuriyeti, Türklerin Ana Yurdunda, sınırları belli,  tam bağımsız  ve şu andaki Anayasamızda  belirtilen ilk üç maddesine sahip çıkacaklarına  ve bunu “usul demokrasi”  sandıklarında ispat edeceklerine  tarihe bakarak  söyleyebiliriz. Zira Türk Ulusu en zor zamanlarında en akıllı davranışlarıyla  bu ülkeyi yaratmışlar ve tüm Müslüman ülke halklarına örnek olmuşlardır.

Bu örnek oluşun  şahitleri çevremizi sarmalayan  çeşitli Müslüman  ülkelerde  açıkça  görülmektedir  ve önümüzdeki günlerde de görülmeğe devam edecektir.  Zira Kemalizm sadece bir düşünce sistemi değil , aynı zamanda Batılılaşmaya yönelik bir stratejik metod olup uygulayıcılara verilen eksojen nitelikli hedeftir.

 

 

COŞKUN ÜRÜNLÜ

8 MAYIS 2013

 

 

(1) Prof.Dr. Talat Halman , “Kebıkeç Duası”, Milliyet 21 Ağustos 1996

(2) http://www.mirror.co.uk/news/uk-news/tony-blair-knew-iraq-very-1817571

(3) http://www.urunlu.com.tr/77-demokrasi-ve-akp

(4)http://www.hurriyet.com.tr/egitim/23101069.asp

(5) Kamran İnan,  Sözcü gazetesi-Röportaj 27 Nisan 2013

(6) Prof.Dr. Celal Şengör,Sözcü gazetesi-Röportaj 29 Nisan 2013

(7) Şükrü Elekdağ, Sözcü Gazetesi  , Röportaj 4 Mayıs 2013

(8) AKP iktidarının  ABD ile birlikte oluşturduğu  Büyük Ortadoğu (BOP) projesinin temeli olan “Ilımlı İslam” kavramının  amacının  İngiliz Milletler Topluluğu yani Commenwealth ‘in benzeri olan yol ile Ortadoğu’nun kaynaklarını ABD ve ingıltereye aktarılması  amacı olduğuna ilişkin daha önceki yıllarda  irdelediğimiz  makaleler için bknz:  A)  Emperyalizmin "Ilımlı İslam Birleşik Devletler Federasyonu" Kurma Amaçlı Yeni Tip Dünya Savaşı İlerlemeye Devam Ediyor. (http://www.urunlu.com.tr/93-emperyalizmin-ilimli-islam-birlesik-devletler-federasyonu-kurma-amacli-yeni-tip-dunya-savasi-ilerlemeye...; B) Kemalist Rönesans’a Ölümcül Darbe  (http://www.urunlu.com.tr/91-kemalist-ronesansa-olumcul-darbe;C) Büyük Ortadoğu Projesinin Temeli : Ilımlı İslam (http://www.urunlu.com.tr/81-buyuk-ortadogu-projesinin-temeli--ilimli-islam) 

(9) Büyük önder Atatürk ‘ün düşüncelerinin alındığı kaynaklar için bknz :  http://www.ataturkinkilaplari.com/ak/135 ve http://www.yoldash.com/blogs/entry/Vatanda-in-Medeni-Bilgiler

(10) Placebo—hastaya ilaç diye verilen  etkisiz madde

 

 

Yorum Yaz | Makaleyi Yazdır